in: Head and neck radiology , Hüseyin Akan, Editor, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, pp.3-81, 2008
GÖZ KÜRESİ, ORBİTA VE LAKRİMAL SİSTEM
EMBRİYOLOJİ:
Göz yuvarlağı nöroektoderm ve mezodermden gelişir. Göz yuvarlakları 22. günde diensefalonun
yan yüzlerinde iki boş ektodermal divertikül olarak görülür. Divertiküller laterale doğru büyür, uçları
optik kesecikleri oluşturur, proksimal kısmı daralır ve optik sapı oluşturur.
Aynı zamanda optik keseyi saran yüzey ektoderminin bir kısmı kalınlaşarak lens plağını
oluşturur. Lens plağı içine çöker ve lens
kesesini oluşturmak için yüzey ektoderminin altına geçer (Resim 1). Bu sırada
optik kesenin dış duvarı çift tabakalı optik kadehi oluşturmak için
diensefalonun duvarına doğru invagine olur. Optik kadeh tam oluşmaz,
inferiorunda ve ventralinde mezenkimal ve vasküler yapıların girişine izin
veren embriyonik bir fissür (koroidal fissür) oluşur (Resim 2). Fissürün kapanması
ortadan başlar, öne ve arkaya doğru devam eder. Kapanmanın tam olmaması irisin,
retinanın veya koroid’in kolobomalarına neden olur (1-8).
Retinanın nöral tabakası optik kadehin iç tabakasından gelişir (Resim 3). Optik
kadehin dış tabakasından retinanın daha ince olan pigment tabakası fetal
yaşamın 14mm ve
Optik kesenin ön beyine bağlı optik sapı optik siniri oluşturur. Retinal gangion hücrelerinden gelen
aksonlar optik sinir liflerini meydana getirir. Ganglion hücreleri ilk olarak
6. haftada optik sapa ulaşırlar. 7. ve 11. haftalar arasında kiasmanın
çaprazlaşan lifleri önce, daha sonra da çaprazlaşmayan lifler kiazmaya girer ve
yetişkin biçimi oluşur. Retinal ganglion aksonları gebeliğin dokuzuncu ayı
civarında lateral genikulat cismin dorsal çekirdeğine ulaşır (3).
Yüzey ektoderminden ayrılan lens
kesesi optik kadehin önünde yer alır. Lens mezenkimal bir kapsül ile sarılır,
kapsülün posteriorunda bir pleksus
oluşturan hyaloid arter ile beslenir(1,3,8).
Optik kadehin 1/5 anterior kısmında yer alan mezenşimden silier cismin bağ dokusu, silier kasın
yumuşak-kas lifleri ve lensin asıcı bağları şekillenir(1,3,8).
Primer vitröz oldukça
vaskülarize bir jeldir, kısmen optik kadehin içini de döşeyen mesodermden
kısmen de ektodermden gelişir. Hiyaloid arter ve dallarından beslenir. Kalıcı
veya avasküler sekonder vitröz, primer vitröz ve retina arasında ortaya çıkar
ve hızla volümü artar, primitif vitrözü öne doğru iter. Primer vitröz atrofiye
uğrar. Hiyaloid damarların etrafındaki mezenşimden gelişen hiyalositler
sekonder vitröz içine göç ederler. Hiyaloid damarlar atrofiye olur ve kaybolur,
hücresiz hiyaloid kanal kalır (3).
Koroid optik kadehi çevreleyen mezenşimden gelişir, ön kısmı silier
cisim ve silier yapılara farklılaşır. Sklera optik kadehi çevreleyen mezenşimin
yoğunlaşmasından oluşur. İlk olarak rektus kaslarının yapışma yerlerinde
oluşur. Kornea optik keseyi saran yüzey ektoderminden gelişir. Komşuluğundaki
mezenşimden ön kamaranın mesotelyumu oluşur.
Vasküler sistem primitif internal karotid sistemden gelişir. İnternal karotidin geniş
dalı dorsal oftalmik arter, gebeliğin dördüncü haftasında göz yuvarlağı ve tüm
orbitayı besler. Embriyonik fissürden geçerek optik kadehe gelen hiyaloid arter
dorsal oftalmik arterin dalıdır. Dorsal
oftalmik arter oftalmik arter olarak kalır, hiyaloid sitem üçüncü trimestrde
gerilemeye başlar. Ventral oftalmik arter de geriler ve posterior nazal silier
artere dönüşür (2). Superior oftalmik ven superior orbital venden gelişir ve
orbitanın kalıcı drenajı olarak kalır (3).
Göz kapağı yapılarının büyük kısmı ektoderm ve mezodermden gelişir. Tarsus ve göz
kapağının bağ dokusu nöroektodermden gelişir. Aşağı yukarı beşinci ayda göz
kapakları ayrılmaya başlar. Açılma buruna yakın başlar, temporale doğru
uzanır. Kirpikler ve göz kapağı yağ bezleri yüzey
ektoderminden gelişir (2,4).
Lakrimal bez konjonktivanın bazal epitelial tabakasından çıkan tohumcuklardan
oluşur. Nasolakrimal kanal maksiller ve lateral nazal çıkıntılar arasında
ektodermal solid bir yapı olarak uzanır. Kanal gebeliğin üçüncü ayında
merkezdeki hücrelerin bozulmasıyla oluşur. Üst uç genişleyerek lakrimal keseyi
oluşturur. Lakrimal kanallar (superior, inferior ve ana kanallar) ileri
hücresel artışla oluşur (2,7).
Ekstraokuler kaslar göz yuvarlağını çevreleyen paraksial mezodermden gelişir. Gelişim
sürecinde üçüncü, dördüncü ve altıncı kranial sinirlerle ilişkili hale gelirler
(2,3).
Orbital kemikler optik keseyi saran mezenşimden gelişir. Orbitanın büyük kısmını oluşturan etmoid ve
sfenoid kemikler, kafa tabanı kemikleri ve kranial kemiklerle birlikte primitif
kondrokraniumun kıkırdağından gelişir. Orbitin üst kısımları ve kalvaryum
membranöz taslaktan gelişir Gebeliğin 6. ayı ve doğumdan sonra 18. ay arasında
kemiklerin büyüklüğü ve şekli hızlı bir şekilde değişime uğrar. (2,3,6).
GÖZ KÜRESİ ANATOMİSİ
Göz yuvarlağında sıvı ile dolu üç kısım bulunur: ön oda, arka oda ve
vitröz cisim. Ön oda korneadan irise kadar uzanır, pupil aracılığıyla arka
kamara ile birleşir. Ön ve arka oda akuöz bir sıvı ile doludur. Bu sıvı
posterior odada bulunan silier cisim tarafından üretilir. Arka oda irisin arka yüzünden vitröz boşluğun
ön yüzüne kadar uzanır. Vitröz boşluk vitröz sıvı olarak bilinen kalın jel
benzeri bir madde ile doludur (Resim 4). Hiyaloid zar vitröz sıvıyı sarar ve
lens kapsülünün posterioru, retina ve optik diske temas eder (6–10).
Göz yuvarlağı en dışta tenon
kapsülü veya fascia bulbi denilen fasial kılıf ile kaplıdır. Ve skleradan
“tenon boşluğu” (episkleral boşluk) ile ayrılır. Tenon kapsülü de vorteks
venleri ve optik sinir ve kılıfı, silier sinirler ve damarlar tarafından
delinir. Ekstrensek okuler kasların tendonları da skleraya ulaşmak için kapsülü
delerler. Bu perforasyon yerinde tenon kapsülü geriye doğru kasların kılıfları
boyunca tubuler bir kılıf şeklinde uzanır. Kas liflerinin, kılıfların ve
tubuler kılıfların kaynaştığı yerde güçlü bir bağlantı vardır. Bu nedenle enükleasyondan
sonra ekstrensek kaslar yerlerinde kalırlar.
(2,6,8).
Sklera (dış tabaka), uvea (orta tabaka) ve retina (iç tabaka) göz
küresinin temel katmanlarıdır.
Sklera fibröz bir kapsüldür ve göz küresini çevreler. Kornea kenarında limbustan
optik sinire kadar uzanır ve optik sinir kılıfı ile devam eder (Resim 4). Yaklaşık
1mm kalınlığındadır, rectus kaslarının yapışma yerlerinde yaklaşık
Uvea (uveal trakt) veya orta tabaka vasküler yapılardan zengin, pigmentli bir tabakadır, koroid,
silier cisim ve irisden oluşur. Sklera ve retina arasında uzanır (6).
Koroid retinanın dış tabakası olan retinal pigment epitelyum ile sklera
arasında bulunan gözün vasküler tabakasıdır. Optik sinirden ora serrata’ya
(duysal retinanın uçları) uzanan Vasküleryapılardan zengin bir membran
oluşturur, bundan sonra silier cisim olarak devam eder (Resim4). Koroidin
kalınlığı posterior polde
Silier cisim üçgen şeklinde arka odada yer alan bir yapıdır. Akuöz sıvıyı üretir ve
lensin odaklanması için kasların kontrolunu sağlar. Arkada koroid, önde iris
ile devam eder. Silier cismin ön kısmı kalınlaşarak bir tümsek oluşturur ve
pars plikata olarak isimlendirilir. Arka kısmı düzdür ve pars plana denir, ora
serrataya kadar uzanır. Silier cisim
silier epitel, silier stroma ve silier kastan oluşur (2,8,9). İç tabaka pigmente
epitelial hücrelerden, dış tabaka ise pigmente olmayan hücrelerden oluşur.
Akuöz sıvı silier cismin pigmente olmayan epitel tabakasında üretilir (8).
İris
lens ile kornea arasında, akuöz sıvı içeren ön ve arka odayı ayıran renkli
diaframdır, göze giren ışığın miktarını kontrol eder. Uvea’nın ön kısmını
oluşturur. Silier uzantılar tarafından posterior odada üretilen akuöz sıvı,
pupil içinden geçerek ön odaya gelir ve iridokorneal açıda venoz sinus’e (Schlemm
kanalına) boşalır (8). İris bir stroma ve iki epitelial tabakadan oluşur. Stromada melanositler, sinir lifleri,
sifinkter papillanın düz kası, dilator papillanın myoepitelial hücreleri bulunur.
İrisin pigment epiteli silier cismin pigmente ve pigmente olmayan tabakaları ile
devam eder ( 2,6,8)
Retina iki tabakadan oluşur. Retinanın nöral elementlerini içeren duysal
retina (fotoreseptörler, ganglion hücreleri ve nöroglial elementler) ve
koroidin bazal tabakası Bruch membranına sıkı bir şekilde tutunan retinal
pigment epitelidir. Retinal pigment epiteli (RPE) ve koroid daha dıştaki duysal
retinayı besler. RPE hücreleri melanin granülleri içerir ve birbirlerine sıkı
bağlarla bağlanmışlardır. Bu yapı koroid kapillerlerden retinanın fotoreseptör
hücrelerine aşırı iyon akımını sınırlayan ve geniş toksik moleküllerin
difüzyonunu engelleyen bir bariyer (kan -retina bariyeri) oluşturur (6). RPE duysal retina ile pigment epitelyumu
arasında kalan potansiyel boşluktan sıvıyı boşaltan bir pompa işlevi görür. Bu
pompa subretinal boşlukta aşırı sıvı üretimi veya subretinal alana vitröz
cisimden sıvı geçişine izin veren duysal retinadaki delikler (rhegma) yoluyla
oluşan fazla sıvının atılmasını sağlayabilir (6,9).
Retina çok ince bir yapıdır. Disk yakınında 0,056 mm, ora serrata’da öne
doğru 0,1 mm.dir. Optik diskte daha ince, foveada en incedir. Makula retinanın
merkezidir, optik sinirin 3,5 mm temporalinde yer alır. Makula lutea retinadaki
en net görüş alanıdır. Optik disk, rodlar ve konlar ( fotoreseptor hücreler) kesin
olarak bulunmadığı için ışığa duyarsızdır. Santral retinal arter ve ven optik
diski delerler. Santral retinal arter oftalmik arterin ilk dalıdır ve daha
içteki tabakayı besler. Dıştaki tabaka koroidal kapillerlerden beslenir. Optik
sinir çevresindeki sklerada posterior silier arterin oluşturduğu pleksus ile
santral retinal arter arasında anastomozlar bulunur. Santral retinal ven lamina
cribroza’dan gözü terk eder ve kavernöz sinüse veya superior oftalmik vene
dökülür (6). Retina lenfatik damarlara sahip değildir.
Vitröz cisim lens ve retina arasında göz küresinin üçte ikisini kaplayan
yaklaşık 4 ml hacme sahip bir yapıdır, vitröz sıvı su dışında, %1-2 fibriler
kollajen ağ içinde eriyebilen proteinler, bazı tuzlar ve hiyaluronik asitten
oluşur (6,8,10). İnce kollajen fibriller gerginliği için destek sağlarlar.
Vücuttaki tek bir yapıda bulunan en geniş ve en basit bağ dokusudur (Resim 4) .
Vitröze herhangi bir etki fibroproliferatif reaksiyona yol açarak traksiyonel
retinal ayrılmaya yol açar (12). Vitröz cisim anterior ve posterior hiyaloid
membranlarla sarılmıştır. Önde lens için tabak şeklinde hiyaloid fossa denilen
bir çukurluk mevcuttur. Vitröz cisim önde ora serrataya, arkada optik diske ve
ayrıca silier epitelyumun pars plana parçasına tutunur. Lens vitröze gençlerde
sıkı, ileri yaşlarda gevşek olarak tutunur. Fetal yaşamda gelişen göz küresinde
lensi besleyen santral retinal arterin bir dalı olan hyaloid arter, doğumdan 6
hafta önce kaybolur ve vitröz içinde optik diskten lensin arkasına kadar uzanan
hyaloid kanal kalır. Vitröz ışığı geçirir, lensin posterior yüzeyini ve duysal
retinayı destekler( 2,6,9).
İntraokuler potansiyel alanlar temel olarak üç tanedir: (1) posterior hiyaloid membran ve duysal
retina arasında kalan posterior hyaloid alan,
(2) duysal retina ile RPE arasında kalan subretinal alan ve (3) koroid
ve sklera arasında suprakoroidal alan (Tablo 1). Potansiel alanlarda sıvı
birikebilir ve kürenin çeşitli katlarının ayrılmasına neden olur. Posterior
hiyaloid membranın retinadan ayrılmasına posterior hiyaloid dekolman, duysal
retinanın RPE’dan ayrılmasına retinal dekolman denir. RPE ve koroidin Bruch
membranı birbirine sıkıca yapışıktır, sadece birlikte ayrılırlar. Koroid ise
skleraya gevşek olarak tutunmuştur, bu yüzden ayrılabilir, koroidal dekolman meydana
gelir. Ayrıca retrolentiküler alan ve
episkleral alan veya tenon alanı bulunur (6,9).
Optik sinir gerçek bir kranial sinir değildir, diensefalonun uzantısıdır. Myelin
kılıfı schwann hücrelerden değil, oligodendrositler tarafından üretilir ve optik
sinir meninks ile çevrilidir. Optik siniri yapan aksonlar duysal retinadaki
retinal ganglion hücrelerinin uzantılarıdır. Optik sinir dört anatomik segmente
ayrılır: intraokuler, intra orbital, intra kanalikuler, intrakranial. Optik
sinirin intraokuler parçası yaklaşık 1mm olup, en kısa segmentidir, optik
diskten lamina kribrosaya kadar uzanır. İntraorbital optik sinir lamina
kribrosadan optik kanala kadar uzanır, en uzun parçasıdır. Bu parçasında hafif
bir fazlalığı vardır, bu da göz küresinin hareketine izin verir. İntraorbital
optik sinir optik kılıf ve beyin omurilik sıvısı (BOS) ile çevrilidir.
İntrakanaliküler parçasının etrafında da az mktarda BOS vardır, meningeal kılıf
kemiğin periostiumu ile birleşir ve buradan sonra intrakranial meninkslerle
devam eder. İntrakranial parçası optik kanaldan optik kiasmaya kadar devam eder
(9,13).
Lens üç kısımdan oluşur: Elastik kapsül, lensin ön yüzeyini yapan küboidal
lens epiteliumu, ve lens lifleri. Kapsül bütün lensi sarar. Lens lifleri lensin
ana kütlesini oluşturur. Lifler epitelial hücrelerin lensin ekvatorunda
farklılaşması ve çoğalmasıyla oluşur. Silier uzantıların epitelyumundan gelişen
zonül veya asıcı ligamanlarla yerinde tutulur (Resim 4).
.
GÖZ KÜRESİNİN GÖRÜNTÜLENMESİ:
Bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) her
ikisi de göz yuvarlağının görüntülenmesinde çok büyük ilerleme sağlamıştır. Ancak daha yüksek çözümleme gücü ve değişik
sekanslarla daha fazla bilgi sağlaması nedeniyle MRG’nin gelişimi görüntüleme
ve araştırmalarda daha büyük bir atılıma neden olmuştur (7). Ayrıca iyonizan
radyasyon içermemesi ve eşlik eden intrakranial patolojiyi iyi bir şekilde
göstermesi nedeniyle orbital görüntülemede seçilecek yöntem olmalıdır (14,5).
Manyetik Rezonans
Görüntüleme:
BT ve MR görüntülemede tetkikin yeterli olması için hastanın hareket
etmemesi, uyumlu olması gereklidir. Bunun için hastanın koopere olması gerekir.
Tetkik küçük çocuklara ve yanında kalacak kimselere iyice anlatılmalı,
gerekirse sedasyon uygulanmalıdır. 2-4 yaş arasındaki çocuklar için 75-100mg/kg
oral kloralhidrat genellikle yeterli sedasyonu sağlar. Daha büyük çocuklarda
daha ileri sedasyon veya genel anestezi monitorizasyon gerekeceğinden anestezi
teknisyeni ve anesteziolog tarafından yapılmalıdır(7,9). Oküler MR
görüntülemenin başarısı hareketsizlik yanı sıra kullanılan puls sekansları da
önemlidir. Hasta rahat olmalı ve gözünü ok fazla hareket ettirmemelidir. Gözünü
kapalı veya açık tutabilir. Daha kısa sekanslarda gözünü bir noktaya
sabitlemesi istenebilir (10).
Küçük bir organda çalışıldığı göz önüne alınarak
Okuler lezyonlarda yüzeyel sarmal kullanılarak daha iyi çözünürlük ve
daha ince kesitler elde edilebilir. Yüzeyel sarmal varsa baş sarmalı ile
gösterilemeyen çok küçük lezyonların gösterilmesinde kullanılabilir. Yüzeyel
sarmal kendi doğal duyarlılığı nedeniyle hareket artefaktlarına daha fazla
neden olur. İnce kesitler (düşük volüm)elde edildiği için daha az sinyal
oluşturulur ve bu yüzden geç ekolarda T2 sinyalinin hızlı azalmasına ve böylece
T2 bilgisinin azalmasına neden olur. Sarmala yakın olan dokularda da artmış
sinyal oranı ile aşırı gölgelenmeye neden olur. Bu nedenle uveal melanom ve
retinoblastom baş sarmalıyla daha iyi görüntülenebilir. İntraokuler lezyonların
göz yuvarlağının dışına, retrobulber mesafeye ve subaraknoid mesafeye kadar
uzanımının değerlendirilmesi, retinoblastom gibi lezyonlarda intrakranial diğer
odakların veya metastatik yayılımın da gösterilebilmesi için baş sarmalı tercih
edilmelidir(10). Bunun için okuler MR tetkiki ayrıca T2 ağırlıklı ve kontrastlı
T1 ağırlıklı aksial tüm beyin kesitlerini de içermelidir (7,9,14-18).
MRG ve intraoküler yabancı
cisim
Manyetik rezonans görüntülemeden göz içinde metalik yabancı madde
olabileceği kuşkusu nedeniyle travma olgularında uzak durulur. Tavşanlar
üzerinde yapılan bir araştırmada diamanyetik ve ferromanyetik yabancı
cisimlerin yer değiştirmedikleri ve görüntüyü bozmadıkları, ferromanyetik cisimlerin
ise çok geniş artefaktlar yaratarak anlamlı görüntü oluşumunu engellediği
görülmüştür (2,19). Travma öyküsü olan veya metal işinde çalışanlara olabilecek
bir yaralanmayı önlemek amacıyla MR tetkiki öncesinde BT ile
İntraokuler lens implantlarında kullanılan materyalin MR uyumlu olup
olmadığının sorgulanması ve girişimi yapan oftalmoloğa danışılması gerekir.
Retinal cerrahi, retinal tamponad ve skleral buckling (bağlama)gibi girişimler
MR görüntülemeye engel değildir.
MR Artefaktları:
Hareket oküler görüntülemede artefakta neden olarak görüntü kalitesinin
azalmasına yol açar (Resim 5). Bu nedenle hastanın gözlerini bir noktaya
sabitlemesi istenmelidir. Dişlerdeki dolgular ve metalik protezler, göz
kapaklarındaki demir partiküleri içeren dövme ve kobalt içeren kozmetik
maddeler Bo inhomojenitesi yaratarak distorsiyonlara ve sinyal azalmasına yol
açarlar. Hava –kemik bileşkesinde oluşan manyetik hassasiyet artefaktları
paranazal sinüs komşuluğunda optik sinirlerin görüntülenmesinde kayıplara neden
olur. 3 T MR cihazlarında bu artefaktlar daha fazla etkili olurlar (20). Su
protonları ve yağ protonlarının çevre farklılıkları nedeniyle farklı frekanslarda
titreşmelerinden kaynaklanan kimyasal kayma artefaktına yol açar, yağ ve diğer
dokular arayüzünde frekans kodlama gradienti yönünde yüksek ve düşük intensiteli
bantlar oluşur. Yüksekalan gücüne sahip cihazlarda protonlar arasındaki frekans
farkı Larmor eşitliğine göre daha büyük olacağı için kimyasal kayma artefaktı
daha fazla görülür (Resim 6) (21).
Bilgisayarlı tomografi:
Travma, kalsifik lezyonlar, yabancı cisim ve agresif paranazal sinüs
enfeksiyonunda orbital yayılımın değerlendirilmesinde bilgisayarlı tomografi
yararlı olmaktadır (Resim 7) (16). Oküler
lezyonlar için 1,5
Bilgisayarlı tomografide hareket artefaktları, parsiyel volüm averajı,
beam hardening / metalik artefakt’lar meydana gelebilir. Dental dolgu maddeleri
(amalgam), koronal kesitlerde görüntüyü engellerler, açıyı ayarlamak gerekir (21).
GÖZ YUVARLAĞININ NORMAL MR
GÖRÜNTÜLEME BULGULARI:
Göz yuvarlağında MR görüntüleme çözümleme gücü ile dokular arasındaki
farklılıkları gösterir ve yüksek duyarlılığı ile patolojilerin erken dönemde
ayırt edilmesini sağlar. Göz vücudun sudan en zengin ve en fakir dokularını
içerir. Vitröz %98–99, kornea %80, lens
%65–69 su içeriğiyle manyetik alanda farklı relaksasyon zamanlarına
sahiptirler. Vitröz su yoğunluğunun fazla olması nedeniyle protein ve kollajen
fibriller de içermesine rağmen relaksasyonu saf suyunki gibidir. Çok küçük
miktardaki protein molekülleri çok küçük bir su - protein etkileşmesine neden
olur. Bu nedenle relaksasyon zamanı suyunkinden daha kısadır (2,7,9).
Normal lens MRG’de T2 ağırlıklı kesitlerde çok kısa olan T2 relaksasyon
zamanı nedeniyle çevresindeki su içeren yapılardan daha hipointenstir. Lensin
nukleusu korteksinden daha kısa relaksasyon zamanına ve daha az suya sahiptir
(Resim 8).
Silier cisimT2 ağırlıklı kesitlerde lensden gözün duvarına uzanan
hipointens yapı olarak görülebilir. Ön oda lensin hemen önünde hilal şeklinde
kısa ve uzun TR görüntülerde vitröz ile izointens olarak izlenir. Koroid,
retina ve skleranın katmanlarının MR görüntüleme ile ayırt edilmesi
imkansızdır. Koroid, iris ve silier cisim İV kontrast madde enjeksiyonundan sonra
parlaklaşır, retina ve sklerada normalde parlaklaşma olmaz (Resim 8) (2,9). Aköz
sıvı ön odada irisle kornea arasında en
kalın yerinde yaklaşık
OKULER PATOLOJİLER:
Konjenital
Anomaliler:
Anoftalmi çok enderdir ve bir gözün gelişimsel defekte bağlı olarak tam
yokluğudur. Bilateral olgular optik
çıkıntının gelişememesinin erken bir teratojenik olayla ilgili olduğunu
düşündürür. Gerçek anoftalmide optik sinir ve kiazma da gelişmemiştir. Optik
traktlar ve genikulat ganglion rudimenter ve gliotik olabilir. Nöroektodermden
gelişmediği için diğer orbital yapılar mevcuttur (2,7). Ancak normal olarak çocukluk döneminde yüzün
gelişimi sırasında göz orbital büyümeyi uyardığı için anoftalmide her zaman
orbitada hipoplazi vardır (Resim 9)(6).
Mikroftalmi gözün aksial çapının normalden kısa olmasıdır. Anoftalmi, mikroftalmi
ve göz kapağının konjenital yokluğu kriptoftalmos morfogenetik olarak
ilişkilidir. İleri derecede ise anoftalmide olduğu gibi orbita gelişemeyebilir.
Nanoftalmi bilateral mikroftalminin nadir bir formudur, otozomal dominant bir
hastalıktır. Kalın sklera ve subretinal sıvı birikmesi nedeniyle retinal
dekolmana yatkınlık mevcuttur. Konjenital katarak (sıklıkla nukleer veya PHPV )
ve koloboma ile birliktedir (Resim 10-13). Koloboma mikroftalminin primer
nedeni gibi görülür (6)Bir çok defektle birlikte bulunur (kas-iskelet, uzuv,
kulak, yüz ve boyun trisomi 18 ve 13, osteogenezis imperfkta, aicardi sendromu,
CHARGE sendromu, cornalia de lange sendromu, Goltz sendromu, meckel gruber
sendromu, septooptik displazi gibi) (6) .
Makroftalmi göz küresinde genişlemedir, aksiyal myopide, konjenital glokomda,
Sturge -Weber’de, nörofibromatoziste görülebilir. Gözkapağı ve yüz tutulumu
olan nörofibromatozisli hataların %50 sinde glokom eşlik etmektedir. Sturge
Weber’li hastaların %30’unda glokom ve bunların üçte ikisinde de buftalmos gelişmektedir.
Bebeklerde ve küçük çocuklardaki glokomun bütün formlarında immatür kollajen
doku nedeniyle okuler genişleme meydana gelir (Resim 13). Glokoma bağlı aksial
myopi 12-14 yaşa kadar görülebilir (2,7).
Konjenital glokom ya da buftalmosda ön oda
açısındaki kanalların kötü gelişmesi nedeniyle artmış intraokuler basınç ve
genişlemiş göz küresi ve genişlemiş kornea vardır. Tek başına megalokorneada
intraoküler basınç normaldir. Megaloftalmosta da kalın kornea ve geniş göz
küresi bulunur, sıklıkla aksial uzunluğu
Stafiloma ileri miyop gözde özellikle posterotemporalde ilerleyici bir incelme ve
genişleme olmasına denir. Sklera
genişler, koroid ve retina gerilerek skleraya uyum sağlar (Resim 14). Glokomda,
cerrahi veya travma sonrası, skleritiste, nekrotizan enfeksiyonlarda da
görülebilir (2,7). Anterior stafiloma inflamatuar veya enfeksiyöz korneal
incelme sonucu gelişebilir (7). Posterior stafiloma propitozise neden olabilir
(21).
