Skalpte Multifokal Kutanöz Anjiyosarkom


Creative Commons License

Demirdöver C., Çağlı H. B., Geyik A., Öztürk F. A., Ulukaya H. E.

Türk Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği 41. Ulusal Kurultayı, Samsun, Turkey, 26 - 30 October 2019, pp.217-218, (Summary Text)

  • Publication Type: Conference Paper / Summary Text
  • City: Samsun
  • Country: Turkey
  • Page Numbers: pp.217-218
  • Dokuz Eylül University Affiliated: Yes

Abstract

Skalpte Multifokal Kutanöz Anjiyosarkom Cenk Demirdöver, Hasan Basri Çağlı, Alper Geyik, Fatih Alp Öztürk, Hüseyin Emre Ulukaya Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi, İzmir Giriş: Anjiyosarkom damarendotel hücrelerden kaynaklanan nadir görülen bir malignmezenkimaltümördür. Her organı etkileyebilmekle birlikte sıklıkla deri, yumuşak doku, karaciğer, dalak, kalp ve meme tutulmaktadır. Kutanözanjiyosarkom ise tüm anjiyosarkomların yaklaşık yüzde 60’nı oluştururken, primer olabileceği gibi sekonder olarak en sık iyonize radyasyon ve kronik lenfödemebağlı da ortaya çıkabilir. Yüksek lokalrekürrens ile metastaz oranlarına sahip olan kutanözanjiyosarkomun buna bağlı prognozu kötüdür. Bu olgu sunumunda skalptemultifokalolarak ortaya çıkmış olan kanamalı cilt lezyonları nedenli yapılan cerrahi tedavisi sonrası primerkutanözanjiyosarkom tanısı alan hastanın kliniği ve tedavi süreci ortaya konmaktadır. Olgu Sunumu: Altmış dokuz yaş erkek hasta 1 yıl önce skalpte ortaya çıkan eritemlinodüler lezyonların zamanla kanama ve büyüme göstermesi üzerine başvurdu. Dış merkezde yapılan punch biyopsi sonucunda vasküler lezyon olduğu tanımlanan ancak benign/malign ayrımı yapılamayan hasta tarafımızca ileri tetkik ve tedavi amaçlı takibe alındı. Özgeçmişinde bilinen hipertansiyon, koroner arter hastalığı, hiperlipidemi ve gut hastalığı olan hastanın geçirilmiş aort anevrizma rüptürü ve üç kez koroner anjiyografi öyküsü mevcuttu. Hastanın bilinen iyonize radyasyon öyküsü yoktu. Laboratuvar sonuçları anemi, trombositopeni ve sınırda sedimentasyon ile CRP yüksekliği dışında normal aralıktaydı. Soygeçmişinde herhangi bir özellik yoktu. Lokal muayenesinde skalptesupraorbital marjinlerden başlayarak saçlı derinin büyük kısmını içeren eritemli, menekşe renginde, kanamalı yaygın papülonodüler lezyonlar izlenmekteydi. Yapılan görüntüleme yöntemlerinde lezyonun temporal arter ile ilişkili vasküler malformasyonla ilişkili görüldü. Hastaya takip süresince mevcut lezyonlarından kan transfüzyonu gerektirecek sızıntı şeklinde kanama olması nedenli girişimsel radyoloji tarafından üç kez temporal artere yönelik embolizasyon ve perkutan alkol ablasyonu işlemi uygulandı. Lezyonlarında gerileme olmayan hastaya tarafımızca cilt lezyonlarına yönelik operasyon planlandı. Operasyonda önce kanama kontrolünü sağlamak için bilateral preauriküler insizyonlar sonrası yüzeyel temporal arterlerfrontal ve pariyetal dallanma öncesi bağlandı. Ardından tüm lezyonu içerecek eksizyon için bilateralsuperior orbital marjinden başlayarak temporoparietal bileşkeye uzanan ve horizontal olarak posterior daprotuberantiaoccipitalisexterna seviyesinde sonlanan sınırlar belirlendi. Ardından lezyon corrugatorsupercilive frontal kası içerecek şekilde en blok halinde eksize edildi. Parietal bölgedeki şüpheli doku periost üzerinden eksize edilerek taban materyal olarak ayrıldı. Mevcut defekt uyluk anteriorundan alınan kısmi kalınlıkta deri grefti ile kapatıldı. Hastaya konulan greft izleminde total vitaldi ve herhangi bir ek cerrahi girişime erken dönemde ihtiyaç duyulmadı. Patolojik incelemesinde tüm dermiste kollageni ayırarak yerleşmiş ve derin subkutan dokuya dek uzanan belirgin infiltratif büyüme paterni gösteren vasküler tümör olarak saptandı. Tümörün birbirleriyle anastomozlaşan düzensiz vasküler yapılardan oluştuğu, döşeyici endotel hücrelerinde belirgin nükleerpleomorfizm ve atipi bulguları içerdiği, aradalenfositik hücre infiltrasyonları, pigmentli makrofajlar da olduğu görüldü. Yapılan immuno histokimyasal boyama sonucu ERG +, FLI1 +, CD31 +, CD34 +,Ki-67 yüksek, HHV8 negatif, keratin negatif olarak raporlandı. Bu