Türkiye’de Ordu- Siyaset- Toplum İlişkilerinin Genel Bir Panoraması: Tarihsel-Sosyolojik Bir Değerlendirme


Creative Commons License

Canveren Ö.

Mülkiye Dergisi, cilt.45, sa.1, ss.125-153, 2021 (Hakemli Dergi)

  • Yayın Türü: Makale / Tam Makale
  • Cilt numarası: 45 Sayı: 1
  • Basım Tarihi: 2021
  • Dergi Adı: Mülkiye Dergisi
  • Derginin Tarandığı İndeksler: TR DİZİN (ULAKBİM)
  • Sayfa Sayıları: ss.125-153
  • Dokuz Eylül Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Türkiye’de sivil-asker ilişkilerine dair tartışmalar, siyasi tarihin özeti mahiyetinde olup genel gözlem, ordunun Türk siyasetinde egemen bir güç olduğudur. Türkiye’de ordu, seçimlerle işbaşına gelen siyasi elitlere kıyasla daha fazla güç ve etkiye sahip olmuş; bu durum ülkenin demokratikleşmesi önünde ve Avrupalılaşma sürecinde bir kambur haline dönüşmüştür. Ordu, siyasete doğrudan müdahalede bulunmadığı dönemlerde dahi kurumsal yapı, enformel mekanizmalar ve anayasal ayrıcalıkları ile sivil siyaset üzerinde vesayet rejimi tesis etmiştir. Ordunun siyasetteki egemen konumu, sivil-asker ilişkilerinde rekabet ve çatışmaya neden olmuş ve yakın siyasi tarihte her iki aktöre de zarar vermiştir. Çağdaş Türkiye tarihi, bu açıdan bakıldığında bir darbeler tarihidir. Bu genel gözlemler ışığında makalede, ordunun Türk siyasetinde neden ve nasıl güçlü ve egemen bir aktör olduğu sorularına cevaplar aranmaktadır. Tarihsel-sosyoloji yaklaşımlı bu makalede ordu- siyaset- toplum üçgeninde Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) ülke siyasetinde sahip olduğu güç, üstünlük ve ayrıcalıkların tarihsel ve toplumsal kökenleri incelenmektedir. Makale, Türk siyasetini (yeniden) şekillendiren tarihsel kırılma noktalarında temel aktörün ordu ve ordu mensupları olduğu, bu nedenle ordunun hem sivil siyaseti inşa ettiği hem de kendi lehine olacak şekilde çerçevelendirdiğini ve sınırlandırdığını iddia etmektedir. Bu kapsamda (i) Türk modernleşmesi, (ii) ülkenin kurtarılması ve cumhuriyetin ilanı (iii) ve anayasa yapım süreçleri, yakın tarihin kırılma noktaları olarak sıralanmaktadır. TSK’nın yakın siyasi tarihi okuyuş biçimi ve yüklendiği misyon ile kendisine atfedilen tarihsel ve toplumsal roller, ‘darbe’ sopası ile hazır kıtada beklemesine kapı aralamıştır. Nitekim 1960 ve 1980 darbeleri; 1971, 1997 ve 2007 muhtıraları ve çeşitli darbe girişimleri, atfedilen ve içselleştirilen bu rol ve misyonun çıktılarıdır. Dini ve tarihi öğretiler üzerinden şekillenen ‘ordu-millet’ ve ‘peygamber ocağı’ retoriği üzerinden inşa edilen kamuoyu desteği; ordunun ayrıcalık, güç ve meşruiyetini pekiştirmiş ve siyasetteki gücüne karşı bir muhalefetin oluşmasını engellemiştir. Bu nedenle dini ve milliyetçi öğeler üzerinden kutsanan ordunun antidemokratik uygulamaları eleştirilememiş ve hatta bazı dönemlerde alkışlanmıştır. Sivilasker ilişkilerinin oturduğu rekabet ve çatışma temelli düzlem, ordu hegemonyasına neden olduğundan sürdürülebilir değildir. Tarihsel deneyimler, ordunun egemen olduğu düzlemin hem orduya hem de sivil siyasete, bunun üzerinden de ülke ve topluma zarar verdiğini ortaya çıkarmaktadır. Darbeler ve askeri vesayet, yoğun insan hakları ihlalleri ve güvenlik merkezli politikalar yumağının oluşması ile sonuçlanmıştır. Ülkenin demokratikleşmesi ve siyasetin sivilleşmesi adına uzlaşma ve iş birliğine dayalı, yeni bir düzenin tesisine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kapsamda sivil-asker ilişkilerinde değişim ve devamlılık, her şeyden önce zihniyet dönüşümünü gerekli kılmaktadır. Bu nedenlerle ordunun tarihsel ve toplumsal rollerine ilişkin öğreti ve retoriklerin demokratik ve sivil teamüller dikkate alınarak yeniden kurgulanması gerekmektedir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve çağdaşlaşması adına hem darbelere hem de askeri vesayete kapı aralayan ve imkân sağlayan tüm gerekçeler ortadan kaldırılmalıdır.