Kolobom retina, koroid, iris, lens ve optik sinirde fetal optik fissürün
kapanamaması ile oluşan konjenital veya kazanılmış bir defekttir. Olguların %
60’ının üstünde bilateraldir. Tipik kolobomda yarık göz küresinin inferonazal
kadranında görülür. Optik sinir koloboma embrionik fissürün en üst superior
ucunun kapanmaması oluşur. Diğer kısımların kapanmaması lokalizasyonuna göre
iridik, lentikular, silier cisim ve retinokoroidal kolobomalar oluşur (7). Kolobomlar
otozomal dominant özellikte değişken şiddette aktarılırlar. Kolobomatöz
lezyonlar sıklıkla ansefalosel, kallosal agenezi, olfaktor hipoplazi gibi
santral sinir sistemi konjenital malformasyonları ile birlikte görülebilir (11,22,23).
Kardiak anomaliler, koana atrezisi, retardasyon, genital hipopazi, ve kulak
anomalileri ile birlikte görülebilir (CHARGE
sendromu). Kolobom görülen diğer sendromlar Len’s mikroftalmi, Meckel sendromu,
Aicardi sendromu, trizomi 13, Goldenhar sendromu, Rubinstein- Taybi sendromu, Waardenburg
anoftalmi sendromudur (21,24)). Kolobomlar ayrıca koristomlarla birlikte de
olabilirler. Koristom kolobomun içindeki veya yakınındaki heterotopik
mezodermal elementlerden gelişmiş bir malformasyondur (25). BT ve MR’da optik
disk kolobomu göz küresinde disk düzeyinde bir boşluk olarak görülür (Resim 15).
Eşlik eden kistler kolayca ayırt edilebilir (Resim 10) (7).
Mikroftalmi göz yuvarlağının küçük olması demektir ve anatomik olarak
intakt veya malforme olmasına göre basit veya kompleks olarak sınıflandırılabilir
(10,11). Mikroftalmi kolobomatöz kistle birlikte bulunabilir ve MRG ile gösterilebilir
(11, 25). Kolobomalı mikroftalmik gözlerin bir kısmında bir skleral defektten
intraokuler nöral ektodermin herniye olmasıyla göz küresiyle bir tünel ile
bağlı optik kist gelişir (Resim 11). Oluşan kist ve gelişme yönü çok çeşitlilik
gösterir (7, 26). Kolobomatöz kist, inferiorda ve gözden sinirin çıkışına doğru
uzanıyorsa mikroftalmik gözü yukarı ve öne doğru iterek propitozisine neden
olur. Meningosel veya konjenital kistik göz ayırıcı tanıda düşünülmelidir (Resim
12) (10, 25). İntrauterin enfeksiyonlar da mikroftalmiye neden olurlar,
genellikle bilateraldir.
Oküler Dekolmanlar
Posterior hiyaloid veya vitröz dekolman genellikle
50 yaşın üstündeki yetişkinlerde oluşur, ancak persistan hipertrofik primer
vitreusu (PHPV) olan çocuklarda da oluşabilir. Yaşlılarda vitreus bozulmaya ve sıvılaşmaya
eğilimlidir. Vitrözün ileri derecede sıvılaşması posterior hiyaloid ayrılmaya
neden olur. Hızlanmış vitröz erimesi ileri miyopi ile birlikte, cerrahi veya
cerrahi olmayan travmalar, intraokuler inflamasyon ve lazer tedavisi sonrası
olabilir. Duysal retinadan ayrılan
posterior hyaloid membran BT ve MR da vitröz kavite içinde görülebilir. Membran
optik diskten ayrılmıştır veya ince bir bantla yapışık olabilir, ora serrata
düzeyinde yapışıktır (Resim 16). Retrohyaloid alandaki sıvı pozisyonla yer
değiştirebilir (2, 8).
Retinal dekolman duysal retinanın retinal pigment epitelyumundan subretinal alana sıvı
birikerek ayrılması ile oluşur. Retinada vitreusun likefiye olmasıyla
vitreoretinal yapışıklıklarda meydana gelen ayrılmalar, delik ya da yırtılmalar
nedeniyle retinal dekolman gelişir. Bu, yunancada delik, yırtık anlamına gelen
rhegma nedeniyle rhegmatojenöz (delikli)
retinal dekolman olarak adlandırılır. Çoğu retinal dekolman deliklidir. Retinal
defekt subretinal alana vitröz sıvı geçişine izin verir. Çocuklarda retina
dekolmanlarının çoğu nonregmatojenöz (deliksiz) dür. Çeşitli okuler
hastalıklara bağlı olarak gelişir. Retinoblastom, PHPV, prematurite
retinopatisi, Coat’s hastalığı, toksokariazis, gibi hastalıklar ve vitreusun
fibroproliferatif hastalığı, diabetes mellitusta vitreoretinopati veya
toksokara endoftalmiti ile birlikte gelişebilir. Deliksiz retina dekolmanı
anormal küçük damarlardan retina bariyerinin bozulmasıyla sızan sıvının subretinal
alanda birikmesi ile oluşur. Sıklıkla neoplastik hastalığa sekonder olarak
gelişir (melanoma, metastaz, hemanjiom, retinoblastom gibi). Seröz veya eksüdatif sıvı birikir. Retinal
deliğin nedeni en sık olarak vitreoretinal adezyonlara ve vitröz dejenerasyona
bağlı dejeneratif değişikliklerdir. Ciddi aksial miyopi, lens yokluğu,
kontrlateral retina dekolmanı olan hastalar retina dekolmanına yatkındır.
Kendiliğinden retinal ayrılma yılda 10/100000 kişide görülür. Fotofobi, görmede
giderek azalma, kızarıklık, ışık
parlamaları (fotopsi), aniden havada yüzen ince nesnelerin oluşması ve ağrı
hastaların yakınmalarını oluşturur. Işık parlamaları ve ani ortaya çıkan yüzen
uçuşan nesneler retina dekolmanını düşündürmelidir. Sağaltımında skleral bağ
veya pars plana vitrektomi, intraokuler silikon ile geçici tamponad
uygulanabilir (8, 10).
Retinal dekolman ince ise indirekt oftalmoskopide görülebilir. Kalın ve
kabarık ise, lens’e kadar gelmiş ise oftalmoskopi yetersiz kalır. Ultrason, BT
ve MR görüntüleme retinal dekolmanı ve altındaki nedeni gösterebilir . MRG
diğerlerinden daha üstündür. BT ve MR’da retina dekolmanı tipik olarak tepesi
optik diskte uçları ora serrataya uzanan V şeklinde görülür (Resim 17- 19). Total
retina dekolmanı varsa bütün vitröz kavite dolar ve katlanan membran optik
diskten lense uzanan kloket kanalı gibi görülebilir. MRG’de subretinal sıvının
sinyal yoğunluğu protein içeriğine ve hemorajinin olup olmadığına, varsa kanama
zamanına bağlıdır. Deliksiz retina dekolmanında subretinal alanda eksüda, delikli retina dekolmanında transuda birikir.
Eksüda yüksek protein içeriği nedeniyle MRG’de transüdadan daha güçlü sinyal ve
BT’de daha yüksek atenüasyon değerine sahiptir. Yüksek protein relaksasyonu
kısalttığı için T1 ağırlıklı serilerde yüksek sinyale neden olur (8, 27).
Peyster ve arkadaşlarının çalışmalarında retinal dekolmanın MR görüntülerinde
tümorden ayırt edilebildiği, BT’ de bunun mümkün olmadığı, subretinal sıvının T1
ve T2 ağırlıklı kesitlerde ikisinde de hiperintens görüldüğü bildirilmiştir (28).
Delikli retina dekolmanında subretinal alana geçen sıvı vitröz olduğundan
vitrözle aynı sinyal yoğunluğuna sahip olacaktır. Bu da ayrılan retinanın ayırd
edilmesini güçleştirecektir.
Koroidal dekolman (KD) ve
koroidal efüzyon (KE) suprakoroidal potansiyel alanda
seröz veya hemorajik sıvı birikmesidir. Seröz KD sıklıkla intraokuler girişim,
delici okuler travma veya enflamatuar koroidal hastalık sonrasında intraokuler
hipotoni sonucu gelişir. Suprakoroidal alandaki basınç intraoküler basınç, intrakapiller
kan basıncı ve plazma protein kolloidlerinin uyguladığı onkotik basınç ile
oluşturulur. Koroidin kapillerleri fenestredir ve açıklıkları çevre dokularla
koriokapillerler arasında görece serbest madde değişimi yapılmasını sağlayan diaframlarla
kaplıdır. Oküler hipotoni koriokapillerlerin permeabilitesinin artmasına ve
koroidal vasküler yapılardan uveal yapılara transüdasyona yol açarak bütün
koroidin şişmesine (koroidal efüzyona) neden olur. Koroidin şişmesi artarken
suprakoroidal alanda sıvı birikir, seröz veya eksüdatif KD oluşur. KE’nun diğer
nedenleri venöz hipertansiyon, gözün enflamatuar hastalıkları, miksödem,
retinal kriopeksi, Vogt- Koyanagi- Harada sendromu, nanoftalmos ve idiopatik
uveal efüzyon sendromudur. Nanoftalmos otozomal resesif hastalıktır, her iki göz
küresinin aksial uzunluğu kısa, lensler normal büyüklükte ve sklera kalındır. Skleranın
kalın olması vorteks venlerinde daralmaya, dolayısıyla koroidal kapillerlerde
venöz staza, koroidal kalınlaşmaya ve efüzyona yol açar. Nanoftalmosun ve
idiopatik koroidal efüzyonun tedavisi sklerotomi ile vorteks venlerine olan basının
kaldırılmasıdır (8).
Hemorajik koroidal dekolman görme kaybına yol açan ciddi bir durumdur. Koroidin
ve hematomun gösterilmesinde MR görüntüleme BT ve ultrasonografiden üstündür.
Ultrasonografi (US) travmatize gözde kısıtlıdır. BT’de değişik atenüasyon
değerlerine sahip düzgün, kubbe şeklinde
semilunar alan olarak tanımlanmıştır. BT, US ve MR ile yapılan seri çalışmalarda birkaç
hafta içinde boyutunun azaldığı gösterilmiştir. Boyutu küçülmesine karşın şekli
genellikle değişmemektedir. Sınırlı hematomlar MR’da göz küresinin duvarında
sinyal yoğunluğu hematomun yaşıyla uyumlu, lens şeklinde kitle veya kitleler
olarak görülür. Akut dönemde hematom T1 ağırlıklı kesitlerde vitröz ile
isointens veya hafif hiperintens, T2 ağırlıklı kesitlerde ileri derecede
hipointenstir. Birkaç gün sonra T1 ağırlıklı kesitlerde hiperintens, T2
ağırlıklı kesitlerde hipointens hale gelir, 3 hafta ve daha sonrasında ise T1
ve T2 ağırlıklı görüntülerin her ikisinde de hiperintenstir (8,27). Koroidal
efüzyonun koroidal dekolmandan ayırd edilebilmesi KE’un cerrahi onarım
gerektirmemesi, KD’ın gerektirmesi nedeniyle klinik olarak çok önemlidir. Seröz
KD, MR görüntülemede koroidal hematomdan farklı bir görünüme sahiptir. Seröz KD’da
suprakoroidal alanda nonhemorajik sıvı birikir, BT’de hipodens, MR’da transüda
görünümündedir. Koroidal efüzyon BT ve MR’da genellikle hilal şeklinde veya
halka şeklinde lezyon olarak görülür. Bazen
KD ve RD’ın görünümleri karışabilir. Retinanın ayrılan yaprakları optik diskten
ora serrataya, silier cismin pars plana’sına kadar uzanırken, koroid dekolman
optik sinire kadar uzanmaz, fakat silier cisme kadar uzanabilir. (8, 27,
29).
Oküler inflamatuar hastalıklar
Göz küresi bilinen veya idiopatik
enflamatuar hastalıklardan etkilenir. Birçok enfeksiyon etkeni gözü
etkiler. Herpes simpleks, rubella, rubeola, kızamık, varicella ve enfeksiyöz
mononukleoz gibi viral enfeksiyonlar, tuberküloz, sifiliz, lyme hastalığı,
brusella, lepra, kedi tırmığı hastalığı, e. coli gibi bakteriel enfeksiyonlar
gözü etkiler. Diyabetik hastalarda fungal enfeksiyonlar olabilir. Toksokara
canis granulomatöz korioretinitise ve eosinofilik abselere neden olur (7,21).
Kronik enflamatuar hastalıklar skleranın, koroidin ve lensin
kalsifikasyonlarına, yaygın hastalık intraokuler kalsifik kitlelere ve göz
küresinin şeklini kaybetmesine, büzüşmesine (fitisis bulbi) yol açar (21).
Skleritis idiopatik olarak veya bir sistemik hastalıkla birlikte bilateral veya
unilateal olarak ortaya çıkar. Kollajen
vasküler hastalıklar (wegener granülomatozu, romatoid artrit, poliartritis
nodoza, sistemik lupus eritematozus, enflamatuar barsak hastalığı,
CrohnHastalığı, sarkoidoz, Conan
sendromu) metabolik hastalıklar (gut),
bakteriel, viral veya fungal, enfeksiyonlar ve travma nedeniyle oluşabilir. Anterior
ve posterior skleritis olarak sınıflandırılır. Anterior skleritis ağrı, eritem,
fotofobi ve hassasiyet yakınmalarına neden olur. Posterior skleritis sklera ve
koroidde kalınlaşmaya, Tenon kapsulünde kalınlaşmaya ve bunların sonucunda
retinal dekolmana neden olabilir. Histolojik olarak diffüz veya nodüler form
olarak görülebilir. Nodular posterior skleritis uveal melanomla karışabilir. Diffüz
form BT ve MR görüntülemede uveoskleral kılıfın diffüz kalınlaşması ile
görülür, bir miktar kontrastlanma görülebilir (Resim 20–22). Eşlik eden
koroidal dekolman BT, MR ve ultrasonografi ile görülebilir. Nekrotizan
skleromalazide skleranın perforasyonu görülür, genellikle ağır romatoid
artritle birliktedir. Posterior sklerit, sklerit, sklerotenonit, perisklerit ve
orbital pseudotumör birbirinin devamı veya aynı hastalığın parçası olarak BT ve
MR’da gösterilebilir (7, 31–33).
Uveitis sıklıkla uveal traktı etkileyen enflamatuar bir süreçtir. Etiyoloji
sıklıkla bulunamaz. Birçok hastada lenfositik kontrol mekanizmasında bir
bozukluk vardır (7). Uveitis gözün vasküler tabakası ile sınırlıdır. Sklera ve
retina sıklıkla tutulmuştur. Uveitin etyolojisi sıklıkla bilinmez. Travmatik
iridosiklit anterior uveitin en sık nedenidir (Resim 23). En sık toksoplazma ve sitomegalovirüs
enfeksiyonu sonucu gelişebilir. Posterior korioretinitin en sık nedenidir (34).
İntraokuler lenfoma posterior uveit, pars planitis ve pars plana endoftalmitini
taklit edebilir. Pars plana endoftalmitinin çoğu idiopatiktir, intermediate
uveitis olarak isimlendirilir. Panuveitis en sıklıkla idiopatiktir veya
sarkoidoz nedeniyle gelişir. Vogt- Koyanagi- Harada sendromunda bilateral
granülomatöz uveit, eksüdatif koroidal efüzyon, deliksiz RD diğer bulgularla
(alopesi, vitiligo, beyin omurilik sıvısında pleositoz, meningeal bulgular)
birlikte bulunur. Behçet hastalığında, juvenil romatoid artrit, seronegatif
spondilartropatiler ve herpetik koriouveitisli hastalarda görülebilir (34). Okuler
tuberküloz sistemik enfeksiyonun endojen yayılımı ile oluşur. İntrauterin
toksoplazmozis serebral kalsifikasyonlara neden olur ve BT ile gösterilebilir. BT etyolojinin aydınlatılmasında yardımcı
olur. Ultrason, BT ve MR koroidal veya skleral kalınlaşmanın derecesini,
kitleleri ve RD ‘nin, KE veya yabancı cisimlerin değerlendirilmesinde yarar
sağlar(8,21). Psödotümör serebride görülen optik disklerdeki parlaklaşma
posterior uveitis, kedi tırmığı hastalığının uveonöral retinitisi ve retinal ve
koroidal tümörlerle karışabilir (8).
Endoftalmitis özellikle vitröz kavite ve
ön odayı etkileyen intraokuler enfeksiyon veya enfektif olmayan intraokuler enflamasyondur.
İntraoküler cerrahi, travma veya sistemik bir enfeksiyonu takiben ortaya
çıkabilir. Prematurite, lösemi, lenfoma, dissemine karsinom, uyuşturucu
bağınmlılığı, immün yetmezlik ve uzun sure kortikosteroid kullanımı gibi
kolaylaştırıcı faktörler bulunabilir. Fakoanafilaktik endoftalmitis lens
proteinini tutan, otoimmünüte sonucu gelişen granülomatöz bir enfeksiyondur.
Endojen bakteriel, fungal endoftalmitis, septik emboli koriokapillerler ve
retinal arteriollerde yerleşir. Bruch membranın hasarlanmasıyla organizmalar
retina ve vitröze ulaşabilirler. Endoftalmitte en sık olarak staphylococcus
epidermidis, staphylococcus aureus, streptokoklar ve kandida saptanır.
Parazitik granülomatozis en sık olarak T. canis ve T. catis, Cysticercus
cellulosae onchocerca volvulus mikroflaryası ile enfekte olması sonucu oluşur.
Toksokariasis posteriorda granulom ve
endoftalmitis oluşmasına neden olur (33). BT’de vitrözün dansitesinde artma
izlenir. T2 ve T1 ağırlıklı kesitlerde retinal ve koroidal venlerden protein
sızması nedeniyle artmış sinyal yoğunluğu gösterirler. Uvea kalınlaşmış
olabilir, artmış parlaklaşma veya abse nedeniyle fokal parlaklaşma
gösterebilir. KD, RD ve posterior vitröz dekolman BT ve MR görüntüleme ile
tanımlanabilir (8,10).
İntraoküler kalsifikasyonlar
İntraokuler kalsifikasyonlar hiperkalsemik durumlarda veya distrofik,
dejeneratif okuler patolojilerde (neoplazi, enflamasyon, konjenital displazi,
yaşlılık veya travmatik dejenerasyon) görülebilir (Tablo 1). Neoplazmlardaki
kalsifikasyonlar tümörün nekrozu sonucunda gelişirler. Retinoblastom, medulloepitelioma
ve nörofibromatozis tip I ve tuberoz sklerozda görülen astrositik hamartomlarda
görülür. Sturge- Weber ve Von Hippel- Lindau hastalıklarında vasküler hastalığa
bağlı kalsifikasyon ve ossifikasyonlar görülebilir. Kronik post travmatik
dejenerasyon en sık intraokuler kalsifikasyon nedenidir. Kalsifikasyon silier
cisim veya koroidde oluşabilir. Silier cisim kalsifikasyonları travma ve
enfeksiyonlardan sonra ve silier cismin medulloepiteliomasında görülür.
Koroidal kalsifikasyon da sıklıkla travma veya intraokuler enlamasyon sonucu
oluşur. Koroidal osteom, episkleral
koristom ve optik disk druzen diğer intraoküler kalsifikasyon nedenleridir
(Resim 24). Osteom nadirdir. Koristom sıklıkla sağlıklı genç kadınlarda
saptanır (8). Tipik olarak bilateral optik sinir başının yanındaki koroidde
gelişir. Optik sinir druzen, optik disk üzerinde veya yanında hyalin benzeri
maddenin depolanmasıdır. BT de retinal druzenin aksine görülebilir. Yaşlılarda lateral
ve medial rektus kaslarının yapışma yerlerinde veya önünde skleral kalsifikasyonlar
görülebilir (35). Fitizis bulbide atrofik, küçülmüş göz küresi içinde
kalsifikasyonlar görülür. Genellikle travma veya enfeksiyon sonucu gelişir.
Travmanın en sık okuler kalsifikasyon nedeni olduğu bulunmuştur (7,35). PHPV da
kalsifikasyon genellikle yoktur. Ancak büyük çocuklarda lensde ve ayrılmış
retinada kalsifikasyon görülebilir. Coats hastalığında nadiren retinada
submakuler kalsifikasyon görülebilir (Resim 25). Prematürite retinopatisinde
lensde, koroid ve retrolental dokuda geç dönemde kalsifikasyon oluşabilir. BT intraokuler kalsifikasyonların
gösterilmesinde çok duyarlıdır. MR görüntülemede T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde
paramanyetik madde içermeyen kalsifikasyonlar mobil protonların olmaması
nedeniyle hipointenstirler (Resim 26). Paramanyetik madde içeren
kalsifikasyonlar bazal ganglionlarda olduğu gibi T1 ağırlıklı kesitlerde
hiperintens görülürler (8,21).
Lökokoria
Lökokoria pupilin beyaz, sarı- beyaz, pembe- beyaz yansısıdır.
İntraoküler herhangi bir patoloji nedeniyle ışığın pupil içinden gözlemciye
geri yansıması sonucu oluşan bir semptomdur. En sık retinoblastom olmak üzere,
sırasıyla persistant hipertrofik primer vitröz (PHPV), prematürite retinopatisi,
konjenital katarakt, koroid veya optik diskin koloboması, uveitis, toksokariazis, Coat’s hastalığı, retinal
astrositoma (tuberoz skleroz), medulloepitelioma, total retinal dekolman,
retinal depo hastalığı, vitröz kanama ve diğer birçok hastalıkta görülebilir. MR
ve BT bu hastaların değerlendirilmesinde önemli bir yer turtar (2,7–9).
Retinoblastoma
Retinoblastoma retinadan gelişen bir primitif nöroektodermal tumör
tipidir ve çocukluk çağında en yaygın intraoküler tümördür. Yenidoğanların 17 000
veya 20 000’inden birinde bulunur. Tanı konulduğu zaman ortalama yaş bilateral
tümör olanlarda 12 ay, unilateral olanlarda 24 aydır. Beş yaşın üzerinde
nadirdir, fakat yetişkinlerde de rapor edilmiştir. 13q14 kromozomunda lokalize
Rb1 genlerinin her ikisinin kaybı veya inaktivasyonu vardır. Retinoblastomların
%25-33’ü kalıtsaldır, bunların %85’inde bilateral retinoblastom bulunur (Resim
27). Bu ailelerde fenotipik olarak otozomal dominant olarak geçer. Retinoblastomlu
hastaların geri kalanında unilateral hastalığa neden olan sporadik mutasyonlar
görülür. Bunlarda intrakranial primer beyin tümörü daha sık bulunur. (9,36–38).
İntrakranial nöroblastik bir tümörle
birlikte olan kalıtsal retinoblastom trilateral retinoblastom olarak
tanımlanır. Suprasellar (primitif nöroektodermal tümör) veya pineal bölgede
(pineoblastom) kontrastlanan kitle lezyonu olarak görülürler. İntrakranial kitlelerin büyük çoğunluğu (%83)
pineal bölgededir. Üç yaş altında en sık lökokori ve strabismus, daha sonra
görmede azalma (özellikle bilateral lezyonlarda), retinal dekolman, oküler
ağrı, glokom veya oküler enflamasyon gibi yakınmalarla gelirler (21,38). Genellikle
oftalmolojik bakı ile tanınabiir, ancak genellikle ileri retinal dekolman kitlenin
iyi görünmesini engelleyebilir. BT
retinoblastomların çoğunda seçilecek ilk radyolojik yöntemdir. Kontrastsız BT
tetkiki retinoblastom olgularının %90’nında intraoküler kalsifikasyonları gösterir
(Resim 27 ve 28)(9). Üç yaş altında kalsifiye olan başka bir tümör olamadığı
için intraoküler kalsifikasyon üç yaşın altında aksi kanıtlanıncaya kadar
retinoblastom olarak kabul edilmelidir. MR görüntüleme özellikle intrakranial
metastazın, koroidin ve optik sinir tutulumunun değerlendirilmesinde
faydalıdır. T1 ağırlıklı kesitlerde tümör vitröze göre hiperintens, T2
ağırlıklı kesitlerde hipointenstir. Bu görünüm bu yaş grubunda retinoblastomlar
için tipiktir. %65 olguda vitröz kavite içinde özellikle fitizik gözde serbest,
T1’de hiper, T2’de hipointens ayrı bir tümör olarak görülebilir. Kontrast madde enjeksiyonundan sonra ılımlı
bir parlaklaşma gösterir (Resim 28–33). Retinal dekolman sıklıkla eşlik eder. Subretinal
sıvı T2 ağırlıklı kesitlerde vitröz ile izointens, T1 ağırlıklı kesitlerde
genellikle hiperintenstir. Büyüklüğü 2 mm’nin altında olan tümörler kontrastsız
ve kontrastlı serilerde sıklıkla görülemez. Retinoblastomdan kuşkulanılan
hastalarda optik sinirin kılıfın ve intrakranial yapıların durumunun
değerlendirilmesi, önemlidir. Bu yüzden tüm beyin kesitleri de tetkike
eklenmelidir. MR görüntülemenin optik sinir tutulumunun değerlendirilmesinde %
53.8 duyarlılığa, % 82.3 ayırt ediciliğe, koroid tutulumunda %75 duyarlılık,
%100 ayırt ediciliğe, tümör kalsifikasyonunu derecesini değerlendirmede de %
91.7 duyarlılık ve %88.9 ayırt ediciliğe sahip olduğu gösterilmiştir (9,36).
Retinoblastomu
taklit eden intraoküler kitle ve kitle benzeri lezyonlar
Coats hastalığı retinal telenjiektazi olarak da bilinir. Genellikle 4-8 yaşlarında erkek
çocuklarda (%70-85) oluşan konjenital bir hastalıktır. Lökokori ve strabismus
ile, okulda göz taramasında saptanabilir.
Anormal vasküler yapılardan retina kan bariyerinin bozulmasıyla intraretinal
ve subretinal lipoproteinöz eksüda birikimine ve daha sonra retina dekolmanına neden
olur. Bazı hastalarda glokom ve ağrıya yol açar. Coats hastalığı damarların lazer
veya krioterapi ile obliterasyonu ile gerileyebilir ve bunlar bazı hastalarda
enükleasyonu önleyebilir. Bu anormal damarlar erken dönemde genellikle ekvatorda
temporal kadranda veya periferinde, veya her yerinde bulunabilir (8,39).