bakımından patoloji sonucu morfolojik ve immunohistokimyasal bulgular birlikte 218 Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği 41. Ulusal Kurultayı değerlendirildiğinde öncelikle “KutanözAnjiyosarkom” ile uyumlu olduğu düşünüldü. Tümörün cerrahi sınırları salim olarak çıkarıldığı raporlanması üzerine hasta metastaz açısından değerlendirmek üzere onkoloji tarafından takibe alındı. Hastanın yapılan BT görüntülemesinde metastaz ile uyumlu olabilecek akciğerde bilateralnodülerlezyonlar, karaciğerde çok sayıda hipodens lezyon ve kemik yapılarda torakalvertebralardalitik lezyonlar raporlandı. F-18 FDG kullanılarak yapılan PET görüntülemesin de ise bu alanlarda patolojik düzeyde. F-18 FDG tutulumu izlenmedi. Hastaya PET görüntülemesinde uzak metastaz tarif edilmemiş olması, hastanın yaşı ve aort anevrizma rüptürü öyküsü dikkate alınarak öncelikle sistemik kemoterapi planlanmamıştı ve lokal rekürrens riskini azaltmak için radyasyon onkolojisi tarafından radyoterapi planlandı. Ancak takibinde hastanın bilateralmalar bölgede ortaya çıkan benzer lezyonlar ve her ne kadar PET görüntülemesinde metastaz tarif edilmemiş olsa da tarama tomografisinde metastaz şüpheli bulgular olmasınedeniyle hastaya KT planlandı. Tartışma: Kutanözanjiyosarkomendotel hücre kaynaklı nadir görülen agresif malign tümörlerden olup tüm yumuşak doku sarkomlarının yaklaşık %2’sini oluşturmaktadır. İyonize radyasyon ve kronik lenfödeme bağlı sekonderkutanözanijosarkom olguları bildirilmesine rağmen sıklıkla primer tümörlerdir. Baş boyun bölgesindeki primer kutanözanjiyosarkomlar yaşlı erkek popülasyonda daha sık izlenmektedir. Kutanözanjiyosarkomların beş yıllık sağ kalım oranları %12-35 arasında değişmektedir. Hastaların %50-80’inde tanı anında lokalize hastalık, %20 -45’inde tanı anında metastatik hastalık mevcuttur. En sık metastaz görülen organlar akciğer, karaciğer, lenf nodları ve dalaktır. Enönemli prognostik faktör tümör boyutu olup tanı anında 5 cm’den büyük tümörü olan hastalar kötü prognoza sahiptir. Diğer önemli prognostik faktörler 3 mm’den daha fazla invazyon derinliği, mitoz oranı, pozitif cerrahi sınırlar, lokalrekürrens ve metastaz varlığıdır. Yine yapılan çalışmalarda multifokal yerleşim varlığı da kötü prognoz ile ilişkilendirilmiştir. Olgumuzda tanı anında tümör çapı 5 cm’den büyüktü, multifokal yerleşimliydi, derinsubkutan dokuya dek uzanım gösteriyordu, mitoz oranı yüksekti. Kutanözanjiyosarkomun çoğunluğu baş boyun bölgesinde lokalizedir ve olguların %50-60’nı oluşturmaktadır. Özellikle yaşlı erkek hastalarda gözlenen baş buyun bölgesindeki kutanözanjiyosarkomlar kırmızımor renkte papüllonodüler lezyonlar ile karakterizedir. Radyoterapi ile ilişkili olanlar klinik olarak birkaç santimetre çapa ulaşabilen eritemli yama, plak ya da nodüller ile karakterize olup lokal ödemin eşlik ettiği ekimotik alanlar şeklinde de görülebilir. Radyoterapi sonrası anjiyosarkom gelişimi için ortalama 60-120 ay gibi bir süre bildirilmiştir. Bizim olgumuz primer baş boyun kutanözanjiyosarkomu olup frontal bölgede ve saçlı deride eritemli, mor renkte papülo-nodüler lezyonlar şeklinde ortaya çıkmıştı. Anjiyosarkomunendotel kökenli olduğunu kesin olarak ortaya koymak için immünohistokimyasal inceleme gerekebilmektedir. Endotelyal kaynaklı olup olmadığı, immunhistokimya boyalarından Faktör VIII ile ilişkili antijen, CD31, CD34, vonVillebrand faktör, D2-40, ERG ve FLI-1 ile doğrulanabilir. Bizim olgumuzda endotel ilişkili olduğunu doğrulayan CD31, CD34, ERG ve FLF ile pozitif boyanma saptandı. Yine son zamanlarda tümör gelişiminde önemli bir rol oynayan MYC geni amplifikasyonunun sekonderanjiyosarkoma işaret eden ve tanı konulmakta güçlük çekilen olgularda, diğer atipikvasküler lezyonlardan veya sarkomlardan ayırt eden moleküler bir tanı yöntemi olarak kullanılabileceği ileri sürülmektedir. Tedavi seçeneği olarak cerrahi tedavi, radyoterapi ve kemoterapi gibi yöntemler mevcut olmakla birlikte bizim hastamıza cerrahi tedavi uygulanmış olup kemoterapi planlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Anjiyosarkom, nadir görülen tümör, skalp