Hastalığın ilerlemesi ile massif intraretial ve subretinal effüzyon artan
miktarlarda anormal vasküler yapılara eşlik eder. Retinada kalınlaşma ve
retinal dekolman görülür (Resim 17, 34,35). Görüntüleme retinoblastomun ekarte edilmesinde
çok önemlidir. Neovaskülarizasyon nedeniyle hemoraji görülebilir. BT’de
kalsifikasyonun görülmemesi, MR’da parlaklaşan kitle lezyonunun olmaması
retinoblastomdan uzaklaştırır. Erken
dönemde görüntüleme bulguları normal olabilir. Daha sonraki dönemlerde bütün
sekanslarda hiperintens retinal dekolman görülür. Kontrast verildikten sonra retinadaki
anormal damarlar nedeniyle retina lineer boyanma gösterir. Retinoblastom T1 de
hiperintens, T2’de hipointens ve solid kitle şeklinde kontrastlandığı için kolayca
ayırt edilebilir (Resim 28-32). MR spektroskopide 1 ppm ile 1.6 ppm arasında
lipit ve/veya proteolipitlerle uyumlu geniş pik saptanmıştır. Normal göz
küresinde lipit bulunmamıştır (40,41). Lazer fotokoagulasyon veya krioterapi erken
hastalıkta yararlı olabilir. Geç dönemde enükleasyonunu gerektirebilecek
neovaskülarizasyon ve glokom meydana gelebilir (9)
Persistan hipertrofik primer
vitröz (PHPV) gözün gelişimi sırasında hiyaloid
arterin atrofisi ve lens kesesinin lumeninin kapanması ile gestasyonun 6. ve 7.
haftasında lens gelişimi hızlanır. Bu fötal vasküler yapının tam ya da tam
olamayan regresyonunun olmaması diskten lense kadar uzanan vaskülarize bir
membranın veya sapın oluşumuna yol açar, persitent primer hiperplastik vitröz
olarak isimlendirilir (6). Miyadında yenidoğan
bebekte unilateral lökokori ve mikroftalmi ile görülen bir malformasyondur. Glokom,
miosois, irisin öne doğru taşması ve silier uazantıların kontrakte olması eşlik
edebilir. Bulgular genellikle doğumda veya çok kısa süre içinde fark edilir.
Nadiren trizomi 13, Noorie sendromu, Warburg sendromu ile birlikte olabilir.
Bunlarda PHPV bilateraldir. MR retinoblastomdan ayırt edilmesinde çok yardımcı
olur. Tipik olarak mikroftalmik olmasına
karşın normal büyüklükte de olabilir. Sık olmayarak PHPV’li gözde glokoma bağlı
buftalmus gelişir. Histopatolojik olarak
retrolental fibrovasküler membran, uzamış silier çıkıntıların küçük lensin
periferine uzandıkları görülür. Bu çıkıntılar retrolental kitlenin içinde
kalırlar. Lens lifleri dejenere olur ve epitelyum hücreleri posteriora göç
eder. Katarak meydana gelebilir. BT ve MR
görüntülemede kontrastla boyanan kitle ve anteriora doğru yer değiştirmiş lens
tipik bulgulardır. Kitle hyaloid kanal (Cloquet kanalı) içine doğru uzanır ve
üçgen şeklinde bir kitle oluşturur. Retinal dekolman ve posterior hyaloid
dekolman sıktır. Vitröz T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde genellikle
hiperintenstir. Retinal veya subretinal kitle görülmez. Sıvı -sıvı seviyesi
sagittal kesitlerde veya lateral dekübit pozisyonunda görülebilir. PHPV’lü göz
küreleri genellikle mikroftalmiktir. Glokom gelişecek olursa buftalmosla
sonuçlanabilir. MR görüntüleme BT’den üstündür. Anormal lens, retrolental
kitle, eşlik eden retinal veya postrior hiyaloid dekolman MR görüntüleme ile
daha iyi değerlendirilebilir. Kontrastlı T1 ağırlıklı görüntülerde retrolental
kitle ve ön odada parlaklaşma görülülebilir. (9, 40).
Prematürite retinopatisi (PR)
bilateral, sıklıkla simetrik, oksijen toksisitesi sonucu
prematür bebeklerde gelişir. Prematüritenin derecesi ile PR gelişme riski direkt
olarak ilişkilidir. Destekleyici oksijen tedavisi retinal damarlarda spazm
oluşturarak retinal iskemiye neden olur. Bu retinanın vitröz içine uzanan fibrovasküler
proliferasyonunu oluşturur. Daha sonra fibrovasküler membran kontrakte olarak
retinal dekolmana, introkuler hemorajiye ve görme kaybına neden olur.
Persistant fötal damar yapısı fibrozise neden olur ve silier uzantıların
uzamasına neden olabilir. Lökokori ve kronik retinal dekolman vardır, hastalık
sıklıkla ilerleyerek tek veya heriki gözde fitizis’e neden olur. Kalsifikasyon
nadiren görülebilir. MRG ve BT görünümleri PHPV ile benzer olabilir (40). İlerlemiş
olgularda göz yuvarlakları retinal dekolmanlar ve intraokuler kanama ile
heterojen, küçük olabilir. T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde kanama ndeniyle
genellikle vitröz hiperintenstir. Klinik bulgular ve öykü, üç yaşın üstünde
kalsifikasyonların görülmesi ve bilateral olması nedeniyle retinoblastomla
karışmaz(9).
Toksokariasis endoftalmiti toksokara kanis ve kati parazitlerine karşı gelişmiş gözün enflamatuar
reaksiyonudur. Sklerozan endoftalmit de denir. Enfeksiyon toprakta yıllarca
yaşayan parazit yumurtalarının ağızdan alınmasıyla oluşur. Toksokariasis
genellikle unilateraldir ve çoğunlukla daha büyük çocuklarda oluşur.
Korioretinit, endoftalmit veya posterior veya periferal granulom oluşturabilir
(42). Steward ve arkadaşlarının yapmış
olduğu çalışmada okular toksokariasis’in %50 hastada periferik retinada
granulom, %25 hastada makulada granulom ve %25 olguda endoftalmiti taklit eden
ileri vitröz endoftalmit olduğunu, görme kaybının nedenlerinin %52,6 olguda
vitritis, %47 olguda makular ödem, %36 olguda traksiyon retina dekolmanı
olduğunu bulmuşlardır (43). Vitröz
bantlar, vitröz ve retinal traksiyonlar; retinal, subretinal ve vitröz
hemorajiler meydana gelebilir. Retina ve optik diskte yer değişikliği
görülebilir. Lenfosit, plazma hücreleri, eosinofil ve dev hücrelerle
infitrasyon mevcuttur. Margo ve arkadaşlarının histopatolojik olarak doğrulanan
üç olgusunda BT’de diffüz veya fokal, belirgin kontrastlanmayan kitle lezyonu
olarak görülmüştür (2,44). İnflamatuar değişiklikler uveoskleral tabakada lokal
düzensizlikler, kontrastla hafif boyanma olarak görülebilir (resim). Larval
infitrasyona sekonder oluşan enflamasyon nedeniyle subretinal proteinöz sıvı
MRG’de T1, proton dansitesi ve T2 ağırlıklı kesitlerde değişik derecelerde
vitröze göre hiperintens olarak izlenir (2). Radyolojik olarak kronik retinal
dekolman ve organize vitrözü, toksokara
granulomundan, Coats hastalığından, PHPV’dan, prematurite retinopatisinden ve
non kalsifiye retinoblastomdan ayırt etmek güçtür. Toksokara granülomu tanısı
bugün %85 oranında enzyme-linked immünosorbent assay (ELİSA) testi pozitifliği
ile konulabilmektedir (2,42). Hayvan hastanelerinde çalışanların %11’inde,
İngiltere’de topraktan yapılan incelemelerde örneklerin %25’inde T canis ve T
cati yumurtaları pozitif bulunmuştur. Çocuklarda ELİSA testi pozitifliği yaşla
artmaktadır (6 aya kadar %0, 7–12 aya kadr %1, 2–9 yaş arasında %8,3, 10–80 yaş
arasında %10,1) Ilıman ve nemli bölgelerde yüksek oranda bulunmaktadır.
Retinal displazi nöral ektodermin farklılaşmasında bozukluk sonucu oluşur. Sporadik veya
genetik defektler sonucu oluşur. Norrie hastalığı veya Walker Warburg sendromu
gibi hastalıkları içerir. Konjenital retinal dekolmana yol açan dış retinada
anormal proliferasyon ve retinada katlanma bulunur. PHPV bu hastalıklarda ve
retinal displazilerde diğer malformasyonlarla birlikte ortaya çıkar.
Norrie hastalığında (konjenital progressif okuloakoustikoserebral
dejeneresyon) X’e bağlı resesif kalıtsal, erkek çocuklarda hastalığa neden
olan, taşıyıcı kadında hastalık oluşturmayan konjenital bir hastalıktır.
1927’de Norrie tarafından iki ailede yedi olguda aynı körlüğü tanımlamış,
1961’de Warburg tarafından genetik geçişi açıklanmış, konjenital göz
hastalığına sağırlık ve mental retardasyon eklenmiştir. Gözde erken yenidoğan
döneminde kısmi veya tam retinal dekolman, vitreo retinal hemoraji, bilateral
dens vitröz cisim, retrolental kitle, katarakt, glokom, optik sinir
atrofisi, mikroftalmi, fitizis bulbi
mevcuttur, zaman içinde körlükle sonuçlanır (2).
Walker Warburg sendromunda mikroftalmi, konjenital olarak unilateral
veya bilateral retinanın yapışmamış olması, santral sinir sistemi
malformasyonları, yarık damak, polidaktili, karaciğer ve böbrek kistleri, ve
genital malformasyonlar görülür. Embriyolojik olarak serebral korteks ve retina
etkileyen genetik defekt bulunur. Mental retardasyon, ensefalosel, hidrosefali
veya lissensefali görülebilir. Mikroftalmus ve yapışmamış retinaya ek olarak
vitröz kanama, PHPV, geniş intravitröz damar görülebilir. Subretinal kanama,
intravitreal seviyelenme persistan primer vitröz, Cloquet kanalı ve yanında üçgen
şeklinde intra vitreal kitle görülür (7)
Retinoblastomu taklit
eden daha az sıklıkta görülen lezyonlar
Astrositik hamartom (retina
astrositomu) benign, sarı beyaz, nadir, tuberoz sklerozda ve nörofibromatoziste veya izole olarak
oluşur. Erken dönemde retinoblastomdan ayırt edilmesi çok güçtür. Bu dönemde
eşlik eden bulguların henüz olmaması tanıyı güçleştirir. 1-
Retinal pigment epiteli ve
retinanın kombine hamartomu nadir, konjen,tal bir
tümördür. Posteror polde veya optik diskte RPE’ni tutan matur hücrelerin
çoğalması ile bir yükseklik ve değişken pigmentasyon oluşur. Klinikle veya
radyolojik olarak retinoblastomdan ayrımı güçtür.
İncontinentia Pigmenti deriyi, gözü ve iskelet sistemini tutan malformasyonlarla birlikte
bilateral asimetrik okuler tutulum görülen bir hastalıktır. Retinal vasküler
anormallikler, pigment değişiklikleri, RPE’da proliferasyonla intraokuler
noduler kitle görülür.
Jüvenil ksantogranüloma bebekleri ve küçük çocukları etkileyen multifokal idiopatik kutanöz
döküntüdür. Deri lezyonları histiositlerden oluşmuş yeşil sarı granulomatöz
nodullerdir. Anterior uveal trakt genellikle etkilenir. Ancak soliter veya
diffüz bir oküler kitle olarak da görülebilir.
Ganglioneuroma embrionik optik kadehin nöroektodermal hücrelerinden gelişen nadir bir
okuler tümördür.
Koroidal osteoma genellikle genç, kızlarda unilateral olarak bulunan nadir bir tümördür.
Fibrovasküler doku içeren matür kemik histopatlojik değerlendirmede
gösterilmiştir. US ve BT lezyonun gösterilmesinde yararlıdır.
Retinal gliosis, özellikle yara veya hasara yanıt olarak retinada astrositlerin
artması ve hipertrfiye olmasıdır. Kitle görünümü oluşturabilir veya traksiyonel
retinal dekolmana neden olabilir.
Miyelinize sinir lifleri nadiren peripapiller alanda retinada miyelinize lifler görülür. Bunlar
hafif kabarık beyaz bir plak oluşturur.
Subretinal neovasküler
membranlar retinal yaralanmaya reaksiyon olarak
koriokapilaristen yeni damarların oluşması kanamaya veya sıvı sızmasına ve
seröz retinal dekolmana yola açar
Vitröz opasiteler uveit, endoftalmit, kanama veya herhangi bir hastalıkta vitröz içindeki
hücreler vitröz içine retinoblastomun yayılmasını taklit edebilir ve retinanın
değerlendirlmesini engelleyebilir.
Koroidal ve retinal
hemanjiomlar çocuklarda retinoblastomu taklit
edebilir. Kitlenin üstünde normal retinal damarlar görülür .
Yetişkinlerde Okuler
tümörler:
Yetişkinde primer veya metastatik okuler neoplazmların çoğu uveal
traktı, özellikle koroidi tutar. Malign melanoma uveayı tutan en sık görülen
tumördür. Çocuklarda en sık görülen tümör olan retinoblastom retinayı tutar.
Retinal astrositik hamartom en sık tuberosklerozda görülür, ancak
nörofibromatoziste de görülebilir. Bu hamartomlar patolojik olarak genellikle
kalsifikasyon içeren fokal benign astrositik proliferasyonlardır.
Medulloepitelioma primitif nöral epitelden gelişmiş embriyonik bir
neoplazmdır. Tipik olarak silier cisim epitelinden gelişirek pupil ve irisin
arkasında bir kitle olarak görülür. Ancak retina veya optik sinirde gelişmiş
posteriorda bir kitle olarak da görülebilir.
Malign uveal melanom’lar yetişkinlerde en sık görülen intraokuler tümördür. Her 1 000 000
da 5–7 insanda oluşur. Malign intraokuler kitlelerin %70’i malign melanomdur.
En sık koroidal melanom, daha sonra silier cisim melanomları ve en az iris
melanomları görülür (45,46). Bu tümörlerin bazıları daha önceden var olan
nevüslerden gelişirler. Koroidal hemanjioma, koroidal nevi, KD, koroidal kist,
uveal nörofibrom ve schwannoma, uveal leiomyom, silier cisim adenomu ve
adenokarsinomu, medulloepiteliom, juvenil ksantogranulom, RD, makulanın disk
şeklinde dejenerasyonu, metastatik tumörler gibi birçok benign veya malign
tümörler malign uveal melanom ile karışabilir. Uveal trakt tümörleri anatomik
lokalizasyonları nedeniyle intraokuler cerrahisiz, biyopsi ile ulaşılması
mümkün değildir. Bu yüzden genellikle floressein anjiografi, ultrasonografi, BT
ve MR görüntüleme gibi tanısal yöntemler ve klinik bakı ile tanı konulur. Patolojik
olarak uveal malign melanomalar hücre tipine göre klasik olarak spindle A
tumörler, spindle B tumörler ve epiteloid tümörler olarak sınıflandırılır.
Spindle A tumörler en iyi, epiteloid tumörler en kötü prognoza sahiptir (47). Klasik
olarak koroidal melanoma değişik klinik görünümde olabilir. Pigmentasyon
değişken miktarlarda olabilir, önce koroid içinde düz bir kitle şeklindeyken,
daha sonra Bruch membranını kaldırır, yırtar ve vitröz kavite içine doğru
büyüyen karakteristik mantar şeklinde kitle görünümünü alır. Nadir olmayarak
hemorajik retinal dekolmana neden olabilir (%95) (45). Eğer tumör tedavi
edilmezse sekonder glokom gelişebilir ve retrobulber alana geçebilir (47). En
önemli prognostik faktör tumör pigmentasyonudur, çok belirgin pigmentasyon daha
kötü prognozu gösterir. Tümör boyutlarındaki artış, ekstra okuler yayılım,
silier cismin invazyonu ile de prognoz kötüleşebilir. Bazı tümörler, özellikle
spindle (iğsi) hücre tipine sahip olanlar, amelanotik olabilir (%22) (45,47).
Uveal melanomlar genellikle oftalmoskopi, floresein anjiografi veya
ultrasonografi (US) ile doğru olarak tanımlabilirler. BT’de uveal melanomların
çoğu hiperdens keskin kenarlı lezyonlar olarak görünür.
MR görüntüleme melanomların görüntülenmesinde diğer yöntemlere göre
daha üstündür (9). MR görüntüleme bütün uzaysal planlarda bağımsız olarak
değerlendirmeye izin verir. Özel üretilmiş yüzeyel sarmallarla daha yüksek
çözünürlüklü görüntüler elde edilebilir (45). Melanotik lezyonların MR
görüntüleme özelliklerinin melaninin paramanyetik özellikleri ile ilgili olduğu
düşünülür. Uveal melanomun melanin içeriğinin MR sinyalinin yoğunluğu arasında lineer
ilişki olduğu gösterilmiştir (49). Tümörlerin çoğunun aksine melanomlar T1 ve
proton dansitesi ağırlıklı görüntülerde yüksek, T2 ağırlıklı kesitlerde düşük
intensiteli alanlar olarak görülür (Resim 36-38). Görsel değerlendirmede
görüntülerdeki pigmentasyonla histopatolojik olarak tanımlanan pigmentasyon
arasında korelasyon T1 ağırlıklı görüntülerd %58, T2 ağırlıklı görüntülerde
%53olarak bulunmuştur. Melanomun sinyal intensitesinin vitröz cismin sinyal
intensitesine oranı hesaplanarak yapılan nicel değerlendirmede ise T1 ağırlıklı
görüntülerde korelasyon %86 bulunmuştur. Ancak T2 ağırlıklı görüntülerdeki
pigmentasyonla histopatolojik olarak tanımlanan pigmentasyon arasında
korelasyonun düşük olduğu (%26) görülmüştür. (49). Tümör mantar şeklinde, oval,
plakoid veya diffüz olabilir. MR görüntülemede melaninin paramanyetik
özellikleri önemli bir rol oynamasına rağmen tümörün histolojik özellikleri de MR
görüntüleme bulgularına katkı sağlar (48). Melanomlar sıklıkla gergin olarak
birbirine bağlanmış yığınlar oluştururlar ve yüksek derecede sellüler (büyük
nükleuslu, az sitoplazmalı) hücrelerden oluşur. Bu nedenle T2 relaksasyon
zamanı kısadır. Nekroz ve kanama sıktır ve bunlar T2 de yüksek sinyale neden
olurlar. Çok küçük bir intraokuler malign melanom varlığında bile ileri
derecede ekstraokuler yayılım olabilir. Konrast verilmesi ardından tumörün
parlaklaşması, şekli ve pozisyonu tumorün retinal dekolmandan ayırt edilmesinde,
ekstraokuler yayılımlın değerlendirilmesinde yardımcı olmaktadır. Retinal
dekolmanda kontrast madde (Gd -DTPA) enjeksiyonundan sonra sinyal değişikliği
izlenmemektedir.
Melanositoma yoğun pigmentli benign bir tümördür. Uveada ve optik sinirde meydana
gelebilir. Radyolojik olarak uveal melanoma benzer. Optik disk melanositoması maksimum
pigmentli polihedral nevüs hücrelerinden oluşur ve klinik olarak çok koyu
görünür. MR’ da T2 ağırlıklı kesitlerde ileri derecede hipointenstir (7,8).
Koroidal hemanjioma koroidin benign vasküler bir tümörüdür. Sıklıkla tümör retinal dekolman
ile gizlendiği için tanısı güç olabilir. Ayrıca hemanjioma diğer intraokuler
tümörleri taklit edebilir. Koroidal hemanjiom sporadik olarak veya Sturge
–Weber hastalığı ile birlikte ortaya çıkabilir.
Fasial nevüs, ipsilateral kutanöz lezyonlar, bilateral oküler bulgular
ve leptomenigeal venöz hemanjioma gibi eşlik eden bulguların varlığında tanı
kolaydır. Sınırlı koroidal hemanjioma Sturge –Weber ‘le birlkte değildir ve
benign vasküler tumör olarak tanımlanır (49). Genellikle posteriorda, amelanotik, kırmızı –kavuniçi lezyon olarak görülür. Flouressein
anjiografi ile tümör damarlatının erken doluş gösterdiği görülür. Amelanotik
melanomlardan ayrımı güçtür. T1 ağırlıklı kesitlerde lentiform koroidal
hemanjiom vitröz ile izointens veya hiperintens, FSE T2 ağırlıklı kesitlerde çoğu olguda vitröz ile homojen
izontens alan olarak görülür (Resim 39). Ancak FSE T2’de hipointens de
görülebilir. Retinal dekolman az değildir. Eğer retinal dekolman oluşursa hemanjiomun
üzerindeki retina kısmı T2 ağırlıklı kesitlerde ince hipointens bir çizgi
olarak görünür hale gelebilir (Resim 39)(49). Dinamik çalışmalarda kontrastla
erken ve güçlü parlaklaşma görülmüştür.
Uveal metastazlar klinik ve radyolojik olarak uveal melanomla karıştırılabilir. Metastatik hücreler kısa posterior silier
arterlerle göz küresine ulaşırlar. Bu yüzden sıklıkla posterior yarımkürede
yerleşirler. Meme ve akciğer kanserleri en sık olarak göze metastaz yaparlar.
Olguların üçte birinde bilateraldir(8). Uveal melanomlar ve metastazların
sinyal yoğunlukları benzerdir. T2 ağırlıklı kesitlerde genellikle
hiperintenstir ve kontrastla parlaklaşma gösterirler (Resim 40). Retinal
dekolmanlar koroidal metastazlara sıklıkla eşlik eder (9).
Lenfoma ve lösemik
infiltrasyonlar da melanomla benzer görünüm
oluştururlar. T2’de düşük, T1’de düşük veya izointens sinyal oluştururlar ve
ılımlı parlaklaşma gösterirler. Tanıyı destekleyebilecek intrakranial lezyonlar
eşlik edebilir (Resim 19) (9).
Uveanın diğer tümörleri:
Koroid ve silier cismin bir çok tümörü vardır, bazıları çok ender
görülürler. Ortaya çıktıkları zaman uveal melanomdan ayırt edilmeleri çok
güçtür. Bunlar uveal traktın nörofibrom, schwannom, adenom, leyomiyom gibi
tümörlerini ve lenforetiküler proliferatif hastalıklarını içerir. Nörofibromatoziste iriste, koroidde ve
silier cisimde pigmente noduller görülebilir, trabeküler ağı infiltre ederse
glokom gelişebilir. Lezyonlar yeterli büyüklüğe erişebilirse BT ve MR ile
görülebilirler. Silier cismin adenomları küçük, iyi sınırlı kitleler olarak
görünebilir.
Leiomiyom çok nadirdir, diğer iğsi hücreli tümörlerden, özellikle amelanotik iğsi
hücreli melanomlardan ayırd edilmelidir. Mezoektodermal leyomiyomun MR
bulguları iyi sınırlı, T1, T2 ve proton dansitesi görüntülerde hiperintens non
invaziv bir tümör olarak rapor edilmiştir (2).
Medulloepiteliyom veya diktiyom silier cismin
ender bir tümörüdür. Küçük çocuklarda daha çok görülür. Ancak yetişkinlerde de
görülebilir (2). Primitif nöroepitelyumdan gelişen unilateral emriyolojik
kalıtımsal olmayan bir tümördür. En sık silier cismin pigment içermeyen silier epitelinden
gelişir. Optik sinir ve retinadan da kaynaklanabilir. Tanınabilmesi için
radyolojik ve klinik bulgularının bilinmesi gerekir. Silier cisim kitlesi, lens
kolobomu, lens subluksasyonu, katarakt, silier prosesler arasında fibrovasküler
membran ve glokom ile gelirler. Klinik bakıda olguların % 60’ında düzensiz
yüzeyli kistik lezyonlar izlenir. Silier cisimde ince kalsifikasyonlar
medulloepiteliomu destekler (50). Tümör önde iris içine, posteriorda vitröz
içine uzanabilir. İleri olgularda göz küresini tümüyle doldurabilir. Huni
şeklinde retinal dekolman eşlik edebilir, bu durumda PHPV ile karışabilir. Medulloepitelomlar
nontteratoid ve teratoid olarak sınıflanırlar. Nonteratoid medulloepiteliomda
çoğalan şerit ve liflere ek olarak silier epitel görülür. Teratoid
medulloepiteliomlarada ise kıkırdak, kas, beyin benzeri dokular görülür. Malign
medulloepiteliomlar zayıf hücresel farklılaşma, hücresel polimorfizim,
sarkomatöz değişim ve çevre dokulara invazyon görülür. Malign
medulloepiteliomlar daha fazla görülmektedir(50). Nonteratoid silier
medulloepiteliom BT’de kalsifiye olmayan kitle olarak silier cisim bölgesinde
görülür. MR’da vitröze göre T1’de hiperintens,
T2ağırlıklı kesitlerde hafif hipointens olarak izlenir ve kontrast
verilmesinden sonra homojen kuvvetli parlaklaşma gösterir (Resim 41). Bu sinyal
özellikleriyle çocukta retinoblastom, yetişkinde uveal melanomla karışabilir
(47,50). Teratoid medulloepiteliomda BT de tumör içindeki kıkırdak dokusu
nedeniyle distrofik kalsifikasyon görülebilir. Kalsifikasyon nedeniyle MRG’de
T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde tümör hipointens olarak izlenir ve kontrastla
parlaklaşma göstermez.
Optik sinir medulloepiteliomu çok nadirdir. Optik drusen,
ksantogranulom, papillitis, optik sinir gliomu, menenjiom, ve optik sinir
granulomu ile karışabilir, optik sinire uzanmış retinoblastom ile ayırıcı
tanısı gerekebilir (50).
Senil makular dejenerasyon yaşlılarda körlüğe neden olur, koriokapillerisin arteriosklerozu,
RPE’in disfonksiyonu, nöral epitelial hücrelerin kaybı ile ortaya çıkar. Bruch
membranında hiyalinizasyon ve kalınlaşma en erken görülür. Koroidal
neovaskülarizasyon ile retinal dekolman oluşabilir. Hemoraji senil maküler dejenerasyonun en
ciddi komplikasyonudur. Vitreusta likefaksiyon oluşabilir, bu da posterior
hiyaloid dekolmana yol açar. BT ve MR’da senil makuler dejenerasyonda
melanomdan daha fazla kontrastlama görülür. MR’da T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde
hemoraji, posterior hyaloid dekolman ve retinal gliosis gibi diğer
komplikasyonlar nedeniyle değişik sinyal özellikleri görülür (47).
Okuler travma olgularında ferromanyetik metal içeren yabancı cisim olasılığı nedeniyle MR görüntüleme yapılmamalıdır. Manyetik
alan yabacı cismin yer değiştirmesine ve intraokuler içeriğin bozulmasına yol
açar. Akut yaralanmada MR görüntüleme gerekiyorsa direkt grafi ile incelenmeli
veya çok ince kesit ve kesitler arasında boşluk olmaksızın BT ile ferromanyetik
metal içeren yabancı cisim varlığının dışlanması gerekir (51). Okuler yaralanma öncelikle BT ile
değerlendirilmelidir. Ön odadaki kanama “hyphema”, lensin önünde dansite
artışı, hiperdens görünüm ve lensden gözün ön kenarına olan mesafenin artışı
ile karakterizedir. Vitröz sıvı içine kanamada da vitrözün dansitesi artar. Koroidal
ve retinal dekolman görülebilir. Koroidal dekolmanda lens şeklinde görülen suprakoroidal
hematom optik diskten biraz daha önde, vorteks venlerinin çıkış yerlerinde
sonlanır. Retinal dekolman da subretinal sıvı optik diske ulaşır. Akut dönemde
bu intra okuler kanamalar BT’de hiperdens, MR’da kanamanın dönemine göre
değişen sinyal yoğunlukları gösterirler (52). Lens subluksasyonu
dislokasyonundan daha sıktır. Lensi yerinde tutan zonular lifler kısmen
yırtılırsa subluksasyon, tamamen yırtılırsa dislokasyon meydana gelir, lens
vitreus içinde normal yerinden uzakta lens şeklinde veya ovoid hiperdansite
olarak görülür. Göz küresinin rüptürü perforasyon veya laserasyona bağlı olarak
vitreus sıvısının akması ile oluşur. İntraokuler basınç düşer, göz küresinin
büyüklüğünde ve şeklinde asimetrik görünüm, retrobulber yağda ipsi çizgiler
görülür. Kronik dönemde kalsifikasyon ve içine çökme ile “fitizis bulbi” oluşur
(Resim 26) (52).
Penatran yaralanmalar ve
yabancı cisim lokalizasyonu tedavinin planlanmasında
önemlidir. İntraokuler kanama, katarak veya ‘hyphema’ endoskpik bakıyı
engeller. Direkt grafilerde metal görülebilir. BT’de oluşan metalik artefaktlar
1mm’den küçük metal parçalarının görülmesine yardımcı olur (Resim 7).
Diamanyetik ve paramanyetik maddeler MR’da bir risk oluşturmazlar, fakat
ferromanyetik metaller okuler yaralanmaya ve görme kaybına yol açar (2,51,52). İntra
okuler cam parçalarının BT, MR ve US ile değerlendirilmesinde BT en duyarlı
yöntem olarak bulunmuştur (53). Camın dansitesi, kalınlığı ve büyüklüğü fark
edilebilirliğini artırmaktadır.
İntraokuler implantlar iki çeşittir: 1. sferik okuler implantlar (enükleasyondan sonra
uygulanır), 2. rekostruktif okuler implantlar (plakalar, kılıflar, ve fiksasyon
vidaları cerrahi veya cerrahi olmayan travmalarda onarım için kullanılır).
Enükleasyondan sonra uygulanan hidroksiapatit implantların vaskülarizasyonunun
değerlendirilmesinde kontrastlı MR görüntülemenin etkin olduğu kanıtlanmıştır
(Resim 42, 43). Diğer poröz implantlarda da yararlı olabileceği düşünülebilir.
Travma, enfeksiyon, kanama veya tumör rekürrensinin rekonstrüktif orbital
implantlarla ilişkisinin değerlendirilmesinde BT ve MR giderek daha fazla rol
almaya başlamıştır. Spiral BT tetkik
süresini kısaltarak daha kısa sürede görüntü alınmasını sağlayarak çocuklarda
ve uyumsuzlarda avantaj sağlar. MR vaskülarizasyonun ve tumör invazyonunun
değerlendirilmesinde üstündür. İki modalite birlikte implant olgularının
tedavisinde ve takibinde büyük bir iyileşme sağlar (55). Retinoblastom nedeniyle enükleasyon sonrası
implant uygulanan hastada implantın yer değiştirdiği görüldüğü zaman rekürren
tümörün dışlanması önemlidir. İmplant aynı zamanda yumuşak dokularda iyileşme
ve kapanmanın yetersiz olması nedeniyle de yer değiştirebilir (55).
ORBİTA ANATOMİSİ VE
GÖRÜNTÜLEME:
Orbitalar göz yuvarlaklarını, kasları, vasküler yapıları, lenfatikleri,
sinirleri (II, III, IV, V1, VI. kranial sinirler), yağ ve bağ dokusu ve gözyaşı
sisteminin büyük kısmını içeren iki adet çukurdur. Orbita periosteum ile
sarılıdır, tenon kapsülü ile göz küresinden ayrılır. Orbital septum ve göz
kapakları önde yer alır. Orbita kemik yapılarla superiorda ön kranial fossadan,
inferiorda maksiler sinüsten, medialde etmoid sinüs ve nazal kaviteden,
lateralde yüz ve temporal fossadan ayrılır (2,56). Orbita anatomisi, kemik ve
yumuşak dokular BT ve MR ile birçok yerde tanımlanmıştır. BT ile kemik
yapıların gösterilmesi, farklı atenüasyon değerleri ile dokuların ayırd
edilmesi, MR ile dokuların farklı T1 ve T2 relaksasyon süreleri nedeniyle
yumuşak dokuların yüksek çözünürlükle gösterilmesi, içyapılarının ayırt
edilmesi ile orbital yapılar ayrıntılı olarak tanımlanabilmektedir (Resim 44,45)(21).
Orbital kemikler:
Orbital yapılar apeksinde optik foramen bulunan bir kemik piramit
içinde yerleşmiştir. (2,10,11,21,56,57).Orbitanın tavanı frontal kemik ve
sfenoidin küçük kanadının büyük bir kısmı tarafından oluşturulur. Lateral duvarı
önde zigomatik kemik ve arkada sfenoid kemiğin büyük kanadı tarafından, medial
duvarı maksiler kemiğin frontal çıkıntısı, lâkrimal kemik ve etmoid kemiğin
lamina papyracea’sı, tabanı ise zigomatik kemik, maksilla ve çok küçük olarak
medialde palatin kemik tarafından oluşturulur (57). Orbita kenarlarını frontal,
zigomatik ve maksiller kemik yapar (Resim 44).
Superior orbital kenar maksiler kemiğin frontal çıkıntısında sonlanan
inferior orbital kenarın posteriorunda uzanan lakrimal kemiğin çıkıntısında
sonlanır. Lakrimal kese çukuru bu iki çıkıntının arasıdır. Anteromedialde
frontal sinüs, anterolateralde lakrimal bez frontal kemiğin bir girintisi olan
lakrimal fossada bulunur. Bez superiorda periostla ilişkilidir, inferiorda
lateral rektus ve göz küresinden tutucu bağlarla ayrılır (2,57). Lakrimal
kesenin oluğu anteriorda yeralır, ve nazal kaviteye açılan nazolakrimal kanalla
bağlantı kurar. Nazoakrimal kanal
Foramenler:
Orbital apeks optik kanal ve superior orbital fissür tarafından
yapılır. Optik foramen sfenoid kemiğin küçük kanadı tarafından oluşturulur ve
superior orbital fissürden bir kiriş ile ayrılır. Orbita tavanın ve medial
duvarın posterior ucunda optik kanal ve optik foramen orta kranial fossa ve
orbita arasında ilişki kurar. Optik foramen
medialde sfenoid kemiğin cismi ile, superiorda küçük kanadın superior kökü ile,
inferior ve lateralde inferior kökü ile sınırlıdır. Optik sinir ve oftalmik
arteri içerir. Superior orbital fissür de orta kranial fossa ile orbita
arasında kavernöz sinüs yoluyla geniş bir geçiş sağlar, çeşitli yapıların giriş
çıkışına izin verir. Superior orbital
fissür superomedialde sfenoid kemiğin küçük kanadı, inferolateralde büyük
kanadı ile sınırlıdır. Bu geçit iki kompartman arasında tümör ve
enflamasyonların geçişine izin verir. İnferior orbital fissür taban ve sfenoid
kemiğin büyük kanadı arasında uzanır. Arkada pterigopalatin fossa, önde
mastikatör alan ve infratemporal fossa ile ilişkilidir. İki fissür orbita
içinde posteriorda apeksle V şekli oluşturur (Resim 44). Okulomotor, troklear,
abdusens sinirlerin ve oftalmik sinir ve venlerin uç dalları buradan geçer.
İnferior orbital fissürün medial kenarından ayrılan infraorbital oluk, orbital
tabanı baştan sona geçerek infraorbital kanal ve foramen içinde sonlanır. Kanal
daha proksimalde oluşabilir. İçinden geçen maksiler sinirin devamı olan infraorbital
sinir, sinüs cerrahisinde veya fasial travmalarda bu nedenle kolayca
yaralanabilir (2,57).
Orbital apeksin altında pterigopalatin fossa bulunur. Sfenoid kemiğin
cismi, maksilla, sfenoidin küçük kanadı, pterigoid proses ve palatin kemik ile
çevrilidir. Maksiler arter ve siniri, pteriopalatin ganglionu içerir. Tümör,
enfeksiyon olaylarında bu fossanun tutulumu patolojik proçesin biçok alana
yayılmasına yol açar. Pterigopalatin fossaya beş foramen açılır: foramen
rotundum, vidian kanal, farengeal kanal, sfenopalatin ve pterigopalatin kanal
(2).
İçinden sinir ve damarların geçtiği birçok küçük foramen gösterilebilir.
Superior orbital fissürün lateralinde sfenoid kemiğin büyük kanadında bulunan
Hyrtl kanalı veya lakrimal foramenden meningeal medial arterden çıkan lakrimal
arter geçer. Meningeal arter böylece
meningo-oftalmik arter yoluyla oftalmik arter ile ilişki kurar. Bu anastomoz
oftalmik arter yoluyla internal karotid arterin retrograt doluşunda önemli
olabilir. Maksiller sinirin zigomatik dalı orbita tabanının içinde
zigomatikofasial ve zigomatikotemporal dallarına ayrılır. Heriki sinir orbitayı
zigomatik kemiğin orbital yüzündeki zigomatiko- orbital foramenden terk ederler
ve dış yüzeyde sırasıyla zigomatikofasial ve zigomaticotemporal foramenlerden
çıkarlar. Foramenler bazen yüksek rezolusyonlu T1 ağırlıklı MRG’de ve BT’de
gösterilebilir. İlki zigomatik kemiğin ön yüzüne, diğeri temporal fossaya
açılır. Medialde frontal kemik ve lamina
papyracea arasında veya frontal kemik içinde anterior ve posterior ethmoidal
foramenler uzanır. Etmoidal sinirler ve damarlar yüksek rezolüsyonlu T1
ağırlıklı aksiyal ve koronal kesitlerde bu foramenlerden orbitayı terk ederken
görülebilirler. Aksial ve koronal paranazal sinüs görüntülemesinde sıklıkla
görülebilirler (57).
Periorbita, orbital septum ve
göz kapakları
Orbitanın periostu periorbita olarak isimlendirilir. Anterior orbital
kenar, troklear fossa, lakrimal krest haricinde genellikle çevrelediği
kemiklere zayıf bir şekilde tutunur. Posteriorda optik sinirin çevresideki ve
superior orbital fissürdeki dura ile önde orbital kenarların periostu ile devam
eder. Travma veya cerrahi sonucu beyin omurilik sıvısı kaçağı olabilir. Dura
mater meningeal ve periosteal tabakalardan meydana gelir. Optik foramen içinden
geçerken bu tabakalar ayrılır. Meningeal tabaka optik sinir kılıfı, periost ise
periorbita olarak devam eder. Önde
periorbita orbital septum ile orbitanın taban kenarı boyunca kaynaşmıştır. Yani
orbital septum aslında periostun devamıdır (Resim 44,45) (2,56).
Göz kapaklarının fibröz tabakası ile devam eden orbital septum, kemik
orbita kenarına yapışır ve periorbita ile devam eder. Üst göz kapağında levator
palpebra kasının tendonuyla birleşir. Palpebra dıştan içe doğru cilt,
subkutanöz yağsız areolar doku, orbikülaris okuli lifleri, tarsus, orbital
septum, tarsal bezler ve konjonktivadan oluşur. Orbita önde orbital septum ile
kapalıdır. Her iki göz kapağının içinde orbital septum kalınlaşarak tarsal
plate’i oluşturur. Levator palpebra superioris ve inferior rektusun birkaç lifi
sırasıyla superior ve inferior tarsal plate’lere yapışır. Posteriorda her plate
meibomian bezler içerir (2,56).
Ekstraokuler kaslar:
Ekstraokuler kaslar yedi tanedir. Dört adet rectus kası koniyi
oluşturur, diğerleri, levator palpebrae superior ve inferior ve superior oblik
kaslardır. Kasların ölçümleri yaş ve interzigomatik mesafe ile değişebilir.
Ekstraokuler kaslar aksiyal BT ve koronal reformat kesitlerle ve T1 ağırlıklı
koronal kesitlerle iyi değerlendirilebilir. Kan-doku bariyerinin olmaması
nedeniyle yağ baskılamalı kontrastlı T1 ağırlıklı kesitlerde sinyal gürültü
oranının artmasıyla daha iyi görüntülenir(Resim45). İnferior oblik kasın
dışında bütün kaslar optik forameni ve suprior orbital fissürün medial ucunu
saran fibröz bir halka olan, optik foramene ve superior orbital fissün
medialine yapışık olan Zinn halkasından çıkarlar. Kaslar orbitayı intra konal,
konal ve ekstra konal kompartmanlara ayırır. Orbita içindeki yerlerine ve her
kompartmanda bulunan dokulara göre patolojik süreçlerin nedeninin tahmin
edilmesinde klinik öneme sahiptir. Halka superior orbital fissürü lateral,
santral ve medial kısımlara ayırır (2,57)
Rektus kaslarının hepsi göz küresine limbusun arkasında veya
sklerokorneal bileşkede yapışır. Superior oblik kas medialden orbitanın tavanı
boyunca geçerek superomedial orbital rimin posteriorunda orbital tavana
tutturulmuş tendon benzeri bir askı olan trokleara gelir, daha sonra superior
rektus ve göz küresi arasında posterolaterale doğru geçerek göz küresinin
ortasında skleraya yapışır. İnferior oblik kas lakrimal kesenin lateralinde
orbita tabanının medialinden çıkar, inferior rektusun yanından geçerek lateral
rektus ve göz küresi arasında suprior oblik kasa yakın skleraya yapışır.
Levator palpebra superior konvansiyonel görüntülemede superior rektustan her
zaman ayırd edilemez ve iki kas superior kas kompleksi olarak
isimlendirilirler. T1 ağırlıklı sagittal kesitlerde iki kas ayırt edilebilir
(57).
Orbital sinirler:
Troklear sinir ve trigeminal sinirin oftalmik bölümünün iki dalı
(frontal ve lakrimal) superior oftalmik venle birlikte superior orbital
fissürün lateral kısmından geçerler. Superior orbital fissürden geçerek orbitaya
giren diğer yapılar Zinn halkasından geçerler (57).
Optik sinir kompleksi optik sinir ve dural ve leptomeningeal sinir
kılıfından oluşur. BT de bu yapılar ayrı ayrı görülemez, fakat MRG’de T2
ağırlıklı kesitlerde ve kontrastlı T1 ağırlıklı kesitlerde optik sinir, dura ve
subaraknoid boşluk rahatlıkla görülebilir. Optik sinirin intra kanaliküler
parçası oftalmik arterle birlikte optik foramenden geçerek orbitaya girer. Optik kanalda superiorda leptomeninks, dura, periosteum ve optik sinir kaynaşmıştır,
sinir ve kılıfları sabitlenmiştir. Optik sinirin orbital parçası tortiousdur ve
tek bir aksiyal planda görüntülenemez. Optik sinir 4,5-5 cm uzunluğunda, yaklaşık
4mm çapındadır. Dört kısma bölünür. İntraokuler (1mm), intraorbital (3 cm),
intrakanaliküler (5-6mm), intrakranial (1cm). orbita içinde Orbito -meatal hattın
yaklaşık olarak 10 derece inferiorunda öne doğru gider, tortious, S şeklinde
seyreder (2,9,57).
Superior orbital fissürün orta kısmındaki yapılar okulomotor ve
abdusens sinirleri ve V1’nin nasosilier dalı ve bunların parasempatik ve
sempatik kısımlarıdır. Optik sinir ve oftalmik arter medialde uzanır.
Okulomotor sinir superior orbital fissürde superior ve inferior dallarına
ayrılır. Superior dalı superior rektus ve levator palpebrae superiores kaslarını
innerve eder. İnferior dalı medial ve inferior rektus kaslarını ve inferior
oblik kasını innerve eden üç dala sahiptir. İnferior dalın medial kısmı aynı
seviyede altta optik siniri, üstte oftalmik arter ve nazosilier siniri
çaprazlar. Motor kök silier ganglionun parasempatik innervasyonuna katılır. Her
sinir ilgili kasın altında yer alır ve yüksek resolusyonlu T1 ağırlıklı
görüntülerde görülebilir (2,57).
Orbitanın majör duysal innervasyonu trigeminal sinirin oftalmik (V1) ve
maksiler (V2) dalları tarafından sağlanır. Oftalmik dalı orbitaya girmeden
kavernöz sinüste üç dala ayrılır (frontal, lakrimal ve nazosilier). Nazosilier
sinirin duysal dalı eşliğinde silier ganglion veya oftalmik artere sempatik
lifler taşırlar. Frontal dallar, supraorbital ve supratroklear sinirler orbital
tavanın periostiomu ile superior kas kompleksi arasından geçerler. Supraorbital
sinir levator palpebra superior kasının üstünde supraorbital arterle birlikte
seyreder ve supraorbital çentikten orbitayı terk eder, göz kapağına, alına ve
kafa derisine duyu taşır. Supratroklear dal supratroklear arterle birlikte
superior oblik kasın trokleasının üstünde supraorbital sinirin medialinde çıkar
ve benzer, daha küçük, kutanöz duysal liflere sahiptir. Lakrimal sinir superior
orbital fissürün en lateralinde yer alır. Lateral rektus kasının üzerinde,
lakrimal bezin altında laterale doğru uzanır, üst göz kapağının dıştaki
yarısını ve lakrimal bezi innerve eder. Nazosilier sinir ilk olarak optik
sinirin lateralinde seyreder ve üstünden çaprazlayarak medial rektusun superior
yüzeyine ulaşır, koronal yüksek rezoluüsyonlu T1 ağırlıklı kesitlerde
görülebilir. Beş dalı vardır. Bunlar (1) infratroklear dal, (2) anterior
etmoidal sinir, (3) posterior etmoidal sinir, (4) duysal uzun silier sinir, (5)
silier gangliona giden duysal köktür (57).
Troklear sinir orbital apekste okulomotor sinirin üstünde yerleşmiştir.
Orbitaya Zinn halkasının lateralinde, V1’in frontal dalının üstünde innerve
ettiği superior kas kompleksi ile orbital periosteum arasında mediale doğru
gider. Troklear sinirin son parçası koronal T1 ağırlıklı kesitlerde
görülebilir. Abdusens siniri nasosiliar sinirin üstünde ve medialinde seyreder.
İnnerve ettiği lateral rektus kasının derin yüzeyi boyunca görülebilir (2,57).
Silier ganglion optik sinirle lateral rektus kasının arasında,
genellikle oftalmik arterin lateralinde uzanır. Trigeminal sinirin oftalmik
kısmının nazosilier dalından duysal dallar alır. Okulomotor sinirin inferior
kısmından parasempatik, internal karotid artere eşlik eden pleksustan sempatik
innervasyonu olur. Optik sinire eşlik eden, slerayı delen ve göz sfinkteri ve
silier kasları innerve eden kısa silier dalları verir(57).
Vasküler yapıları
Orbitanın majör arteriel beslenmesi oftalmik arterdendir. Oftalmik arter
intrakanaliküler optik sinirin inferolateralinde dural kılıf içinde seyreder.
Durayı inferiorda lateralden mediale dik bir şekilde çaprazlayarak optik
sinirin üstünde terk eder. % 15 olguda arter sinirin altında gider, birçok
varyasyonları mevcuttur, embriyolojik dorsal ve ventral oftalmik arterlerin
varlığı lie açıklanabilir. Tersine, oftalmik daha küçük bir açı ile optik
siniri çaprazlar, böylece daha kolay ayırd edilebilir. Santral retinal arter
optik sinirin çevresinde oftalmik arterden doğar, merkeze doğru optik sinirin
içinde gider. Oftalmik arter nadiren meningeal medial arterden doğabilir ve
superior orbital fissürden orbitaya girebilir, meningeal ve lakrimal arterlerle
anastomoz yapar. Oftalmik arterin dalları sinirleri takip eder ve silier, supraorbital,
supratroklear, infratroklear, anterior ve posterior etmoidal ve lakrimal
arterlerlerden oluşur (56,57).
Göz küresi ve komşu yapıların venöz kanı oftalmik venlerle drene olur. Oftalmik
venlerin angular ve fasial venlerle ön orbita kenarı boyunca bağlı olan superior
ve inferior dalları mevcuttur. Genellikle superior ve inferior orbital
fissürlerden terk etmeden önce orbital apekste birleşiktirler. Superior
oftalmik ven daha geniştir ve daha sık olarak koronal ve aksial kesitlerde
görülür. Önde superior oblik kasın lateralinde yer alır, optik sinirin üstünde
geriye doğru geçerken ve superior kas kompleksinin altında koronal kesitlerde
görülebilir. Fasial venden gelen kanı
alır ve orbital selülit veya fasial enfeksiyondan trombozun yayılması için önemli
bir yol sağlayarak superior orbital fissürün lateral kısmından geçerek kavernöz
sinüse boşalır. İnferior oftalmik ven inferior ve lateral rektus kasları
arasında orbita tabanında yer alır. İnferior orbital fissür içinden pterigoid
venöz pleksus ve ptereigopalatin fossa ile ilişki kurar. Karotiko kavernöz
fistül varlığında bu anastomozlar kolayca görülebilirler (56,57).
Orbita içindeki vasküler yapılar kontrastsız BT ile görülebilse de
kontrastlı BT tetkikinde daha iyi değerlendirilebilirler. MR’da büyük damarlar
genellikle sinyalsiz veya düşük intensiteli olarak görülürler. Oftalmik arter
orbitanın apeksinde optik sinirin inferior yüzünde görülür, daha sonra optik
sinir etrafında ve üstünde bir kıvrım yaparak superior medial yüzünde laterale
doğru ilerler. Anterior ve posterior etmoidal ve posterior silier dalları
görülebilir (2).
Superior oftalmik ven ekstrakonal mesafede, orbitanın anteromedial
yüzünde ortaya çıkar. Optik sinirin üstünde superior rektus kasının altında
intrakonal mesafeden geçerek trokleanın yanında seyreder, daha sonra superior
orbital fissürden çıkar. Rutin olarak aksial, koronal, sagittal ve parasagittal
kesitlerde görülür. İnferior oftalmik ve diğer venler her zaman görülmezler
(2).
Lakrimal sistem
Lakrimal bez üst göz kapağının arkasında sığ bir fossanın
superolateralinde yerleşmiştir.
Lakrimal kese 13-15 mm vertikal olarak yerleşmiş, kemik lakrimal fossa
içinde bir yapıdır. Lakrimal fossa lakrimal kemik ve maksiler kemiğin frontal
çıkıntısı tarafından oluşturulur.
Kese medial kantal tendondan aşağı doğru maksiler kemik içinde
nazolakrimal kanala uzanır ve inferior meatus’a boşalır. Nazolakrimal kanalın
distal ucunda Hasner valvi bulunur. Yenidoğanların %6’sında Hasner valvi delik
değildir (58).
Nasolakrimal kanal kemik pencerede aksial ve koronal paranazal sinüs ve
orbita BT kesitlerinde rahatlıkla görülebilir. Lakrimal sistem disfonksiyonu
olgularında Punktumdan kanaliküller içine 1-2 cc noniyonik kontrast madde
enjeksiyonu ile kanaliküller, kese ve nasolakrimal kanal ve patolojileri dijital
subraction anjiografi ile görüntülenebilir (59).
Lakrimal bez BTve MR’da superior ve lateral rektus kaslarının
tendonlarının komşuluğunda görülür. Lateral rektus kasının tendonu ile göz
küresinden ayrılır (2).
ORBİTANIN RADYOLOJİK
GÖRÜNTÜLEME TEKNİKLERİ
Orbitanın görüntülenmesinde BT ve MR yaygın olarak kullanılır. BT kemik
yapıların değrlendirilmesinde ve kalsifikasyonların gösterilmesinde yararlıdır.
Yabancı cisimlerin gösterilmesinde MR’ dan daha üstündür. MR tetkiki öncesinde
kuşkulu olgularda BT ile metalik yabancı cisim taraması her zaman, vücudun
neresinde olursa olsun yaşamsal organlara zarar vermemesi için yapılmalıdır.
BT tekniği: Orbitanın rutin BT
incelemesinde aksial planda infraorbital –meatal çizgiye ya da optik sinire
paralel kesitler elde olunur. Multi slice ve spiral BT’de kesitlerin 2,5–3 mm
kesit kalınlığında,
MR tekniği: Rutin baş sarmalı ile inceleme yapılabilir. Orbital lezyonların intrakranial
uzanımının değerlendirilmesine izin verir. Yüzeyel sarmallarla daha yüksek
çözünürlüklü görüntüler elde olunabilir, ancak hareket artefaktları görüntünün
bozulmasına yol açabilir. Heriki
orbitanın ve kiasmanın görülmesi isteniyorsa baş sarmalının seçilmesi
kaçınılmazdır. Yüzeyel sarmalların derinde ve çevrede sinyal azalması nedeniyle
kullanımı sınırlıdır (60). Aksial ve
koronal planda T1 ve T2 ağırlıklı kesitler, yağ baskılamalı T2 ağırlıklı
kesitler ve yağ baskılamalı kontrastlı T1 ağırlıklı kesitler orbital yapıların
gösterilmesinde, sinyal değişikliklerinin ve lezyonların değerlendirilmesinde
yararlı olmaktadır. Özellikle optik sinirin değerlendirilmesinde optik sinire
paralel para sagittal kesitler elde olunabilir. Fluid atenuated invertion recovery (FLAIR),
short tau invertion recovery (STIR), spectral fat saturated veya selective
partial invertion recovery (SPIR) sekansları BOS ve orbital yağ intensitesini baskılayarak
optik sinir ve retrobulber alandaki lezyonların daha iyi gösterilmesini sağlar.
512x512 gibi yüksek matriks büyüklüğü yağ baskılamalı sekanslarla çok güzel
görüntülerin elde edilmesini ve optik sinir lezyonlarının görülebilmesini
sağlar (2,21,57).
ORBİTA PATOLOJİLERİ
Orbitayı çeşitli primer ve sekonder olay etkileyebilir. Kompartmanlara
ayırarak patolojilerin tartışılması ayırıcı tanıyı kolaylaştırır. Tanı biopsi
ile konulur (61).
İntrakonal lezyonlar
Optik sinir kılıfında
dilatasyon hidrosefali, psödotümör serebri ve
nörofibromatoziste, idiopatik optik sinir hidropsunda ve etiyolojisi bilinmeyen
hastalıklarda görülür. MR görüntülemede dilate subaraknoid mesafe, BOS
intensitesinde T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens, T1 ağırlıklı kesitlerde
hipointens olarak optik sinir çevresinde izlenir (Resim 46)(13).
Optik nörit optik siniri etkileyen izole veya multipl sklerozla birlikte görülen demiyelinazan
bir hastalıktır. %75 kadınları etkiler, %85’i beyazdır. Ortalama başlangıç yaşı
30’dur, büyük çoğunluğu 20–50 yaş arasındadır (2). Multipl sklerozlu hastaların
%75’inde hastalıkları boyunca göz tutulumu meydana gelir. Görme bozukluğu
%35’inde doktora başvuru yakınmasıdır. İnternükleer oftalmopleji %35–50 hastada
görülür. Görmede azalma, ağrılı göz hareketleri ve afferent papil defekti
mevcuttur (61). MRG klinik olarak multipl skleroz kuşkulu hastalarda seçilmesi
gereken görüntüleme yöntemidir. Optik sinirde akut dönemde plak nedeniyle lokal
veya diffüz genişleme, T2 ağırlıklı kesitlerde yüksek sinyal ve kontrastla
boyanma görülür. Kronik dönemde atrofi görülür (Resim 47). Lezyonun lokalizasyonu
ve uzunluğu pronozunda önemlidir. Uzun ve intrakanaliküler lezyonlarda prognoz
daha kötüdür. Yağ baskılı sekanslar (STIR, SPIR) çevresindeki yağdan gelen
yüksek sinyali baskılayarak duyarlılığını arttırır. Ancak STIR T2 de BOS
sinyali, kontrastlı SPIR T1’de manyetik alan inhomojeniteleri bir miktar zorluk
yaratabilir(61). Optik sinir tutulumu T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintenstir ve
kontrast enjeksiyonundan sonra parlaklaşma görülür.
Optik sinir gliomları
Optik sinir gliomları nadir tümörlerdir.
Tüm orbital tümörlerin % 1.5 -3.5’ini oluşturur. Bütün gliomların intrakranial
tümörlerin % 0.6-7’sini, pediatrik grupta gliomların % 2-5’ini oluşturur (13). Optik
sinir -kılıf kompleksinden kaynaklanan en sık görülen tümördür. Çocuklarda
görülen şekli değişken olabilir, ancak çoğunlukla ılımlı seyreder. Yetişkin tipi
agresif ve yüksek mortaliteye sahiptir. Çocuklarda görülen şeklinde histolojisinde
genellikle pilositik düşük dereceli astrositom saptanır. Yetişkinde görülen
şeklinde ise anaplastik astrositoma veya glioblastom multiforme görülür.
Çocuklarda cinsiyet ayrımı gözetmeksizin olguların %70’inde 10 yaşın altında
görülür. 2-8 yaş arası ensık görülür, % 90’ı 20 yaşın altındadır (13, 61).
Optik sinirin herhangi bir yeri, kiasma, optik sinir, optik traktlar veya optik
radyasyonlar tutulabilir. Orbital optik sinir % 48, orbital ve intrakranial optik
sinir % 10, kiasma % 5 olguda tutulmuş olarak bulunmuştur (13). Nörofibromatozis Tip I (NF1) haricinde
genellikle tek taraflı tutulum görülür. Optik sinir gliomu görülen hastaların
%50 si NF1’dir. Lezyonlar asemptomatik olabilirler ve NF taraması sırasında
saptanabilirler veya propitozis ve optik atrofi sonucu görmede azalma ve görme
alanı defekti yakınması ile gelebilirler. Optik traktların tutulumuyla en ağır
görme kaybı meydana gelir. Nistagmus, strabismus, diskromatopsi, ve afferent
pupiller defekt görülebilir. Fundoskopide optik disk ödemi görülebilir. Ödem
varlığında 6-8 haftada optik atrofi gelişebilir. NF’li hastalarda optik gliom
yıllarca aynı kalabilir veya spontan gerileyebilir. NF’li hastalarda optik
gliomun tamamen gerilediği bildirilmiştir (62). BT ve MR’da optik sinirde tubuler
veya fuziform genişleme, tortiosite görülür. Kanala uzandığında dumb-bell
seklinde bir görünüm oluşturur (Resim 48). BT ve MR görünümleri kist oluşumu ve
musinöz içeriğin varlığına bağlıdır. Hematom, nekroz gelişimi enderdir, fakat
olduğu zaman körlük ve ani proptozise neden olur. BT’de optik sinirle isodens
veya hipodens görülür, MR’da uzun T1 ve T2 relaksasyona sahiptir. Sinirin
kanaliküler parçası tutulursa optik kanalda genişleme görülebilir (Resim 49)(61).
BT’de ve optik foramen grafilerinde konsantrik genişlemenin görülmesi, skleroz
veya düzensizliğin görülmemesi optik sinir gliomunu düşündürür. Perinöral
gliomatozis nedeniyle BOS akımının engellenmesi proksimalde subaraknoid
aralığın genişlemesine yol açabilir. Tümörü çevreleyen farklı kalınlıklarda
araknoid doku tabakası çıkarılmış optik gliomlarda gösterilmiştir. Perinöral
gliomatozis olarak isimlendirilen bu tabaka meningotelial hücreler ve
fibroblastlarla birleşmiş astrositlerden oluşur. T1’de hipo, T2’de hiper intens
olarak optik gilomun etrafında görülür, santrale doğru ilerler. Bu görünüşüyle
optik sinir kılıfı menenjiomu ile karışabilir (18). Optik sinir gliomu göz
küresi içine doğru büyüyebilir, subaraknoid boşluk içine seeding ile
intrakranial veya spinal kanal içine yayılabilir (18).
Optik sinir gliomlu yetişkin hastaların %50’si optik sinir ve kiasma
tutululumu ile gelirler. Bu hastalar genellikle tanıyı takibeden bir yıl içinde
kaybedilir. Prognoz optik sinir gliomlu çocuklarda NF’lilerde ve NF
olmayanlarda çok farklı değildir. Onbeş yıl sağ kalım oranı sırasıyla %81 ve
%76 olarak bulunmuş, aralarindaki fark anlamlı değildir. NF hastalarında NF olmayanlara
göre tümör progresyonu ortalama süresi daha uzundur (sırayla 8,37 yıl ve 2,39
yıl) (61). NF hastalarında progresyon, NF olmayanlara göre daha uzun sürede
görülür. NF li hastalarda kiasmatik tutulum daha az görülür. Tutulan kısımlar
iki grupta farklıdır. NF olmayanlarda daha çok kiazmatik veya hipotalamik kiasmatik
optik sinir gliomu görülürken, gliomlu
hastalarda NF 1’in koruyucu etkisi olduğu ileri sürülmektedir (61). NF’li
hastalarda beyaz cevherde displastik glial dokulardan oluşmuş hamartomatöz
lezyonlar görülür (Resim 49). NF’li hastalarda görülen optik sinir gliomu,
tuberoz sklerozlu, ve Von Hippel-Lindau’lu hastalarda da bildirilmiştir (63).
Anterior görme yolları gliomu hastaları belirgin progresyon olmadan
tedavi edilmemektedir. Tedavi edilmemiş hastaların %75’inde görme keskinliğinde
daha iyiye gitme veya ilerlememe bildirilmiştir (64). İntrakranial uzanım,
özellikle hipotalamik tutulumla mortalite artmaktadır. Son yıllarda orbital
veya intrakranial optik sinir gliomlarında belirgin görme kaybı, şiddetli
propitoz, körlük, ağrılı göz ve kiazmal tümörü olan hastalarda orbitotomi veya
transkranial yaklaşımla cerrahi yapılmaktadır (18). Radyoterapi ve kemoterapi
intrakranial tümörlerin tedavisinde uygulanmaktadır. Radyoterapi ile regresyon ve görmede iyileşme
veya ilerlememe bazı olgularda görülmüştür (64,65).
Optik sinir kılıfı menenjiomu
Optik sinir kılıfı kompeksinin ikinci sıklıkta görülen tümörü menenjiomdur.
Sfenoid kanat menenjiomunun intrakranial uzanımından ayırt edilmelidir. Menenjiomlar
leptomeninksler içindeki araknoid villi’lerin meningotelial kılıf hücrelerinden
gelişir. Nadiren orbit içindeki araknoid rest hücrelerden de gelişebilir. Optik
sinirin bütün kısımlarını tutabilir. Unilateral, bilateral, veya multifokal
olabilir. Optik sinir kılıfı menenjiomu optik sinir tümörlerinin üçte birini, bütün orbital tümörlerin %3-%10’unu oluşturur
(61,66). Olguların %5’inde bilateraldir ve genellikle NF 2, radyoterapi veya
menenjiomatozis ile birliktedir. Yayınlanmış olguların bir meta-analizi optik
kanalı tutan tümörlerin (%38) diğer lokalizasyonlardakine (%5) göre daha sık
bilateral olduğunu göstermiştir. Ancak nadir olmasına karşılık ensık (%68)
bildirilen bilateral olgular intrakanaliküler olanlardır (67). Genellikle orta
yaşlı kadınlarda görüldüğü kabul edilir. Kadın/ erkek oranı değişik yayınlarda
5/1 gibi büyük oranlarda olmasına karşın Dutton’un meta analizinde %61 oranında
kadınlarda daha fazla olduğu gösterilmiştir. Görülme yaşı erkeklerde ortalama
36,1, kadınlarda 42,5, ikisinde birlikte 40,8 olarak bulunmuştur. Bununla
birlikte bilateral olgularda semptomların ortaya çıkış yaşı ortalama 12,8 dir
(67). Klinik olarak ipsilateral görme kaybı,
afferent pupiler defekt, renkli görme güçlüğü, görme alanı defekti, propitozis,
papil ödem, hareket kısıtlılığı, ağrı, alt gözkapağı ödemi görülebilir.
Meningioma apekste veya kanal içinde olursa optik disk öncesinde ödem
görülmeden soluk olabilir (66). Santral görme alanı karakteristik olarak birkaç
yıl korunur. Optik sinir kılıfı menenjiomu karakteristik olarak segmental
değil, devamlı fuziform veya tubuler yapıda görülür. Yuvarlak ve dışa doğru
gelişmiş olanları da görülür. Benign olmasına rağmen tamamen çıkarılmaları
mümkün değildir. Bu nedenle sterotaktik radyoterapi gibi alternatif tedavi yöntemleri
uygulanmaktadır. Günümüzde tedavi gereken optik sinir klıfı menenjiomlarında
seçilecek yöntemdir. Progressif veya ilerlemiş olgularda sterotaktik fraksiyone
radyoterapi, görmenin iyileşmesi veya stabize edilmesi için uygulanırken, görme
kaybı olmayan veya ılımlı kaybı olan veya görme kaybı olan hastalarda gözlem
daha doğru olabiir. Eksofitik olanların cerrahi
olarak çıkartılması bazen başarılı olabilir. (61,66,67).
Direkt grafide optik kanalda hiperostoz veya genişleme görülür. İnce
kesit (1,5-3mm) orbita BT kesitlerinde sinir kılıfında düzgün veya irregüler
kalınlaşma görülür. Kontrast madde enjeksiyonuyla ılımlı veya yüksek
parlaklaşma görülür. Meninkslerin parlaklaşmasına karşın sinir hipodens kalır
ve “tren yolu” görünümü oluşur. Optik
sinir normal kalınlıkta veya karşı taraf optik sinire göre ince görülür. Daha
ince görülmesi atrofi veya çepeçevre bası nedeniyledir ve ayırıcı tanıda
yararlı bir bulgudur. Optik sinir gliomunda ve diğer enflamatuar olaylarda
sinirin kendisinin genişlediği görülür. Kalsifikasyon kontrastsız kesitlerde
punktat veya diffüz olarak sinirin çevresinde aksial ve koronal kesitlerde
görülebilir. Kanal içinde kemikten ayırt edilemeyebilir. MR görüntülemede tumör
T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde beyin parankimiyle genellikle izointens, ancak
bazen T1’de hipo, T2’de hiper intens görünür. Yağ baskılı kontrastlı kesitler
lezyonun en iyi gösterilmesini sağlar (Resim 50–52). Tümör ve göz küresi
arasında fokal kılıf dilatasyonu kistik lezyon görünümü oluşturabilir.
Kalsifikasyon ayırt edilemez. Bu nedenle enflamatuar olaylardan, psödo tumörden
ayrımı güç olabilir (60,61,66).
Sarkoidoz, demiyelinizan optik nörit ve perinörit, orbital schwannom,
lenfoma, hemanjioperisitom, ve optik sinire metastaz optik sinir kılıfı
menenjiomundan ayırt edilemeyebilir. Kesin tanı klinik süreç ile veya biopsi
ile konulur (66). Benign olmasına rağmen
tamamen çıkarılmaları mümkün değildir. Bu nedenle sterotaktik radyoterapi gibi
alternatif tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Günümüzde tedavi gereken optik
sinir klıfı menenjiomlarında seçilecek yöntemdir. Progressif veya ilerlemiş
olgularda sterotaktik fraksiyone radyoterapi görmenin iyileşmesi veya stabize
edilmesi için uygulanırken, visuel defisiti olmayan veya ılımlı defisiti olan
veya görme kaybı olan hastalarda gözlem daha doğru olabiir. Eksofitik olanların cerrahi olarak
çıkartılması bazen başarılı olabilir.
(61,66,68).
Vasküler malformasyonlar
Orbitanın vasküler hastalıkları vasküler
malformasyonlar ve vasküler tümörlerdir. Son yayınlara göre orbital vasküler
malformasyonlar; venöz-lenfatik malformasyonlar (tip 1) (akım yok), venöz
malformasyonlar (venöz akım)(varisler) (tip 2), arterial-venöz malformasyonlar
(ateriel akım), karotiko-kavernöz fistüller ve anevrizmalar (tip 3), vasküler
tümörler ise kapiller hemanjiomlar, hemanjioperisitomlar, hemanjioendoteliomlar
ve anjiofibromlardır (69,70).
Kavernöz ve kapiller
hemanjiom
Kavernöz hemanjiomların yetişkinlerde en sık görülen primer orbital tümör olduğu ileri
sürülür. Ancak insidansını tam olarak belirlemek güçtür. Büyük merkezlerde
yılda 0.6–2.0 olgu görülebilir. 18–72 yaş arasında daha çok orta yaşlı
kadınlarda (43–48 yaş) görülür
(%60–70). En sık yakınma tümörün yavaş
büyümesi nedeniyle ağrısız proptozistir. Daha az sıklıkla ağrı, gözkapağında
şişme, diplopi, tekrarlayan bulanık görme yakınmaları ile başvururlar (69). Lezyonların
çoğu retrobulber kas konisi içinde intrakonal alanda görülürler. Fizik bakıda
papilödem, Marcus-Gunn pupil, ve kaslara bası nedeniyle diplopi saptanabilir.
Orbital apeks veya kanal içindeki hemanjiomlar daha erken dönemde basıya neden
olarak monooküler görme kaybına neden olabilirler. Orbital kavernöz
hemanjiomlar intrakranial kavernöz hemanjiomlardan çok daha ender olarak kanama
ile gelirler. Lezyonların çoğu unilateral ve unifokal olmasına rağmen
multifokal unilateral ve bilateral olanlar da bildirilmiştir (69,71). Makroskopik olarak ovoid, koyu kırmızı-mor
renkli ve fibröz kapsülden oluşmuş trabeküller ve septalar içeren infitran
olmayan benign kitle lezyonu olarak görülür (Resim 53). Histolojik olarak kan
ve trombus içeren ve endotelial hücrelerle döşenmiş geniş vasküler kanallar
görülür. Bunların hemen dışında fibröz, miksomatöz bağ dokusu ve yumuşak kas topluluğundan
oluşmuş kollagenöz matriks, fibröz trabeküller görülür. Ayrıca ana kavernöz boşluktan
interstisyuma uzanan küçük kapillerler görülebilir. Kavernöz hemanjiomlar
kapiller hemanjiomlar gibi hızlı endotelial proliferasyon göstermezler (69).
Orbital kavernöz hemanjiomlar son zamanlarda tip 3 düşük akımlı AVM’ ler olarak
sınıflandırılmaktadır. Küçük çaplı besleyici arterler, dilate vasküler kanallar
veya tromboz nedeniyle akım yavaştır.
Bilgisayarlı tomografide kemik pencerede mikro kalsifikasyonlar
(flebolitler) ve kemiğe uzanımı görülebilir. Tek fazlı BT tetkikinde değişik
derecelerde kontrastla boyanma görülebilir. MR görüntülemede intrakonal, apikal
ve intra kanaliküler orbital kavernöz hemanjiomlar çok iyi görüntülenebilirler.
T1 ağırlıklı görüntülerde kasla izointens, T2 ağırlıklı kesitlerde kas ve yağa
göre hiperintens olarak görülür (Resim 53).
T2 ağırlıklı kesitlerde internal septasyonlar, çevresel hipointens kenar
ve yüksek su içeriği ve çevesindeki yağ nedeniyle frekans kodlama yönünde
kimyasal kayma artefaktı ayırıcı tanıda yardmcı olur. Dinamik incelemelerde
erken arteriel (20–30 sn) ve venöz safhada (50–70 sn) zayıf ve heterojenöz
boyanma görülür. Geç venöz safhada (2–10 dak) dilate vasküler yapılar içinde
kontrast maddenin yavaş progressif akümülasyonu devam eder, daha geç denge
fazında (10–60 dak) kalıcı ve homojen boyanma meydana gelir (69).
Kapiller hemanjiomlar bir seride en sık vasküler tümör olarak bulunmuştur (72). Pediatrik
orbital lezyonlar arasında sıklığı %5,6 olarak bildirilmiştir (70). Kız çocuklarda
daha fazla görülür, kız/erkek oranı 3/2 dir, herediter veya ailesel pattern
gösterilmemiştir. Hemanjiomlar tipik
olarak doğumda veya hemen sonra ortaya çıkarlar ve proliferatif fazları olan
3–6 ay içinde büyürler. Stabilizasyon ve bir ara dönemden sonra involusyon
dönemine girerler, bu süreç 5–7 yaşta veya biraz daha uzun bir sürede
tamamlanır. Hızlı büyüyen tümörler, hızlı involusyona uğrarlar. İn utero
büyüyen konjenital hemanjiomlar, doğumdan hemen sonra geriler (6–14 ay içinde).
Yüzeysel hemanjiomlar deride ince lobülasyonlu ve parlak kırmızı görünümde,
cilt altındaki lezyonlar hafif mavi veya eflatun renkte, sünger kıvamında ele
gelir. Derin lezyonlarda renk değişikliği görülmez. Ancak bütün komponentleri
içiren hemanjiomlar da mevcuttur. Valsalva ile genişler ve rengi mavileşir. Propitozis
ve göz küresinin yer değiştirmesi en sık klinik bulgudur. Göz kapağının
tutulması ve göz küresini, ekstraokuler kasları ve optik siniri etkilenmesi ile
meydana gelen ambliopi nedeniyle görme kaybı en sık komplikasyondur. Strabismus,
aksial myopi ve hızlı büyüyen kitle nedeniyle optik sinirde yaralanma meydana
gelebilir. Rabdomyosarkoma, nöroblastoma veya venöz lenfatik malformasyondan
ayırtedilmesi güç olabilir (70). MR görüntüleme tanıya çok yardımcıdır. T2
ağırlıklı ince kesit görüntüler ve yağ baskılamalı kontrastlı T1 ağırlıklı
kesitler lezyonun morfolojisinin, iç yapısının ve çevre dokularla ilişkisinin
iyi bir şekilde değerlendirilmesini sağlar (Resim 54). T1 ağırlıklı kesitlerde
hemanjiom kaslarla izointens veya hafifçe daha yüksek intensitededir. Sinyalsiz
vasküler yapılar lezyon içinde ve çevresinde görülebilir. T2 ağırlıklı yağ
baskılamalı kesitlerde lobule konturlu, yüksek sinyal intensiteli kitle
septaları ve vasküler yapıları ile çok iyi bir şekilde gösterilebilir.
Paramanyetik kontrast madde enjeksiyonundan sonra belirgin kontrastlanma
görülür. BT’de homojen kontrastlanan lobule, irregüler kenarlı bir kitle olarak
görülür. Rhabdomyosarkomdan ayırtedilmesi güç olabilir. Ultrasonografide kolay
tanınır, fakat yayılımının değerlendilmesinde MR daha iyidir. Tanıdan sonra
büyüme veya involusyonun takibinde yararlıdır. Ambliopik tedavi, cerrahi,
radyoterapi, sistemik kortikosteroid, lezyon içine kortikosteroid enjeksiyonu,
ve interferon enjeksiyonları ve lazer tedavisi uygulanabilir. MR görüntüleme
tedavinin planlanmasında ve tedavinin etkisinin değerlendirilmesinde kullanılabilir
(70).
Venöz Malformasyon (Varis)
İntraorbital dilate ven veya venler grubudur. Eğilmekle veya valsalva ile
propitoz gelişmesi ile karakterizedir. Etiyoloji kesin değildir, fakat
arteriovenöz şantlar ve trombozun etiyolojide rol oynayabileceği
düşünülmektedir (61). Venöz sistemle doğrudan ilişkili olduğu için ve fasial
venlerde valv mekanizması olmadığı için pozisyonla venöz dönüşün engellenmesi
sonucu propitozis belirgin hale gelir. BT ve MRG’de intrakonal apekse doğru
incelen genişlemiş venler görülebilir (Resim 55)(61). MR’da yavaş akım ve
trombüs nedeniyle T2 ve T1 de sinyal intensiteleri değişkendir, sinyal kaybı
izlenmez. Bu nedenle tanıda karışıklıklara yol açabilir. T1’de izointens, T2’de
izo/ hiper intens sinyal izlenir. BT’de kontrastsız kesitlerde hiperdens
görülürler, kontrastlı kesitlerde variköz venlerin güçlü bir şekilde boyanması
ile MR’a göre daha kolay tanı konulabilir. BT’de flebolitler görülebilir. Valsalva
esnasında veya pron pozisyonda görüntüleme ile venlerdeki dilatasyonun ve
propitozun arttığı görülür (61,73). Renkli doppler ultrasonografi orbital
varislerin tanısında ve takibinde yararlı olmaktadır. Valsalva sırasında akımın önce durması ve
sonra ters yöne dönmesi gözlenir. Orbital venografi ve non invaziv olarak MR
venografi genişlemiş venlerin gösterilmesini sağlar (73).
Venöz Lenfatik Malformasyonlar
Orbitanın bütün vasküler lezyonları içinde venöz ve lenfatik komponentler içeren orijin ve doğası en
tartışmalı vasküler lezyonlarını kapsar. Lenfanjiom olarak da tanımlanır.
Lenfatik kanallara ek olarak venöz kan damarları, düz kas lifleri, lenfositik
doku ve kan ve kan ürünleri içerir. Neoplazik bir lezyondan çok vasküler
malformasyon olarak kabul edilir (73). Kapsülsüz, çok kompartmanlıdırlar, normal orbital yapılar arasına uzanırlar. Bu
yüzden tümüyle çıkarılmaları güçtür. Histopatolojik incelemesinde kapsülsüz,
endotel kaplı düzensiz dallanan, soluk renksiz sıvı ile dolu ince kanallar ağı içerir
Bu kanallar arasında septalar ve lenfositik çökeltiler görülür. Hastaların çoğu
propitoz ile başvurur. Ancak bu hastaların çoğunda doğuştan göz kapağında dolgunluk
gibi malformasyonlar da bulunur. Genellikle bebeklerde veya çocuklarda görülür.
Wright ve arkadaşlarının yaptığı araştırmaya göre hastaların %43’ü 6 yaşdan
küçük, %60’ı 16 yaştan küçük olarak bulunmuştur. Bazı lezyonlar uzun süre
sessiz kalabilir, yavaş büyüyebilir, artan propitoza ve göz küresinin yer
değiştirmesine neden olabilir. Venöz lenfatik malformasyonların çoğu kanama
nedeniyle birdenbire ortaya çıkarlar. Üst solunum yolu enfeksiyonunda içindeki
lenfoid dokunun genişlemesi de bildirilmiştir. Massif kanamalı veya büyük ve
derinde yerleşen lezyonlarda hareket kısıtlılığı ve görme kaybı olabilir. Venöz
lenfatik malformasyonlar daha çok yüzeyseldir ve lenfatik komponentleri daha
geniştir (73–75). Genellikle konservatif tedavi uygulanır. Lezyon içine
kontrast madde enjeksiyonuyla venöz drenajı değerlendirilerek sklerozan madde
enjeksiyonu ile skleroterapi uygulanabilir (76). MRG lezyonun en iyi gösterilmesini ve çeşitli
komponentlerinin ayırtedilmesini sağlar. Lezyonun sinyal intensitesi kanamanın
olup olmamasına, varsa hematomun evresine bağlıdır. Proteinöz veya lenfatik
sıvı, kan ve kan elemanları yağ baskılı sekanslarda T1 ağırlıklı kesitlerde en
iyi görülürler. T2 ağırlıklı kesitlerde yağ baskılanması kanalların ve
hemorajik sıvı içermeyen kistlerin iyi görülmesini sağlar (Resim 56,57). Eşlik edebilecek intrakranial patolojinin
ayırtedilebilmesi için beyin MR tetkiki de yapılmalıdır. BT radyasyon içermesi
nedeniyle tercih edilmez, ancak varisden ayrımının yapılması gerekirse kısa
tetkik süresi nedeniyle valsalva ile ve pron pozisyonunda koronal planda
inceleme yapılabilir.
Superior oftalmik vende
dilatasyon karotikokavernöz fistül, graves hastalığında, orbital psödotümörde, retrokavernöz
menenjiomlarda, superior oftalmik ven (SOV) trombozunda, orbital varisde,
orbital apeks kitlelerinde veya normallerde görülebilir (Resim 57,58). İntrakranial
basınç artışında da bildirilmiştir (10,77). İntrakranial basınç artışında SOV
çapı > 2,5mm, Normallerde 1,6–1,8mm, spontan intrakranial
hipotansiyonda ise
Karotikokavernöz fistül internal karotid arter veya eksternal karotid arter dalları ile
kavernöz sinüs arasında direkt ilişki ile oluşan bir fistüldür (10). Sinüs
trombozu, kafa travması, cerrahi, hormonal etki hastalığın başlangıcındaki
predispozan faktörlerdir. Sinüs trombozu hastalığın öncesinde ve/ veya iyileşme
döneminde görülebilir. Kavernöz sinüs dural arteriovenöz fistül (KSDAVF) diğer
dural sinüsleri tutan DAVF’lerden birkaç yönden farklıdır. Anatomik olarak
kavernöz sinüs ekstradural, diğerleri intrakranial boşlukta iki dural duvar
arasında bulunur. Hormonal etki belirgindir, daha çok postmenopozal kadınlar
etkilenir. Superior oftalmik vende (SOV) dilatasyon ve arteriel akım,
propitozis, pulsasyon, hareket kısıtlılığı ve göz küresi, sklera ve
konjonktivada kızarıklığa neden olur. Venöz drenaj paternleri klinik gidişin en
önemli belirleyicisidir. Suh ve arkadaşlarının yaptığı retrospektif çalışmada
58 hastada, KSDAVF belirgin arteriovenöz şant veya venöz akım paternine ve
derecesine göre proliferatif, restriktif ve geç restriktif olarak kategorize
edilmiş ve başvuru semptomları (orbital, okuler, kavernöz ve serebral
semptomlar) ile korelasyonu araştırılmıştır. Proliferatif tipte çok sayıda
besleyici arter (meningeal arter, oftalmik arter), geniş şant, antegrat veya
retrograt venöz drenaj, kavernöz sinüsün hızlı ve bilateral tamamen doluşu ve
inferior petrosal sinüste (İPS) antegrat akım, sinüs duvarında bombeleşme
vardır (Resim 59). Restriktif tipte besleyici arterler daha azdır, İPS’de
antegrad akımın kaybı ve SOV ve kortikal venlerde retrograt akım görülür, akım
daha yavaştır. Fibrozis ve tromboz nedeniyle kavernöz sinüste düzensizlik ve
lobulasyon görülür. Geç restriktif tipte besleyici arterler çok azdır, zayıf
retrograt venöz akım ve drenaj venlerinde büzüşme izlenir. 65 yaş altındaki
hastalarda proliferatif tip ve restriktif tip fistüller geç restriktif tiplere
göre daha sık bulunmuştur ve orbital ve kavernöz semptomlarla, geç restriktif
tip ise okuler semptomlarla ilişkili bulunmuştur. Orbital ve kavernöz
semptomlar erken ortaya çıkmaktadır. Serebral semptomlar restriktif ve geç
restriktif tip fistüllerde izlenmiştir. Orbital semptomlar superior oftalmik
vene, kavernöz semptomlar ise petrozal sinüse ve posterior fossa venlerine
drenaj ile ilişkili bulunmuştur. Bir olgu proliferatif fazdan restriktif faza
geçmiş ve 6 aylık bir takipte fistülün spontan tromboze olduğu görülmüştür (80).
Diğer bir çalışmada konjesyon, intraorbital basınç artışı ve optik nöropati KSDAVM’lerde
anterior kavernöz ve oftalmik venlere drenajla, inferior petrosal sinüse drenaj
kranial sinir parezileri, superior petrozal sinüse drenaj santral sinir sistemi
(SSS) bulguları ile ilişkili bulunmuştur. Anterior kavernöz sinüs ve oftalmik
ven drenajı SSS bulgularının negatif önbelirleyicisi olarak bulunmuştur (81).
Konvansiyonel kateter anjiografi fistülün ve besleyicilerin
gösterilmesinde, venöz drenajın değerlendirilmesinde kesin yöntemdir. Ancak klinik
olarak belirgin olmayan olguların ön tanısında MR anjiografi ve dopler
ultrasonografi gibi noninvaziv görüntüleme yöntemleri yardımcı olur. (10). MR
anjiografi venöz akıma bağlı parlaklaşma ile dural AVF’nin gösterilmesinde
tamamlayıcı bir yöntemdir, kaynak görüntülerde genişlemiş, hiperintens kavernöz
sinüs görülür. CCF’de MRG’de oftalmik venler ve kavernöz sinüste dilatasyon ve
hızlı akıma bağlı sinyalsiz görünüm izlenir. MR görüntülemede DAVF’lerde leptomeningeal
veya medüller damarlarda dilatasyon veya boyanmanın gösterilmesi kötü prognozu
gösterir ve acil tedavi gerektiğini gösterir (10,81,82). Travmatik karotiko-kavernöz
fistüller girişimsel nöroradyolojik veya cerrahi yöntemle tedavi edilirler,
dural AVF’lerde de embolizasyon uygulanabilir. Ancak dural fistüller spontan
olarak kapanabilir. Ayrıca düşük akımlı karotiko-kavernöz fistüllerde düzenli
karotiko-juguler kompresyon 3-6 hafta denenebilir (Resim 60). Düzenli ve
kontrollü olarak uygulanan kompresyonla kapanan olgular bildirilmiştir (83, 84).
Konal lezyonlar
Orbital Psödotumör
İdiopatik orbital enflamasyon veya psödotümör, orbitanın veya gözün nongranülomatöz
lokal veya sistemik bir nedeni olmayan enflamatuar bir patolojisidir. Histopatolojisinde
polimorf inflamatuar hücreler ve fibrozis, granulasyon dokusu, eosinofiller,
plazma hücreleri, histiositler, germinal folliküller ve lenfositler
görülebilir. Ağırlıklı olarak lenfositik formu görülür. Graves hastalığından ve
lenfoproliferatif hastalıktan sonra ensık oftalmolojik hastalıktır. Geniş
serilerle yapılan çalışmalarda %4,2 -6,3
oranında bulunmuştur. Genellikle 4. ve 6. dekadlarda yetişkinlerde meydana
gelir, %85 tek taraflı tutulum görülür, ancak çocuklar da etkilenebilir.
Çocuklarda bilateral tutulum daha sık görülür (2,61,85). Tanı genellikle
Wegener granülomatozu, sarkoid, sistemik lupus eritematozis, poliarteritis nodoza, romatoid artrit,
sjögren, lenfoproliferatif hastalıklar ve Erdheim-Chester gibi patolojiler
dışlanarak konulur. Fibrozan mediastinit, retroperitoneal ve hepatik fibrozis,
Riedel tiroiditi ve kolanjit eşlik edebilir (61). Radyolojik değerlendirme BT
ve MR ile yapılır. Görüntüleme bulgularının klinik bulgularla korelasyonu ile
biopsiye gerek kalmadan tanı konulabilir. Kuşkulu klinik ön tanının
aydınlatılması ve doğrulanması için farklı dansitedeki orbital yağ, kas, kemik
yapıları ve paranazal sinüslerdeki hava ile oluşturulan kontrast nedeniyle BT
tercih edilebilir. Ekstraorbital ektansiyon özellikle kavernöz sinüse uzanım MR
ile daha iyi gösterilebilir. T1 de kaslarla izointens, T2’de yağa göre izo/ hipointens
olarak izlenirler. STIR sekansında hafif hiperintens olarak görülür. Kontrastla
boyanma görülür (2,61). Yağ baskılamalı T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerle yağ
dokusunun infiltrasyonu ve perinöritis BT’den daha iyi gösterilebilir (Resim 61-65).
Hastalık akut, subakut veya kronik olarak bir gözde veya herikisinde
birden görülebilir. Sklerozan kronik progressif form tedaviye dirençlidir.
Rekürrens görülebilir. Hastalık tuttuğu orbital yapılara göre kategorize
edilir. Miyozit, dakrioadenit, perisklerit, trokleit ve perinörit olarak
ayrılır. Hastalık bu orbital yapılara lokalize olabilir, ancak sıklıkla yağ dokusu
da infiltredir. Orbital yağ tutulumu tümörü düşündürecek şekilde lokalize veya
diffüz olabilir. Hastalık ağırlıklı olarak önde veya arkada meydana gelebilir (61,85).
Anterior orbital psödotumör grubunda anterior orbita ve göz küresi tutulur. Ağrı, propitoz, göz
kapağında şişme, görmede azalma yakınmaları ile başvururlar. BT ve MRG’de
uveal-skleral/Tenon halkasında kalınlaşma, optik sinir bileşkesinde flulaşma ve
kontrastla belirgin boyanma görülür. Enflamatuar reaksiyon nedeniyle uvea,
sklera ve tenon kapsulünün interstisyumunda proteinöz sıvı birikimi ve ödem bu
bulguların ortaya çıkmasına neden olur (Resim 62, 63)(2).
Diffüz tümefaktif veya
infiltratif tip psödotümör tüm retrobulber alanı
doldurur ve göz küresinin etrafında kendisini şekillendirir. Çok genişlese bile
diğer kitle lezyonlarında olduğu gibi kemiği erode etmez ve göz küresinde şekil
ve yer değişikliğine, invazyona neden olmaz, ancak remodalasyon ve skleroz
görülebilir (2,61). Ekstraorbital alanlara intrakranial alana, kavenöz sinüse, maksiller antruma, ethmoid
sinüslere, infratemporal fossaya, pterigopalatin fossa yoluyla nazofarenkse
yayılabilir (61,86).
Enflamatuar orbital myozit bir veya birden çok kasın enflamatuar hastalık tarafından infiltre
edilmesi ile ortaya çıkar (Resim 61,65). Ağrılı göz hareketleri, diplopi,
propitoz, göz kapaklarında şişme, konjonktivada kemozis ile hasta başvurur.
Bilateral olabilir. Superior kompleks ve medial rektus kasları sıklıkla
etkilenir. Tiroid oftalmopati ile ayırıcı tanı gerekir. Tiroid ile ilişkili
olan kas tutulumu ağrısızdır, yavaş gelişir, sıklıkla simetriktir ve sistemik
hastalıkla birliktedir. Ekstraorbital kas tutulumu enflamatuar infiltrasyonda
öne doğrudur ve kasların yapışma yerleri tutulmuştur, yağ dokusunun da
infiltrasyonuyla düzensiz ve belirsiz kontur, periost ve kas konisi arasındaki
periferik yağ dokusunun infiltrasyonu görülür. Tiroid oftalmopatide fuziform
genişleme kasın orta bölümündedir.
Lakrimal adenit orbitanın üst dış kadranında hassasiyete neden olur. Viral
dakrioadenitlerde de benzer bulgu görülür. Dermoid kist rüptürü, sarkoidoz,
lenfoproliferatif hastalık, Sjögren hastalığı, kistler ve bu bölgenin neoplastik
hastalıkları klinik ayırıcı tanıda göz önünde tutulmalıdır (Resim 62)(2).
Apikal orbital enflamasyonda ağrı, minimal propitoz,
ve ekstra okuler kaslarda hareket kısıtlanması görülür. Apekste irregüler
enflamatuar infiltrasyon, önde ekstraokuler kasların ve optik sinirin
posterioruna uzanır, optik sinirin basılmasına, obliterasyonuna veya yer
değiştirmesine neden olur(2,85). Perioptik infiltrasyon olgularında optik sinir
kılıfı içinde lusent bant tarzında subaraknoid mesafe ayırt edilir (Resim 64)(85).
İdiopatik perinörit optik nöriti
taklit edebilir (2). Sklerozan
psödotümör diffüz orbital enflamatuar psödotümörün bir alt grubudur. Subakut
bir psödotümörün son safhası olarak veya kronik, steroid tedaviden etkilenmeyen
progressif form olarak başlayabilir. Orbital yağda diffüz dansite artışı, optik
sinir ve kaslarda obliterasyon, göz küresinde çevresel tutulum görülür.
İntraorbital yapılar ve göz küresi tamamen hareketsizdir (61,85).
Tolosa- Hunt sendromunda orbital apeks lezyonu posteriora doğru uzanarak superior orbital
fissür ve kavernöz sinüs tutulumu ve ağrılı eksoftalmos, kranial sinir
tutulumlarına neden olur. Kavernöz sinüste III, IV, VI ve V1 tutulumuna bağlı
ağrılı oftalmopleji ve alında uyuşma görülür (61,85). Bu olgularda kavernöz
sinüste etkilenen tarafta genişleme görülür. MR görüntülemede kontrast madde
enjeksiyonundan sonra apekste ve kavernöz sinüste belirgin kontrastlanma görülür.
FSE T2 ağırlıklı kesitlerde apikal yağ sinyal intensitesi enflamatuar doku
nedeniyle oblitere görünümdedir (Resim 64). Arteriografide internal karotid
arter daralmış bulunabilir. Superior oftalmik vende posterior kesimde okluzyon
görülebilir (2). Yüksek doz kortikosteroid ile bulgular hızla kaybolur. Bu
yüzden neoplastik, enflamatuar (mikotik veya enfeksiyöz) veya vasküler patolojilerin
dışlanması gerekir (2). Lenfoma, lösemik infiltrasyon, granülomatöz
hastalıklar, pitüiter adenom, menenjiomlar, kraniofarenjiomlar, nörojenik
tümörler, dermoid kistler, orbital sinonazal ve nazofarengeal kanserler,
invasiv mikotik enfeksiyonlar, anevrizma ve melanom, akciğer, böbrek, tiroid,
prostat metastazları gibi kavernöz sinüs, parasellar ve orbital apeks lezyonları
da benzer semptomlara neden olabilirler (2).
Tiroid oftalmopati
Graves oftalmopati olarak da bilinen göz hastalığı sıklıkla
hipertiroidi ile birliktedir. Yetişkinlerde en sık görülen orbital enflamatuar
hastalıktır. %85 bilateral, %50 unilateral eksoftalmos görülür. Kadınlarda daha
fazla görülür. Ancak erkeklerde daha hızlı ilerleme eğilimindedir.
Patojenezinde heredite ve çevresel faktörler rol oynar (87). Graves
hastalığında aile öyküsü hastaların %20-60’ında bulunur. Kontrol grubuna göre bazı
human lokosit antijenleri (HLA) daha sık görülür. HLA –B8 ve DQA1*0501
haplotipleri hastalığa yatkınlığı arttırır, HLA DR b1*07 korunmayı sağlar. Tiroid
oftalmopatinin otoimmün bir hastalık olduğu kabul edilir. İmmünopatogenez tam
olarak anlaşılmamıştır. Bir hipoteze göre T-hücre grubunun aktivasyonu antijen
sunucu hücrelerdeki (makrofajlar ve dendritik hücreler) MHC molekülüne (HLA DR,
DP, DQ) bağlı antijene bağımlıdır.
Böylece HLA molekülleri T hücrelere sunulabilir antijenlerin seçimini
etkileyebilir. T hücrelerin aktivasyonu self-antijenin otoimmün tanınmasına yol
açan olayların başlamasına neden olur. Bu olaylar tiroid içinde veya orbita
gibi tiroid dışı dokularda meydana gelebilir. Spesifik HLA tiplerinin timusta T
hücrelerine self antijenin tanıtılmasında bir aşamada eksiklik olursa otoimmün
reaksiyon gelişir (87). Çevresel faktörler de etkin olabilir. Tiroid cerrahisi,
sigara içmek, radyasyona maruz kalma, tiroid enflamasyonu ve travma graves
hastalığının gelişmesinde rol oynayabilir. Graves hastalığında orbitopati
gelişme riski ve ciddiyeti ile sigara içimi arasında güçlü bir ilişki
bulunmuştur (61,87). Hipertiroidism
tiroidin folliküler hücrelerinin tiroid stimülan hormon (TSH) reseptörüne
uyarıcı antikorların bağlanmasına neden olan otoimmün bir hastalıktır. Bu
proteinler pitüiter bezin tiroide negatif feedback etkisini engelleyerek tiroid
hormonu sentezini uyarırlar (87). Graves orbitopatide orbital dokunun
histolojik çalışmaları glikozaminoglikanların(GAG) aşırı artmış olduğunu
göstermiştir. Hyaluronan en ağırlıklı olarak bulunan GAG’dır ve büyük,
hidrofilik polianyonik bir bileşiktir. Retrorbital alanda ve kas liflerini
destekleyen bağ dokusu içinde GAG’lerin birikimi sonucu orbital bağ dokusu ve
ekstraokuler kaslarda genişleme görülür (87). Orbital konjesyona ve ekstraokuler
kaslarda birikmesi fibrozise neden olur. İnferior rektus en sık olarak tutulur.
Medial rectus ve daha sonra superior kas kompleksi tutulur. Bilateral olma
eğilimi varır. İzole lateral rektus tutulumu nadirdir ve idiopatik inflamasyon,
myositis, lenfoma, metastaz akla gelmelidir (61). Radyolojik olarak orbital yağ
volümünde artış görülür. Genişlemiş kaslar apeksde sıkışmaya ve venöz
konjesyona neden olur. İntraorbital yağda enflamasyon nedeniyle çizgilenme
görülür. Kaslar genellikle fuziform, bilateral tutulum gösterirler, kasların
tendonları tutulmaz. Bu şekilde psödotümörden ayırt edilebilir. Kaslardaki
genişleme ve orbital yağ artışı propitoza neden olur. Optik sinir basısı
nadirdir (%10), fakat klinik olarak görme keskinliğinde azalmaya, görme
alanında daralmaya neden olur. Optik sinir kılıfı ve superior oftalmik ven
genişleyebilir (Resim 66). Kas genişlemesi nedeniyle lamina papiraseada
remodelasyon görülür. Bu bulgular BT ile tanınabilir ve takip edilebilir,
koronal kesitler yararlı olur. Apikal yapılar koronal MR ile daha iyi
değerlendirilebilir. MR görüntüleme tedaviye yanıtı değerlendirmede
kullanılabilir. T2 ağırlıklı kesitlerle kaslardaki enflamasyon ve fibrozis
değerlendirilebilir. Optik sinirin sıkışması aksial ve sagittal kesitlerde daha
iyi görülür. Klinik tutulum unilateral olsa bile BT ve MR görüntülemede
bilateral anormallikler görülür. Tiroid myopatide kas içinde (karın kısmında)
düşük dansiteli alanlar görülür. Fokal lenfosit birikimi ve mukopolisakkarit
depolanmasına sekonder olabilir (61). Diğer bulgular lakrimal bezlerde
genişleme ve göz kapaklarında ödem (dolgunluk), optik sinirde gerilme, göz
küresinin posteriorunda çadırlaşma görülebilir. MR görüntülemede akut fazda
tutulmuş kaslarda enflamasyon / ödem nedeniyle yüksek sinyal intensitesi
izlenir (Resim 67). Kronik, konjesyonun
olmadığı dönemde ekstraokuler kaslarda fibrozis nedeniyle esneklik kaybı,
klinik olarak göz hareketlerinde kısıtlanma, MR’da ve BT’de yağ replasmanı
görülür (Resim 68). Kaslar bu dönemde belirgin olarak daha iyi olmasına karşın
orbital yağ dokusundaki artış nedeniyle eksoftalmos ve orbital septumun öne yer
değiştirmesi ve lakrimal bezin prolapsusu görülebilir (2, 56). Graves’li her hastada radyolojik görüntüleme
gerekmeyebilir. Graves orbitopati tanısı klinik bulgulara dayanılarak
yapılabilir. Ancak hipertroidinin belirgin olmaması veya ağrılı göz harekerinin
olması gibi atipik bulguların varlığında görüntüleme gerekli olabilir. Ayrıca radyoterapi
veya cerrahi uygulanması gereken hastalarda girişim öncesi tutulan ekstraokuler
kasların ve retrobulber yağın derecesinin değerlendirilmesinde, sinüs
anatomisinin tanımlanmasında görüntüleme yöntemleri yardımcı olabilir (87).
Sarkoidoz
Multipl organ sistemini tutan ganülomatöz enflamasyonla karakterize
sistemik bir hastalıktır. En sık etkilenen dokular akciğer, hiler lenf nodları,
gözler ve deridir. Okular tutulum sarkoidozlu hastaların %25–50’ sinde meydana
gelir. Sarkoidozda okuler tutulumlu hastaların büyük çoğunluğu anterior veya
posterior segmentlerde uveal trakt enflamasyonu bulgusuna sahiptir. Sarkoidozda
lakrimal tutulum olmadan orbital yerleşim daha azdır vr %1 den daha az olguda
görülür. Sarkoidozun oftalmik bulguları olan hastaların % 25’inden fazlasında
orbita tutulumu ve lakrimal aparat, göz kapakları, ekstra oküler kaslar ve
optik sinir gibi ilgili yapıların tutulumu görülebilir (Resim 69, 70). Klinik
bulgular ve semtomlar ağrı, oftalmoparezi, ve görme kaybından oluşur. Lakrimal
bez en sık etkilenen orbital yapıdır, %10 olguda bulunur. Sarkoidozda lakrimal
bez büyümesi ağrısızdır ve bilateraldir. Lakrimal kese tutulumu nadirdir. Ektraokuler
kasların infiltrasyonu restriktif myopati nedeniyle oftalmoparezi ile
sonuçlanır. Optik nöropati %5 olguda meydana gelebilir ve infiltrasyona veya sarkoid
granulomun direkt basısına bağlı olarak meydana gelebilir (85).
Wegener granulomatozu
Tüm respiratuar trakt ve böbrekleri primer olarak etkileyen nekrotizan,
granülomatöz enflamasyon ve vaskülit ile karakterizedir. İmmun kompleks aracılığıyla
bir hipersensitivite hastalığı olduğu düşünülür. Beşinci dekatta en sık
görülür, erkeklerde kadınlardan iki kat fazla görülür. Okuler tutuluş sıktır,
olguların %50’sinde meydana gelir. Bilateral konjonktivit, ülseratif keratit,
episklerit, sklerit, üveit, retinal vaskülit ve optik nöropatidir. Orbital
tutulum Okuler bulgusu olan wegener granülomatozlu hastaların yaklaşık
%50’sinde görülür. En yaygın mekanizma hastalığın paranazal sinüs veya
nazofarenksten yayılımdır. Orbitada lakrimal bezi de içine alarak, izole olarak
veya hastalığın başlangıç bulgusu olarak meydana gelebilir. BT ve MR bulguları
nonspesifiktir. Lakrimal bezde büyüme ile birlikte veya bezde bir değişiklik
olmadan, iyi sınırlanamayan infiltrasyonlar görülür. Propitoz, ağrı kızarıklık,
orbital konjesyon ve oftalmoparezi mevcuttur. Bilateral orbital tutulum sıktır.
Wegener granülomatozu ayrıca ağrı, oftalmoparazi ve görmede azalma ile orbitada
kronik progressif orbital apeks sendromu olarak da ortaya çıkabilir. Okuler
tutulum göz kapağı granülomu, dakrioadenit ve lakrimal kanal tıkanması ile
görülebilir. Serojik testler yetersizdir, histopatolojik olarak doğrulanması
gerekir (85).
Orbital lenfoma
Orbital lenfoma malign orbital tümörlerin %55’ini oluşturduğu ve
orbital malignitelerin yıllık insidansında en büyük artışı gösterdiği
bildirilmiştir (88). Lenfoid tümörler
genellikle lenf nodlarında meydana gelir, ancak orbita gibi ekstranodal
alanların tutulumu da seyrek değildir. Orbital lenfomaların çoğu mukoza ilişkili
lenfoid doku (MALT)’dan gelişen düşük dereceli malign lenfoma olma
eğilimindedir. Sistemik hastalıkla ilişkili olmayan orbital tutulum sıktır, tek
başına görülebilir. Ancak orbital lösemik infiltrasyon ise her zaman sistemik
hastalığın parçasıdır. Düşük dereceli MALT lenfoma iyi prognoza sahiptir. Orbitanın
lenfoproliferatif hastalıkları benign lenfoid hiperplaziden malign lenfomaya uzanır.
İmmünohistolojik incelemeler ayrımının yapılmasına yardımcı olur. Sistemik
lenfoma olguların en az %50 sinde, %70-75’inde gelişir. Non hodgkin lenfomalı
(NHL) herhangi bir hastada periorbital veya orbital kitle, pitoz, propitoz veya
göz kapağı ödemi varlığında orbital lenfoma tutulumundan kuşkulandırmalıdır.
NHL’lı hastalarda orbital tutulum seyrek olsa da tutulduğu zaman radyoterapi
veya kemoterapiye yanıt iyidir. Üç kür siklofosfamit, doksorubisin, vinkristin
ve prednisolon (CHOP) ve tutulan alana radyoterapi belirgin olarak uzamış
hastalıksız sağ kalım sağladığı gösterilmiştir (88,89). Lenfoid tümörler
orbital kitlelerin %10-15’ini oluştururlar (2). Gözde gerçek lenfoid doku
subkonjonktiva ve lakrimal bezde bulunur. Ağrı, başağrısı, göz yaşarması, görme
kaybı lenfomanın karakteristik klinik bulguları değildir. 50 -70’li yaşlarda görülür.
Herhangi bir orbital yapı tutulabilir, ancak en sık lakrimal bez tutulur.
Orbitanın Superior ve anterior kısımları, konjonktiva ve göz kapakları da sık
tutulan yerlerdir. Retrobulber lezyonlarda hareket kısıtlılığı, kemozis,
diplopi, ödem görülür. %75 tek taraflıdır. Ekstraokuler kaslar nadiren tutulur.
Klinik ve görüntüleme bulguları ile psödotümörden rahatlıka ayırtedilebilir.
İnce iğne aspirasyon biopsisi ile tanı konulabilir. Aksial ve koronal BT
kesitleri, 3-
Ekstrakonal
lezyonlar
Schwannom ve Nörofibrom
Schwannomlar nörilemmom olarak da bilinir ve trigeminal sinirin innerve ettiği
optik sinirin meningeal kılıfından gelişebilirler ancak, genellikle orbita
içindeki periferik sinirlerden gelişirler.
Tümüyle schwann hücrelerinden oluşur ve tüm orbital tümörlerin %1’ini
oluştururlar (2). Kapsüllü, iyi sınırlı, yavaş ilerleyen, unilateral noninvaziv
tümörlerdir. Bu yüzden benzer tümörlerden ayırtedilmelidirler. Orbitada optik
sinirden başka çok sayıda periferik sinir bulunmaktadır. Bunlardan gelişen
tümörler yine bu sinirlerin trasesi boyunca bulunurlar (10). Oftalmik sinir
superior oftalmik fissüre girmeden önce frontal, lakrimal ve nasosilier
dallarına ayrılır. Lakrimal sinir frontal ve troklear sinirin lateralinde
superior orbital fissürden geçer ve lateral rektus kasının üst kenarını takip
ederek lakrimal beze ulaşır. Frontal sinir superior orbital fissürden geçtikten
sonra orbita kenarına yakın supratroklear ve supraorbital dallarına ayrılır.
Schwannomlar daha çok bu duysal sinirlerden gelişir, bu nedenle daha sık olarak
ekstrakonal yerleşirler (90). Nazosilier
dalı bunların aksine anuler tendonun içinden geçer ve bundan gelişen tümörler
intrakonal yerleşimlidir. Oftalmik arteri takip ederek optik sinirle superior
rektus kası arasında seyreder, silier ganglion ve uzun silier dallarına
ayrılır. Bu yakınlık nedeniyle tümörleri optik sinire basıya neden olurlar.
Schwannomlar nadiren motor sinirlerden de gelişebilirler. Okulomotor sinirin
superior ve inferior dalları ayrı ayrı anuler tendondan geçerek orbita içine
girer, superior dalı nasosilier dalın arkasında seyreder, superior rektus ve
levator palpebra superiores kasını innerve eder. İnferior dalı medial ve
inferior rektus kaslarını, inferior oblik kası innerve eden dalları verir.
Troklear sinir seyri nedeniyle ekstrakonaldir. Kılıfları boyunca kavernöz
sinüse uzanabilirler (90,91). Hareket
kısıtlılığına, diplopi ve strabismusa neden olabilirler. Bazen hemoraji,
nadiren kalsifikasyon veya kistik dejenerasyon (kistik schwannom) görülebilir.
Histolojik olarak Antoni A ve B tipleri bulunur. Düzenli, birbirine paralel,
birbirleriyle ilişkili halkalar, kıvrımlar, kordonlar oluşturmuş sağlam olarak
düzenlenmiş iğ şeklinde hücrelerden oluşan tipi Antoni A tipi olaral isimlendirilir.
Antoni B’de hücreler kollajen matrikste rasgele dağılmıştır, daha az sellular
paterne sahiptir (2). Orbital schwannom BT ve MR’da oval iyi sınırlı, orta ya
da güçlü kontrastlanan intrakonal veya ekstra konal yerleşimli kitleler olarak
görülür. Bazen intramuskuler kitle olarak da görülebilir (90,91). Optik sinir
itilmiş veya sarılmıştır. Superior orbital fissürde, orbitada ekspansiyon,
ekstrakonal kitlelerde kemik erozyonu görülebilir. T1 ağırlıklı kesitlerde
kaslarla izointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens sinyal izlenir (Resim
73). Antoni B alanlarında, daha sellüler olan Antoni A alanlarına göre daha
yüksek sinyal ve gadolinyum enjeksiyonu ile daha fazla parlaklaşma görülür.
Ancak bu her zaman geçerli değildir. Kistik schwannomlar kontrastlanmayan
hipointens kitle olarak görülür. Ayırıcı tanıda kavernöz hemanjiom, dermoid
kist, mukosel, piyosel, epidermal inklüzyon kisti, kolesterol granulomu,
lenfanjioma düşünülmelidir. Malign formu enderdir. Pleomorfik iğsi hücreler,
çok sayıda mitotik şekiller, miksoid matriks alanı içerir. Nekroz, kemik veya
kas gibi heterotopik elementler bulunabilir ve bunlar BT ve MR ile görülebilir.
Schwannomun malign formunda BT’de irregüler konturlu iyi sınırlanamayan kitle
ve kemik destrüksiyonu görülebilir (90).
Nörofibromun lokalize formları orbital schwannomlardan ayırt edilmesi güç
olabilir. İkisi de Von Recklinghausen NF ile birlikte görülebilir.
Schwannomların aksine lokalize nörofibromlar iyi sınırlı olsa bile kapsüllü
değillerdir. Pleksiform ve diffüz nörofibrom hipervasküler, iyi sınırlanamayan tümörlerdir. Bu nedenle tümüyle
çıkarılamayabilir. Göz kapaklarında
aşırı büyüme, fasial planlar boyunca orbitaya infiltrasyonu görülür. Çevre
dokulara basıya neden olabilir. Histopatolojik olarak endonöral fibroblastlar,
schwann hücreleri ve miksoid matriks görülür. Nörofibromlarda aksonal komponent
bulunur, schwannomlarda ise yoktur. Tanı genellikle histopatolojik inceleme ile
konulur. BT’de beyin ile izodens olarak görülür. Kapsülün bulunmaması nedeniyle
kenarlarında hafif düzensizlik, schwannom’dan ayırt edilmesinde yararlı
olabilir, kontrastla schwannomda olduğu gibi orta veya yüksek derecede boyanma
görülür. Schwannomda daha sık görülen superior orbital fissürde genişleme
birçok olgu serilerinde gösterilmiştir. MR görüntülemede T1 de kaslarla
izointens, T2 de hiperintens olarak izlenir. Heriki sekansta da homojen veya
heterojen olabilir. Ilımlı veya belirgin kontrastlanma görülür (90). İzole nörofibromlar sistemik
nörofibromatozisle birlikte bulunmayan, görece daha nadir görülen, diğer
orbital tümörlerden ayrımı güç olabilen bir tümördür. Park ve arkadaşlarının 5
olguluk serilerinde kas tutulumu ile pterigopalatin fossaya, temporal fossaya, orbital
tavanda kemik erozyonu yaparak veya superior orbital fissürden kavernöz sinüse
veya orta kranial fossaya, lakrimal fossaya ve nazolakrimal kanala, inferior
mea’ya uzanan iyi sınırlı kistik, solid ve mikst kitle lezyonları
tanımlanmıştır. BT eşlik eden kemik
değişikliklerini iyi bir şekilde gösterirken MR lezyonların farklı
lokalizasyonlara uzanımının ve diğer orbital yapılarla ilişkisinin
değerlendirilmesinde, solid- kistik yapıların ayırt edilmesinde yardımcı
olmaktadır (92).
Orbital lösemi
Lösemi çocuklarda en
sık görülen kanserlerden biridir. Olguların %75’i akut lenfoblastik lösemi, %
20’i akut miyelositer lösemi, %5’i kronik miyelositer lösemidir. Kronik
lenfositik lösemi yetişkinlerde görülür. Orbital tutulum orbital kemik veya
yumuşak dokunun lösemik hücreler tarafından direkt infiltrasyonu ile oluşur. Akut
miyelositer lösemi (AML) de sıklıkla granülositik sarkom şeklinde infiltrasyon
görülür (Resim 74). Bir çok AML’li hastada ilk bulgu olarak ortaya çıkar. Tipik
olarak subperiostal alanı infiltre eder. Temporal fossaya, etmoid hava
hücrelerine veya anterior kranial fossaya doğru genişler. Dural veya
leptomeningeal infiltrasyon, BT ve MR’da kontrastla parlaklaşma ile
görülebilir. Ayırıcı tanıda rabdomyosarkom, Langerhans hücreli histiositoz,
hemanjioperisitom, kapiller hemanjiom lenfoma, psodotümör, subperiostal abse,
metastaz (nöroblastom, Ewing sarkomu, Willm’s tumör) düşünülmelidir (2).
Orbital rhabdomyosarkom
Çocukta en yaygın mezenkimal tümördür. Orbital
rhabdomyosarkom baş boyun rhabdomyosarkomlarının %25–35 ‘ini oluşturur. En sık 2- 5 yaş arasında
görülür, fakat doğumdan yetişkin yaşa kadar bildirilmiştir. Çocuklarda
embrioner tip, yetişkinlerde pleomorfik tip görülür. Primer okuler
rhabdomyosarkom nadir bir tümördür ve konjonktiva, iris veya silier cisimde
gelişebilir. Göz kapağından da gelişen rhabdomyosarkom bildirilmiştir, Ancak diğer bazı olgularda bunun primer
rhabdomyosarkomun subkütanöz yayılımı olduğu ileri sürülmüştür. Sekonder rhabdomyosarkom komşu paranazal
sinüslerden, pterigopalatin fossadan, infratemporal fossadan veya nazofarenksden
orbitaya direkt yayılıma denir. Baş ve boyun, gövde ve ekstremitelerdeki primer
tümörden de orbitaya metastaz olabilir (93). Erkeklerde kadınlara göre biraz
daha fazladır. Embrioner tip orbitada en sık görülür. Ekstrakonal (%37), intra
konal (%17) ve herikisinde (%47) ve üst kadranda (%67) yerleşir. Uygun tanı ve
tedavi için radyolog, oftalmolog ve medikal ve radyasyon onkologlarının yakın
kooperasyonu gerekir. Klinik olarak hızlı gelişen unilateral propitoz, göz
küresinde yer değişikliği, pitoz, göz kapağında şişme, ele gelen kitle ve ağrı
görülür. MRG’de T1 ağırlıklı kesitlerde kaslarla izointens, T2 ağırlıklı
kesitlerde kaslara göre hiperintenstir. Kemik destrüksiyonu %40 olguda görülür
(92). Göz küresi sıklıkla yer değiştirmiş veya itilmiştir, ancak infiltre
değildir. Paranazal sinüslere veya intrakraniyal alana yayılım görülebilir. Dinamik
incelemede hemanjiomdan farklı olarak düşük pik, gecikmiş yıkanma ile ılımlı
kontrastlanma görülür (2). Orbitanın lenfatik drenajı olmadığı için bölgesel
lenf bezleri ancak tümörün ileri lokal yayılımı olduğu zaman görülebilir. BT ve
MR birbirini tamamlayıcıdır. Multipl gruplaşmış üzüm salkımı gibi çevresel
boyanan lezyonlar embrionik tipin botryoid varyantı ile görülen bir bulgudur,
“botryoid sign” denir. Kesin tanı için doku örneklemesi gerekir, genellikle tümörün
lokalizasyonuna göre eksizyonel veya insizyonel açık biopsi tercih edilir. Cerrahi
sonrası radyoterapi ve kemoterapi yapılır. Residüel tümör ve rekürrent tümörün
değerlendirilmesi ve monitorizasyonu için radyoterapi ve kemoterapi sonrası
takipte seri MR görüntüleme yararlıdır. Rekürrent tümör - fibrozis ayrımında
seri görüntüleme gereklidir. BT tetkiki
kemik değişikliklerini ve tedavinin etkinliğini değerlendirmeye yardımcı olur.
Fibröz histiositoma
Yumuşak doku, kas ve fasyaları tutan mezenkimal bir tümördür. Bazı
yazarlar orbitanın en sık mezenkimal tümörü olduğunu düşünürler. Fibröz
görünümlü histiositik hücrelerden oluşur. Benign veya malign olabilir. Malign
fibröz histiositomada kemik erozyonu görülür. Benign lezyonlar kemiğe bası ile
atrofiye neden ourlar. T2 ağırlıklı kesitlerde bazı sellüler fibröz histiomalar
ılımlı veya belirgin intens, iyi sınırlı bir kitle olarak görünürler, intra
veya ekstrakonal olabilirler. Ilımlı veya belirgin kontrastlanma gösterirler.
Kavernöz hemanjiom, hemanjioperisitom, nörofibrom, menenjiom, vaskülojenik
leyomiyom, lenfoma, ve metastaz ayırıcı tanıda düşünülmelidir (2, 56).
Metastazlar
Orbita veya göz küresine metastaz saklı primer tümörün ilk belirtisi
olabilir. Kadınlarda meme, erkeklerde akciğerler en yaygın primer tümör
lokalizasyonlarıdır (85). Bunları prostat ve böbrekler, mide, tiroid maligniteleri
ve melanomlar takip eder. Çocuklarda nöroblastom metastazı en sık görülür.
Genellikle ekstrakonal tutulum görülür ve retrobulber yağ, orbital kemik ve
lakrimal bez tutulur. İntrakonal tutlum %10 olguda görülür (61). Orbital yağ
dokusunda psödotümörü taklit eden diffüz metastatik infiltrasyon meydana
gelebilir. Metastatik skirröz meme kanserlerinde orbital yapılarda fiksasyon ve
enoftalmus, ekstrokuler kaslarda asimetrik noduler yapıda tutulum görülür.
Kemik tutulumu bu olgularda görülmez (85). Ağrılı propitoz en yaygın geliş yakınmasıdır.
Skirröz meme karsinomlarında enoftalmi görülür. Orbitaya paranazal sinüslerden,
nazofarenksten ve göz küresinden tümör yayılımı görülebilir. Tümör sıklıkla
irregülerdir ve kaslarla benzer sinyal intensitesinde ve değişken kontrastlanma
paterni ile güçlükle tanımlanabilir. Orbital
metastazlı hastaların üçte ikisinde aynı
zamanda beyin metastazı görülür. En sık
olarak kadınlarda meme kanserlerinde, akciğer ve böbrek kanserlerinde,
erkeklerde prostat kanserlerinde görülür (Resim 75-77). Çocuklarda
nöroblastomdan, Ewing sarkomundan ve Willms tumöründen orbitaya metastazlar
olur. Metastazlar primer tümörlerle,
miyozit ve diffüz orbital psödotümör ile karışabilir. Metastazların çok sayıda
olması, primerin bilinmesi tanıyı kolaylaştırır. Herhangi bir kompartmanı
tutabilir. Uveal melanom, retinoblastom ve okuler medulloepitelioma nedeniyle
opere edilen hastalarda cerrahi yatakta izlenen herhangi bir kitle rekürrens
olarak değerlendirilmelidir. Bazen metastatik depozitler tek ve iyi sınırlı
lezyonlar olarak görünürler ve benign orbital tümörleri düşündürürler, ancak
primer malign melanom veya karsinoid benzer görünümü oluşturabilir(56).
Sekonder orbital tümörler
Sinonazal malign tümörler, yüzün basal cell ve squamous cell gibi cilt
tümörleri ve melanom orbitaya invazyon yapabilir (Resim 78,79). İnferior
orbital fissür; pterigopalatin fossa ve infratemporal fossadan patolojilerin
geçişine izin verir. Perinöral veya perivasküler yayılım ile de sinonazal,
orofarengeal tümörler pterigopalatin fossaya ve daha sonra orbitaya
ulaşabilirler. Menenjiom gibi intrakranial lezyonlar da orbitanın posterolateral
duvarından, optik kanal ve sfenoid fissürlerden, etmoidal foraminalardan, veya
lamina papirasea ve orbital tavandan orbitaya uzanabilirler (56). Tümörler
genellikle MR’da T2 ağırklı kesitlerde düşük sinyal intensiteli olarak
görülürler. Obsrüksiyona bağlı sıvı koleksiyonundan tümörün ayrımı bu nedenle
MR ile daha iyi yapılabilir, tümörün sınırları daha iyi değerlendirilebilir
(101).
Sfeno- orbital menenjiom
Dura mater birbirine sıkı bir şekilde yapışık meningeal ve periosteal
tabakalardan meydana gelir. Ancak optik foramen içinden geçerken bu tabakalar
birbirinden ayrılır. Meningeal tabaka optik sinir kılıfı, periost ise
periorbita olarak devam eder (2). Periorbitadan veya rastgele yerleşmiş
araknoid kılıftan gelişen ekstrakonal menenjiomlar tüm primer orbital
tümörlerin %5’i oranında görülürler (10). Sfenoid kemiğin ala majorunu tutmuş
intraossöz menenjiomdan da orbitanın sekonder tutulumu gelişebilir (61). Sıklıkla benigndir ve bütün intrakranial
menenjiomların %14-18’ini oluşturular. Yakın ilişki nedeniyle kavernöz sinüs,
kranial sinirler ve majör vasküler yapılar tutulabilir (94). Bu tümörler komşu kemikleri
tutma eğilimindedir. Genellikle heriki sfenoid kanat, komşu dura ve bazen
orbita tutulur. Sfeno-orbital ‘En Plaque’ menenjiomlar yavaş büyürler ve
cerrahi olarak çıkarılmaları güçtür uzun süre çıkarılmaları imkansız olarak
düşünülmüştür. Bugün tümör rekürrensini önlemek için geniş kemik rezeksiyonu ve
ardından rekonstrüksiyon yapılmaktadır (95). Sandalcıoğulları ve arkadaşlarının cerrahi
yaklaşım ve sonuçlarının sunulduğu çalışmalarında 16 hastadan 14’ünde
ilerleyici propitoz, 7 hastada buna eşlik eden ilerleyici görme bozukluğu, bir
hastada görme alanında daralma ve diplopi, diğer bir hastada sadece orbital
ağrı yakınması ile başvuru bildirilmiştir (94).
Orbital menenjiomların değerlendirilmesinde yüksek rezolusyonlu BT
kalsifikasyonların ve hiperostozun görülebilmesini sağlaması nedeniyle
geleneksel olarak seçilen yöntemdir. MR yüksek yumuşak doku çözümleme gücü ve
kemik artefaktlarının olmaması nedeniyle orbital yapıların, foramenlerin iyi
bir şekilde değerlendirilmesini sağlar (10). Konrast verildikten sonra çok
güçlü olarak boyanma gösterirler. İki olgumuzda MR’da aksial, koronal ve
sagittal planda yağ baskılı kontrastlı kesitlerin, lezyonun yayılımının
değerlendirilmesinde yararlı olduğu görülmüştür (Resim 80). Kavernöz sinüs ve
majör vasküler yapıların değerlendirilmesinde SE T2 ağırlıklı ve proton
dansitesi MR kesitleri ve MR anjiografi yararlı olmaktadır. Ayırıcı tanıda
psödotümör, sarkoidoz, lenfoma ve metastaz düşünülmelidir. Komşu kemiklerde
hiperostozun görülmesi, vasküler yapıların manşon şeklinde sarılması ve
daralmasına yol açması, meningeal boyanma menenjiomun diğer lezyonlardan
ayrımında yararlıdır (Resim 78).
Orbital kistik
lezyonlar-Dermoidler
En sık görülen gelişimsel kistik lezyonlar dermoid ve epidermoid
kistler ve teratomlardır. Dermoid ve epidermoid kistler nöral tüpün kapanması
sırasında ektodermal elementlerin içine alınması sonucu gelişirler (56). Fibröz
kapsülleri vardır. Epidermoid keratinize, stratifiye skuamöz epitelyum ile
döşenmiştir. Dermoidler yağ bezleri ve kıl follikülleri, teratomlar iki veya
daha fazla germ tabakaları içerir. Yağ dokusu içeren dermoid kistler iyi
sınırlı teratom olarak isimlendirilebilir. Teratomlar doğumda büyük, kistik orbital
kitle olarak görülür. Dermoid kistler orbitanın en sık görülen konjenital
lezyonudur. İyi sınırlı, yavaş büyüyen lezyonlar ekstrakonal alanda yeralır ve
kitle etkisi nedeniyle komşu kemikte erozyon ve remodelasyona neden olurlar.
Rüptür nedeniyle akut enfeksiyonu taklit edebilir. MR’da T1 ağırlıklı kesitlerde hiperintens
olarak izlenir (Resim 81–84). Sekretuvar elementler içeriyorsa epidermoide
benzer sinyal özellikleri gösterir. Yağ-sıvı seviyelenmesi, kalsifikasyon
görülebilir. Nadiren ring şeklinde boyanma görülebilir (61). Kistlerin büyük çoğunluğu çocukluk çağında
orbital kenar yakınında subkutanöz nodul olarak görünür. Yetişkinlerde orbital
kenarın arkasında sıklıkla lakrimal glanda yakındır, lakrimal gland
patolojileriyle karışabilir.
Konjenital veya gelişimsel orbital
malformasyonlar
Orbita ve periorbital anomalilerin
klinik olarak değerlendirilmesinde normal ve normal olmayan arasında ayrım
yapmak önemlidir. Çok sayıda konjenital malformasyonda gözler arasında
mesafenin anormal olması en önemli bulgudur. İnterorbital mesafe en doğru
olarak Waters’, posteroanterior kafa grafileri veya BT ‘den değerlendirilebilir
(6).
Hipotelorizm medial ve orbital duvarlar arasında mesafenin azalmasıdır. Hipotelorizm
60’dan fazla sendromda tanımlanmıştır ve kafa kemikleri malformasyonuna veya
beynin yetersiz gelişimi sonucu olabilir. Örnek olarak metopik sütürlerin erken
kapanması sonucu gelişen trigonosfalide hipotelorism, üçgen kafa, belirgin öne
doğru çıkık alın görülür(6). Haloprosensefali ile de görülebilir. Fötal
gelişimin 3. haftasında anormal yapışma ve morfogenez sonucu gelişir. Median
orbita veya birleşik göz (siklops) gibi ağır formlarından tek maksiler kesici
diş içeren hipotelorizm gibi daha hafif formlarına kadar çeşitli derecelerde
olabilir.
Hipertelorizm interorbital mesafedenin artmış olması demektir. Klinik olarak
interpupiller mesafe de artmıştır. Kribriform plate defekti ile birlikte
görülebilir. Anterior ansefalosel eşlik edebilir. Hipertelorizm 550’den fazla
hastalıkta tanımlanmıştır. Sfenoid kemiğin erken ossifikasyonu ile orbitaların
fötal pozisyonda kalması (erken gelişim sırasında 180o, doğumda 70
o, yetişkinde 68 o), nazal kapsülün yetersiz gelişmesi ile
primitif beyin kesesinin bu alana protrude olması, Apert ve Crouzon
sendromlarında olduğu gibi kafa tabanı kemiklerinde gelişim güçlüğü veya
frontobazal displazi veya kraniofasial displazi gibi midfasial malformasyonlar
hipertelorizmin olası mekanizmalarını oluşturur (6).
Kraniosinostoz kafa tabanı ve kafa kemiklerinin blastemik evrede anormal gelişimine
bağlıdır. Koronal sütür sinostozunda füzyon tarafındaki orbita superiora ve
laterale doğru yükselir. Kranial deformitenin düzeltilmesi orbital deformitenin
de kendiliğinden düzelmesini sağlar (2).
Mandibulofasial dizostoz ve otosefali birinci ve ikinci (visseral) brankial arklardan gelişen
facial yapıların mesodermal farklılaşmasının baskılanması nedeniyledir. Mandibulofasial
dizostozda orbitalarda malar kemik hipoplazisi nedeniyle inferolateralde defekt
olabilir. Ciddi malar hipoplazi olgularında orbitanın lateral duvarı sfenoidin
büyük kanadı ve frontal kemiğin zigomatik çıkıntısı tarafından oluşturulur
(2,56).
Gözün gelişimi orbitanın gelişimini doğrudan etkiler. Orbital kranial
bileşkenin şekli beyin ve kafa kemiklerinin gelişiminden etkilenir. Beyin az
gelişmiş, fakat göz normal gelişmişse frontal kemiğin orbital plate’i
genellikle anterior kranial fossa içine doğru yükselir. Göz az gelişmişse ve
beyin normal ise orbital plate hipoplastiktir. Bebeklikte veya erken çocukluk
döneminde enükleasyondan sonra protez uygulanamaması gelişmin durmasına ve
küçük orbitaya neden olur (2).
Crouson ve Apert sendromlarında belirgin hipertelorizm vardır. Yüz hipoplastik ve eksoftalmus
mevcuttur. BT ve kraniografilerde sfenoid kemiğin büyük kanadının laterale yer
değiştirdiği ve etmoid kemikte balonlaşma görülür. Ekstraokuler kaslarda anormallikler
görülebilir (56).
Nörofibromatozis ve orbital
defektler
Kranial kemiklerin ossöz displazisi von Recklinghausen hastalığının bir
parçası olabilir. Sfenoid kemiğin büyük ve/veya küçük kanadının tam veya kısmen
yokluğu orbital defekti oluşturur (Resim 85). Sfenoid kemiğin gövdesi de
tutulmuş olabilir ve displastik, anormal sella tursika oluşturur (2).
Fibro-ossöz, ossöz ve
kartilajinöz lezyonlar
Orbita ve paraorbital alanların fibro-ossöz, ossöz ve kartilajinöz
lezyonları göreceli olarak sık değildir. Bu lezyonların klinik, radyolojik ve
patolojik bulguları birbirlerine benzediği için tanıda güçlük olabilir (Resim
86). Bu lezyonlar neoplastik olmayan proliferasyonlar ve neoplazmları içerir.
Neoplazmlar benign ve malign olarak ayrılırlar. Ossifying fibrom, fibröz
displazi, kondromisoid fibrom, dev hücreli tümör, dev hücreli reperatif
granülom, kondrom, kondroblastom, osteoblastom, osteosarkom ve kondrosarkom
sayılabilir. Bu lezyonların birbirinden ayırt edilmesinde klinik, radyolojik ve
patolojik kriterler yardımcı olur (96).
Ossifying Fibrom kadınlarda daha sık görülür ve genellikle asemtomatiktir, insidental
olarak saptanır. Histolojik olarak osteoblastlar ile çevrelenmiş matür kemik
spikülleri ve fibröz stromadn oluşur. Cerrahi olarak çıkarılabilir. Rekürrens nadiren
görülebilir. Radyolojik olarak
İyi sınırlı, yumuşak konturlu bir lezyon olarak görülür. Erken dönemde
minimal mineralize kistik kitle ve yumuşak doku olarak, geç dönemde radyoopak
görünürler. Lezyon içinde kemik adaları görülebilir. MR görüntülemede
heterojendirler, T1ağırlıklı kesitlerde hafif hiperintens ve T2 ağırlıklı
kesitlerde hipointenstirler, kontrstla ılımlı parlaklaşma gösterirler (96).
Fibröz displazi medüller kemiğin yapısal olarak zayıf fibröz ve ossöz doku ile yer
değiştirmesiyle karakterize nedeni bilinmeyen bir kemik hastalığıdır.
Genellikle 30 yaşın altında ortaya çıkar ve bir (monostotik) veya birden çok
(polyostotik) kemiğin tutulumu olabilir. Ağrısızdır, asimetrik şişme ile
fonksiyon bozukluğu görülebilir. Kraniofasial tutulumda başağrısı, propitoz
burun tıkanıklığı görülebilir. Orbital
ve paraorbital monostotik tutulum olguların %25’inin, polyostotik tutulum ise
%50’sinin üstünde meydana gelir. Albraight-McCune-Sternberg sendromunda
endokrin bozukluk (hipertiroidi, erken puberte), kutanöz pigmentasyon ve fibröz
displazi vardır. Konjenital formu Cherubizmde maksiler kemikte orbita tabanında
ekspansiyon nedeniyle göz küresinde yukarı doğru itilme, alt göz kapağında
retraksiyon ve yüz derisinde gerilme meydana gelir. Bu görünüm için rönesans
sanatında yukarı doğru cennete bakış tanımı yapılır. Histolojik olarak ossifying
fibromadan ayrılamaz. Radyolojik bulgular gelişimin evresine ve lezyondaki
kemik matriksin miktarına bağlıdır. Radyolüsent alanlardan diffüz skleroz
alanlarına kadar değişen görünümler izlenir. Periost reaksiyonu görülmez.
Fasial kemikler ve kafa tabanı kemik tutulumları daha çok sklerotiktir (Resim
87,88). Kranial kemiklerde sıklıkla litik form görülür. T2 ağırlıklı kesitlerde
hipointens, T1 ağırlıklı kesitlerde kaslarla izo/hipo intens olarak izlenir.
Tutulan kemikte ekspansiyon, heterojen dansite paterni, incelmiş korteks fibröz
displazi için tipiktir (Resim 89)(96).
Dev hücreli tümör benign fakat lokal olarak agresif bir neoplazımdır. Baş boyun
bölgesinde nadirdir. Sfenoid, temporal ve etmoid kemikler tutulabilir. Başağrısı,
diplopi, görmede azalma, propitoz görülebilir. Çok nukleuslu dev hücreler ve
tek nukleuslu hücreler görülür. Devhücreler lezyonun her yerine yayılır, ancak
daha çok santralde kümeleşme eğilimindedir. Nukleusların sayısı değişkendir ve
100 veya daha fazla olabilir. Tek nukleuslu stromal hücreler epiteloid veya
iğsi şekilli, nukleusları dev hücrelerin nukleuslarından farklı değildir.
Mitotik aktivite tek nukleuslu hücrelerde görülür (96).T1 ağırlıklı MR
görüntülerinde hipo, T2 ağırlıklı görüntülerde hiperintens olarak görülür ve
kontrastlı T1 ağırlıklı görüntülerde belirgin parlaklaşma izlenir. BT’de
ekspansil, litik, düşük dansiteli lezyon olarak görülür (96).
Osteoblastom histolojik olarak osteoid osteomla aynı bulguları paylaşır, ancak daha
büyüktür. Yüzde şişme ve asimetri, diş kayıpları ve çiğneme problemleri
görülür. Nokturnal ağrı ve aspirine yanıt daha az görülür. Osteoblastomlar
gevşek fibrovasküler bağ dokusu ve düzensiz birbirine geçmiş osteoid
trabeküllerden oluşan hipersellüler bir tümördür. BT’de iyi sınırlı, yuvarlak,
ekspansil lezyon belirgin kalsifik rim ile çevrili olarak görülür. MR’da
ossifying fibromun özelliklerini gösterir. Santral kısmı T2’de hiperintens
olabilir. Kontrastla hafif veya yüksek parlaklaşma gösterirler (96).
Orbital travma
Orbita travmalarında kemik kırıkları ve yumuşak doku yaralanmaları
meydana gelir. Orbita taban kırıkları, medial duvar kırıkları, tripot kırkları,
nazo-orbito-etmoidal kırıklar, LeFort kırıkları, orbita ve göz küresine yabancı
cisim içeren penetran yaralanmalar oluşabilir (2). Günümüzde fraktürlerin
gösterilmesinde birinci seçilecek yöntem BT’dir (Resim 90–93). Aksial kesitlerde inferior orbital fraktürler
gözden kaçabileceğinden mutlaka koronal kesitler gerekir. Optik sinir
yaralanmalarında ve diğer yumuşak doku değişikliklerinde MR yardımcı
olabilir. Preoperatif olarak hasarın
derecesinin ve şeklinin gösterilmesi, cerrahın lezyonu yeterince anlaması ve
iyi bir şekilde onarabilmesi için gereklidir. Yüzde kaslar, göz küreleri,
dişler ve havayolunu koruyan dört adet vertikal, dört adet horizontal destek
hattı bulunur. Titanum plakları ve vidalarla, güçlü sabitleme ve mekanik
redüksiyon ile destek hatlarının yer değişikliği cerrah tarafından
düzeltilebilir (97).
LeFort fraktürleri orbitayı etkileyebilir. Bu kırıklar ilk kez René LeFort tarafından
1800’lerde tanımlanmıştır (59). LeFort I’de üst çeneye bir vuru sonucu “yüzen
damak” ortaya çıkar. Orbitada etkilenme yoktur. LeFort II’de nazofrontal
sütürden bilateral olarak medial orbitaya inferolateral olarak
zigomatiko-maksiller sütürlere uzanan piramit şeklinde kırık görülür. Pterigoid
plate’ler kırılmştır. Santral piramidal parça posteriora doğru yer
değiştirmiştir ve “tabak yüz” görünümü oluşur (Resim 91). LeFort III nazal
kemerden dışa ve posteriora doğru orbital taban boyunca uzanan fraktür ve üst
zigomanın kraniumdan ayrılması ile “yüzen yüz” deformitesine neden olur. LeFort
III tel kenarlı gözlüğe benzetilebilir. Pterigoid plaklar, etmoid, sfenoid
sinüs ve optik kanallar tutulabilir. Dura yırtılmasıyla BOS fistülü, rinore
görülebilir (59).
Zigomatiko-maksiller kompleks
orbital volümün oluşturulması ve maksiler kırıkların
redüksiyonu için cerrahi olarak
önemlidir. Zigomalar orbita tabanının büyük kısmını ve lateral duvarlarını
oluşturur (97). Zigomatiko-maksiler fraktür orbita tabanından maksillanın ön
tarafına doğru, infra orbital foramen yanından, damağı ve maksiller kemiği
geçerek pterigoid plaklara gelir. Tripot
(trimalar ) fraktürde fraktür hattı lateral orbital duvardan
(zigomatiko-frontal ve zigomatiko-sfenoid sütürler)inferior orbital fissüre,
daha sonra infraorbital kanal yanında orbita tabanını boydanboya geçer, aşağıda
zigomatiko-maksiller sütürün yakınında anterior maksillaya yukarda inferior
orbital fissürün gerisinde posterior maksiller duvara uzanır. İnfraorbital sinir
olguların %94,2’sinde zarar görmüştür (56).
Blow -out fraktür klasik olarak orbita tabanını içerir. Orbital rim normaldir. Tek
başına veya zigomatiko-maksiller kompleks, LeFort fraktürleri ve
nazo-orbito-etmoidal fraktürlerle birlikte görülebilir (Resim 92, 93) (97). BT kesitleri kemiklerin durumunun ve
inferior rektus kasının pozisyonunun gösterilmesine, hematom ve yağ dokusunun
herniasyonunun tanımlanmasına yardımcı olur. Blow- in kırıklarda orbital taban
kemik parçaları orbita içine yer değiştirerek orbitanın hacminin azalmasına yol
açar (2). Orbital taban kırıkları genellikle medial duvar kırıkları ile
birliktedir. Medial duvar kırıklarında genellikle orbita içinde hava bulunur.
Koronal kesitler bu lezyonların gösterilmesine ve medial rektus kasının
değerlendirilmesine yardımcı olur. Orbital tavan fraktürleri penetran veya
penetran olmayan yaralanmalar sonucu olabilir. Bu kırıklar genellikle
pnömosefalus, BOS fistülü ve diğer intrakranial komplikasyonlarla birliktedir.
Frontal sinüs kırıkları eşlik edebilir. BT ve MR görüntüleme birlikte, kırıkların ve intrakranial
komplikasyonlarının değerlendirilmesini sağlar (2,97).
Optik foramen, superior
orbital fissür ve orbital apeks fraktürleri optik
sinir yaralanması ile birlikte olabilir. Tek başına veya daha sıklıkla Le Fort
kırıklarıyla birlikte olabilir. Sfenoid fraktürleri hemen her zaman vardır ve
sinüs içinde hava sıvı seviyesi görülür. BT kırığın gösterilmesinde, MR ise optik
sinirdeki hasarın değerlendirilmesinde yararlı olur. Optik sinir basısı kemik
fragman veya optik sinir kılıfı içinde, kanal seviyesinde veya apekste
retrobulber mesafede hematom veya subperiostal hematom nedeniyle olabilir.
Görmede azalma varsa hemen cerrahi tedavi gerekir. Kompresyonun ortadan
kaldırılmasıyla görmede belirgin iyileşme sağlanabilir. Optik sinir genellikle
ödemli olarak görülür. Optik sinir kesisi nadirdir, ancak görülebilir(2,59,97).
Orbital hematomlar orbital basınç artışına ve optik nöropatiye neden olabildikleri için
önemli olabilir. Propitozis ve optik sinirde gerilme basınç artışını gösterir.
Gençlerde subperiostal hematom periorbita kemiğe daha gevşek tutunduğu için
daha sık görülür (Resim 94). Orbital subperiostal kompartman potansiyel
alandır, bu yüzden kanama, enfeksiyon, lenfoproliferatif hastalıkların ve en
plaque menenjiomların infiltrasyonu ve metastazlar için yatkınlık oluşturur.
Subperiostal hematom travmatik veya spontan olabilir. Lösemi, trombositopeni,
kan dikrazileri, hemofili, antikoagulan kullanımı, orak hücreli anemi gibi
sistemik hemorajik hastalıklar da spontan subperiostal hematom görülebilir
(56,59). BT’de elipsoid, ekstrakonal, hiperdens kitle olarak görünür. Orbita
içinde her yerde, kaslarda da olabilir. Akut subperiostal hematomlar BT’de
hiperdens, subakut hematomlar beyin parakimi ile izodens olarak görülür, bazen
sıvı-sıvı seviyesi görülebilir. Kronik dönemde (kolesterol granulom), BT’de
düşük dansiteli kontrastlanmayan hafif veya belirgin kemik yıkımının eşlik
ettiği yumuşak doku kitlesi olarak görünür. MR görüntülemede hematomun yaşına
göre değişik puls sekanslarında farklı sinyal özellikleri tanımlanır. Akut
dönemde T1’de beyin parankimi ile izointens, T2’de belirgin hipointens /
sinyalsiz, subakut dönemde T1 ve T2’de heterojen sinyal intensitesi ve bazen
sıvı –sıvı seviyesi görülebilir. Erken kronik subperiostal hematom veya geç
kronik subperiostal hematom (kolesterol granulom) MRgörüntülemede bütün puls
sekanslarında hiperintens olarak görülür. Kontrastla boyanma görülmez (98).
Orbital hematomların çoğu günler içinde resorbe olur. Persistan hematom
hematik kiste dönüşür ve sıklıkla
orbital tavanda, frontal kemiğe yapışıktır, ancak orbitada her yerde veya
orbital kemiklerde (kolesterol granüloma) bulunabilir. Fibröz bir duvar ve
içinde kan yıkım ürünleri, kolesterol, hemosiderin, hematoidin kristalleri, dev
hücreler ve granulom dokusu bulunur (56). Kan yıkım ürünlerinin ozmotik
etkisiyle kist büyüyebilir. BT’de
protein içeriği nedeniyle hiperdens, MR’da da bütün sekanslarda hiperintens
olarak görünür. Enflamasyon olmadığı sürece kontrastlanmaz (59).
Kolesterol granulomlar kolesterol kristalleri sarılmış granülomatoz infiltrasyon ile
karakterize kemikte erozyon ve destrüksiyon oluşturan ekspansil bir lezyondur. Orbitofrontal
lezyonlar çok sık değildir, genellikle lakrimal fossa yakınında oluşurlar. Dermoid
ve epidermoid kistlerde farklı olarak epitelial elementler içermez, fibröz
kapsülle çevrili ksantogranulomatöz infiltrasyon, kolesterol kistleri, dev
hücreler ve hemosiderin içerir. Travma,
cerrahi veya enfeksiyon sonrası gelişirler. Kolesteatomlar epidermoid kistlerdir
ve kolesterol granülomlarından ayırt edilmelidir. BT’de ekstrakonal, kemikte
destrüksiyon oluşturmuş, göz küresini aşağıya doğru itmiş kontrastlanmayan
beyinle izodens kitle olarak görülür. MRG’de T1 ve T2 ağırlıklı sekanslrın her
ikisinde de hiperintens görülür. Bazen T1 de biraz daha düşük sinyalli olabilir
(98,99).
Orbital enfeksiyonlar ve
komplikasyonlar
Orbital enfeksiyonlar primer orbital hastalıkların %60’ını oluşturular.
Akut, subakut ve kronik olabilirler. Sinüslerden, yüzdeki enfeksiyon odağından,
travma ve yabancı cisimlerden veya septisemiden kaynaklabilir. En sık bakteriel
enfeksiyonları streptekok, stafilokok, pnömokok, psödomonas, neisseria,
hemofilus ve mikobakteri enfeksiyonlarıdır. Herpes simpleks ve Herpes zoster orbitanın
en sık virüs enfeksiyonlarıdır. İmmün yetmezliği olan hastalarda, kontrol dışı
diyabetik hastalarda fungal ve parazitik patojenlerle fırsatçı enfeksiyonlar
görülebilir. Mikotik enfeksiyon ciddi bir hastalıktır, yüksek morbidite ve
mortalite nedeniyle zamanında tanınması ve tedavi edilmesi gerekir.
Rinoserebral mikotik enfeksiyon kaynağı Phytomycetes ve Aspergillus
(aspergilosis) sınıfına bağlı olan mucoraceae (mukormikoz) ailesinin üyeleri olabilir
(10). Orbital enfeksiyonlar görme kaybına ve hayati tehlikeye yol açabilir.
Antibiyotiklerin kullanımından önce görme kaybı %20, mortalite %17oranındayken bugün ölümlerin olmamasına
rağmen görme kaybı olasılığı hala % 4,5’tir (56,100). Antibiyotik kullanımı
yanında BT, MR ve US kullanımı ile lezyonların ve yerlerinin iyi tanımlanması
ve böylece yapılacak tedavinin doğru seçilmesi de prognozun daha iyi olmasına
yardımcı olur (56).
Paranazal sinüslerin venöz drenajı sinüsler ve orbitalar arasında
bağlantılı valvsiz venlerden oluşur. Birbirleriyle anastomoz yapan bu sistem
tromboflebitin, enfeksiyonun yayılmasına izin verir. Superior oftalmik ven; yüzün,
etmoid ve frontal sinüslerin venöz drenjını sağlayan anguler ven, nasofrontal
ven ve etmoidal venleri aldıktan sonra kavernöz sinüse, maksiller sinüsün
superior kısmının venöz drenajı inferior orbita ven ile kavernöz sinüse veya
pterigoid pleksus’a, sfenoid sinüsün
venöz drenajı pterigoid pleksus’a boşalır (98,99).
Periorbita sinüs ve orbita içeriği arasında bir barier görevi görür. Sütür
hatları dışında kemikten kolayca sıyrılabilen kalın, fibröz bir zardır. Orbital
septum ve palpebral fasya, periorbitanın uzantısıdır ve orbital enfeksiyonların
içeriye taşınmasına izin vermez (10,100).
Preseptal selülit orbital septumun önünde göz kapağının cilt ve cilt altı dokuları ile
sınırlıdır. Göz kapağında kızarıklık ve şişme görülür. Propitoz, kemozis veya
hareket kısıtlılığı görülmez. Enfeksiyonun septumu geçmesi genellikle görülmez
(Resim 95).
Postseptal selülit orbital septumun arkasında orbitanın içinde oluşur. Erken dönemde ödem
görülür, abse formasyonu görülmez. Orbital
dokularda şişme venöz basıncın artmasına neden olur. Göz kapağı ödemi, hafif
propitoz ve kemozis görülür, hareketlerde genel bir kısıtlılık olabilir. Görme
yetisi azalmamıştır (100).
Preseptal enfeksiyonlar sinüzite sekonder gelişmediği için sinüsler
temiz olabilir. MR görüntülemede göz kapaklarında yumuşak dokuda kalınlaşma, T1ağırlıklı
kesitlerde kaslarla izointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens olarak görülür. Orbital septumun arkasındaki dokular
radyografik olarak normaldir. Orbital
selülit beş evrede sınıflanır: 1. inflamatuar ödem, 2. subperiostal flegmon ve
abse, 3. orbital selülit, 4. orbital abse, 5. oftalmik ven ve kavernöz sinüs
trombozu (56). İlk evrede ödemli yağlı retikulum ve komşu dokular kontrastlı BT
ve MR kesitlerinde biraz parlaklaşırlar. Genel olarak en çok etkilenme enfekte
sinüse komşu ekstrakonal alanda görülür. İntrakonal yağ radyografik olarak
normal olabilir, komşu rektus kasında genişleme ve kontrastlanma görülebilir (100).
Orbital flegmon inflamatuar ödem ve selülitten sonra görülür. Orbital duvar boyunca
artmış yumuşak doku infitrasyonu, periferik yağdokusunun ve subperiostal alanın
yer değiştirmesi, kontrast enjeksiyonu ile artmış yumuşak doku dansitesi
mevcuttur (Resim 96). T1 ağırlıklı ve proton dansitesi kesitlerde ara sinyal
intensitesi, T2 ağırlıklı kesitlerde yüksek sinyal intensites, ve post kontrast
T1 ağırlıklı kesitlerde de parlaklaşma görülür (100).
Subperiostal abse formasyonu (SPA) enfeksiyonun orbitanın ince kemiklerindeki foraminalardan ve
konjenital defektlerden, ender olarak tromboflebitik yayılımla meydana gelir.
Göz kapaklarında belirgin şişme ve eritem, kemozis ve proptoz görülür. Hareket
kısıtlıdır, hastalığın ilerlemesiyle görme kaybı oluşabilir. Rinosinüzitin bir
komplikasyonudur. Hızlı basınç artışıyla görmenin bozulmasına yol açar.
Kontrastlı BT tetkikinde ekstrakonal kontrastlanan kitle olarak görülür. Kavitasyon
nedeniyle homojen veya çevresel boyanma paterni gösterebilir (97). Çevresel
boyanma ve hava- sıvı seviyesi tipiktir. Komşu rektus kasında içeri doğru
itilme ve genişleme görülür. İleri olgularda orbita duvarında osteomiyelit
görülür (100). Etmoid sinüs tutulumunun sık olması ve lamina papirasea’nın çok
ince olması nedeniyle SPA genellikle superomedial veya inferomedial
yerleşimlidir. Orbital US takipte yararlı olabilir. Kavernöz sinüs trombozu veya intrakranial
yayılım görülebilir.
Orbital abseler intrakonal yerleşimlidirler. Penetran yaralanmaya, okuler cerrahiye,
veya metastatik bir olaya(septik emboli) sekonder olabilir. Propitoz, kemozis
ve görme keskinliğinde bozulma mevcuttur. İntrakonal ve ekstrakonal yağın
diffüz infiltrasyonu görülür. MR görüntülemede nekrotik abseler T1 ağırlıklı
kesitlerde hipointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens olarak görülü r (Resim
97-98). Kaslar da tutulabilir. (56,100)
Kavernöz sinüs trombozu sinonazal, orbital veya yüzdeki bir enfeksiyonun yayılması ile oluşur.
Oftalmik venden gelen septik emboli ile kavernöz sinüs trombozu oluşabilir.
Kontrastlı serilerde kavernöz sinüste BT’de dolma defekti görülür. Ancak her
zaman değerlendirilemeyebilir. Kavernöz sinüs ve superior oftalmik ven belirgin
olarak genişlemiştir. Akım yavaşlamıştır veya akım izlenmez. Trombüsün yaşı ile
uyumlu sinyal değişiklikleri görülür (Resim 99). MR venografi yararlı olabilir.
Ekstrokuler kaslarda da genişleme görülür. İnternal karotid arterde mikotik
anevrizma oluşabilir (56,100).
Fungal enfeksiyonlar kontrolsuz diabetiklerde ve immün yetmezliği olan hastalarda meydana
gelir. Bakteriel enfeksiyonlardan daha az görülür. Mukormikoz ve asperjillus en
sık saptanan fungal organizmalardır. Arteriel ve venöz yapıların invazyonuna
bağlı beyinde enfarktlar gelişebilir. Medikal tedavi yetersiz kalabilir ve
cerrahi küretaj gerekebilir. Komplikasyonların önlenmesi için erken tanı
önemlidir. Mukormikoz BT’de sinüs mukozalarında nonspesifik kalınlaşma, orbita
ve sinüs kemik duvarlarında destrüksiyon görülür, tümörü taklit edebilir (100).
Mikotik enfeksiyonlarda sinüsteki enfekte materyal MR’da paramanyetik etkiyle
T2 ağırlıklı kesitlerde tipik olarak hipointens olarak izlenirler (Resim 100).
Asperjillus da benzer şekilde diyabetiklerde ve immün yetmezliği olan
hastalarda daha sık görülür. İnvaziv olmayan tipi kronik sinüzitte görülür.
Radyolojik bulguları mukormikozla benzerdir (56,100).
Nasolakrimal duktal sistemin görüntülenmesi
ve lezyonları
Nasolakrimal duktal sistemin görüntülenmesinde dakriosistogramlar, BT
ve MR kullanılabilir (Resim 101). Caldwell, lateral ve Waters pozisyonlarında
punkta içinden yapılan kontrast madde enjeksiyonundan sonra görüntüler elde
olunur. Normal olarak nasolakrimal duktal sistem 10 sn içinde dolar. Digital
substraksion- dakriosistografi (DS-DSG) kemik yapıların çıkarılmasıyla kanal
sisteminin iyi bir şekilde görüntülenmesini sağlar (Resim101). İnce kesit BT –DSG ( <3mm) gerekli
olduğu zaman nasolakrimal duktal sistem etrafındaki kemik yapıların detaylı
gösterilmesini, kanal, kese, gözkapağı ve çevre yumuşak dokuların dansitelerinin
değerlendirilmesini sağlamaktadır.2,59 MR – DCG ‘nin serum fizyolojik (SF) ile dilue
gadolinyum enjeksiyonu ile 5- 10 dakika içinde yapılabilmektedir. Bazı
araştırmacılar göz yaşı damlası kontrast MR-DCG ‘nin DS-DCG’den daha güvenilir
olduğunu bulmuşlardır. Hızlı T2 ağırlıklı puls sekansları (HASTE, SSFSE, B-FFE
gibi) ile topikal SF ile fonksiyonel olarak görüntülenebilir. Konvansitonel MR
kesitleri ve kesitsel görüntüleme de lezyonların değerlendirilmesinde yararlı
olabilir (Resim 102).2,59
Nasolakrimal kanal fonksiyon bozukluğu yaygın bir oftalmolojik
problemdir. Klinik olarak epifora, lakrimal kese kitlesi ve enflamasyon
görülür. Duktal yapıların konjenital yokluğu veya kusurlu olması, yetişkinlerde
darlık ve tıkanmaları görülebilir. Primer kese ve kanal tümörleri çok enderdir.
Genellikle epitelial tümörler kese tümörlerinin büyük çoğunluğunu; sarkomlar,
melanomlar, nöral tümörler, lenfoma ve diğer nadir lezyonlar geri kalan kısmını
oluştururlar. En yaygın benign epitelial tümör papillomdur ve in situ skuamöz
hücreli karsinom odakları oluşturabilirler (%10-15 oranında). İnverted
papllomlar etmoid hücreler veya nazal kavite içine doğru büyüyebilir (59). En
sık malign tümörleri skuamöz hüreli, transisyonel ve mukoepidermoid
karsinomlardır. SCC’nin MR bulguları nonspesifiktir. T2 ağırlıklı kesitlerde
lenfoma ve psödotümörde olduğu gibi hipointens olarak izlenir (102). Lenfomalar
sinonazal pasajda gelişen, sekonder olarak nasolakrimal kanalı invaze eden
nöral kılıf tümörlerinden daha sık görülür (Resim 103).59 Enfeksiyon
çocuklarda daha sık görülür, fakat yetişkinlerde de en sık görülen nazolakrimal
duktal sistem hastalığıdır.59
Lakrimal bez ve lakrimal
fossa lezyonları
Lakrimal gland hastalıkları çok ender olarak görülür. Bu nedenle bu hastalıkların
ayırıcı tanısındaki deneyimler kısıtlıdır. Cerrahi veya konservatif tedaviye
karar vermek için yol gösterici bulgulara sahip olmak önemlidir. Tanı için
biopsi gerekebilir. Sistemik hastalıklar, enflamatuar hastalıklar ve neoplazik
hastalıklar olası tanı yelpazesinde yeralırlar.
Lakrimal bezi etkileyen patolojiler klinik öykü ve bakı temelinde ikiye
ayrılır. Birinci grup epitelial kökenli benign neoplazmlardır. İlerleyici
ağrısız şişkinlik ile gelirler ve radyolojik olarak invazyon bulgusu saptanmaz.
Bunlardan pleomorfik adenomda lokal ekim olabileceği için biopsi yapılmamalı,
tümüyle çıkarılmalıdır (61, 103). Bu tümörlerde lakrimal fossanın görünüşü ve
kitlelerin konturu ile tanımlama yapılabilir. İyi sınırlı, lakrimal bezin
orbital yüzeyini tutan ve çevreleyen kemikte destrüksiyon yapmayan ancak
skleroza neden olabilen lezyonlardır (Resim 104-106). İkinci grupta diğer %50
epitelial tümörler bulunur, bunlar adenoid kistik veya mukoepidermoid karsinom,
metastaz, lenfoproliferatif hastalık (primer veya sekoder) gibi malign veya
orbitanın idiopatik enflamasyonu (psödotümör) ve Wegener hastalığı gibi
enflamatuar hastalıklarıdır. Burada öykü kısadır, radyolojik olarak uyarıcı
bulgu bulunabilir. Görüntüleme nonspesifiktir (Resim 61,62). Tanıya yardımcı
anahtar bulgular sıklıkla 4. dekadda genç hastada sert kitle ile birlikte
ağrıdır. Kemik erozyonu görülebilir. Kalsifikasyon malign tümörlerde pleomorfik
adenomdan daha fazla görülür. Mukoepidermoid karsinom T1’de hiperintens
olabilir. Lenfoma ve psödotümör bezi infitre edebilir (61).
KAYNAKLAR.
GÖZ KÜRESİ, ORBİTA VE LAKRİMAL SİSTEM
EMBRİYOLOJİ:
Göz yuvarlağı nöroektoderm ve mezodermden gelişir. Göz yuvarlakları 22. günde diensefalonun
yan yüzlerinde iki boş ektodermal divertikül olarak görülür. Divertiküller laterale doğru büyür, uçları
optik kesecikleri oluşturur, proksimal kısmı daralır ve optik sapı oluşturur.
Aynı zamanda optik keseyi saran yüzey ektoderminin bir kısmı kalınlaşarak lens plağını
oluşturur. Lens plağı içine çöker ve lens
kesesini oluşturmak için yüzey ektoderminin altına geçer (Resim 1). Bu sırada
optik kesenin dış duvarı çift tabakalı optik kadehi oluşturmak için
diensefalonun duvarına doğru invagine olur. Optik kadeh tam oluşmaz,
inferiorunda ve ventralinde mezenkimal ve vasküler yapıların girişine izin
veren embriyonik bir fissür (koroidal fissür) oluşur (Resim 2). Fissürün kapanması
ortadan başlar, öne ve arkaya doğru devam eder. Kapanmanın tam olmaması irisin,
retinanın veya koroid’in kolobomalarına neden olur (1-8).
Retinanın nöral tabakası optik kadehin iç tabakasından gelişir (Resim 3). Optik
kadehin dış tabakasından retinanın daha ince olan pigment tabakası fetal
yaşamın 14mm ve
Optik kesenin ön beyine bağlı optik sapı optik siniri oluşturur. Retinal gangion hücrelerinden gelen
aksonlar optik sinir liflerini meydana getirir. Ganglion hücreleri ilk olarak
6. haftada optik sapa ulaşırlar. 7. ve 11. haftalar arasında kiasmanın
çaprazlaşan lifleri önce, daha sonra da çaprazlaşmayan lifler kiazmaya girer ve
yetişkin biçimi oluşur. Retinal ganglion aksonları gebeliğin dokuzuncu ayı
civarında lateral genikulat cismin dorsal çekirdeğine ulaşır (3).
Yüzey ektoderminden ayrılan lens
kesesi optik kadehin önünde yer alır. Lens mezenkimal bir kapsül ile sarılır,
kapsülün posteriorunda bir pleksus
oluşturan hyaloid arter ile beslenir(1,3,8).
Optik kadehin 1/5 anterior kısmında yer alan mezenşimden silier cismin bağ dokusu, silier kasın
yumuşak-kas lifleri ve lensin asıcı bağları şekillenir(1,3,8).
Primer vitröz oldukça
vaskülarize bir jeldir, kısmen optik kadehin içini de döşeyen mesodermden
kısmen de ektodermden gelişir. Hiyaloid arter ve dallarından beslenir. Kalıcı
veya avasküler sekonder vitröz, primer vitröz ve retina arasında ortaya çıkar
ve hızla volümü artar, primitif vitrözü öne doğru iter. Primer vitröz atrofiye
uğrar. Hiyaloid damarların etrafındaki mezenşimden gelişen hiyalositler
sekonder vitröz içine göç ederler. Hiyaloid damarlar atrofiye olur ve kaybolur,
hücresiz hiyaloid kanal kalır (3).
Koroid optik kadehi çevreleyen mezenşimden gelişir, ön kısmı silier
cisim ve silier yapılara farklılaşır. Sklera optik kadehi çevreleyen mezenşimin
yoğunlaşmasından oluşur. İlk olarak rektus kaslarının yapışma yerlerinde
oluşur. Kornea optik keseyi saran yüzey ektoderminden gelişir. Komşuluğundaki
mezenşimden ön kamaranın mesotelyumu oluşur.
Vasküler sistem primitif internal karotid sistemden gelişir. İnternal karotidin geniş
dalı dorsal oftalmik arter, gebeliğin dördüncü haftasında göz yuvarlağı ve tüm
orbitayı besler. Embriyonik fissürden geçerek optik kadehe gelen hiyaloid arter
dorsal oftalmik arterin dalıdır. Dorsal
oftalmik arter oftalmik arter olarak kalır, hiyaloid sitem üçüncü trimestrde
gerilemeye başlar. Ventral oftalmik arter de geriler ve posterior nazal silier
artere dönüşür (2). Superior oftalmik ven superior orbital venden gelişir ve
orbitanın kalıcı drenajı olarak kalır (3).
Göz kapağı yapılarının büyük kısmı ektoderm ve mezodermden gelişir. Tarsus ve göz
kapağının bağ dokusu nöroektodermden gelişir. Aşağı yukarı beşinci ayda göz
kapakları ayrılmaya başlar. Açılma buruna yakın başlar, temporale doğru
uzanır. Kirpikler ve göz kapağı yağ bezleri yüzey
ektoderminden gelişir (2,4).
Lakrimal bez konjonktivanın bazal epitelial tabakasından çıkan tohumcuklardan
oluşur. Nasolakrimal kanal maksiller ve lateral nazal çıkıntılar arasında
ektodermal solid bir yapı olarak uzanır. Kanal gebeliğin üçüncü ayında
merkezdeki hücrelerin bozulmasıyla oluşur. Üst uç genişleyerek lakrimal keseyi
oluşturur. Lakrimal kanallar (superior, inferior ve ana kanallar) ileri
hücresel artışla oluşur (2,7).
Ekstraokuler kaslar göz yuvarlağını çevreleyen paraksial mezodermden gelişir. Gelişim
sürecinde üçüncü, dördüncü ve altıncı kranial sinirlerle ilişkili hale gelirler
(2,3).
Orbital kemikler optik keseyi saran mezenşimden gelişir. Orbitanın büyük kısmını oluşturan etmoid ve
sfenoid kemikler, kafa tabanı kemikleri ve kranial kemiklerle birlikte primitif
kondrokraniumun kıkırdağından gelişir. Orbitin üst kısımları ve kalvaryum
membranöz taslaktan gelişir Gebeliğin 6. ayı ve doğumdan sonra 18. ay arasında
kemiklerin büyüklüğü ve şekli hızlı bir şekilde değişime uğrar. (2,3,6).
GÖZ KÜRESİ ANATOMİSİ
Göz yuvarlağında sıvı ile dolu üç kısım bulunur: ön oda, arka oda ve
vitröz cisim. Ön oda korneadan irise kadar uzanır, pupil aracılığıyla arka
kamara ile birleşir. Ön ve arka oda akuöz bir sıvı ile doludur. Bu sıvı
posterior odada bulunan silier cisim tarafından üretilir. Arka oda irisin arka yüzünden vitröz boşluğun
ön yüzüne kadar uzanır. Vitröz boşluk vitröz sıvı olarak bilinen kalın jel
benzeri bir madde ile doludur (Resim 4). Hiyaloid zar vitröz sıvıyı sarar ve
lens kapsülünün posterioru, retina ve optik diske temas eder (6–10).
Göz yuvarlağı en dışta tenon
kapsülü veya fascia bulbi denilen fasial kılıf ile kaplıdır. Ve skleradan
“tenon boşluğu” (episkleral boşluk) ile ayrılır. Tenon kapsülü de vorteks
venleri ve optik sinir ve kılıfı, silier sinirler ve damarlar tarafından
delinir. Ekstrensek okuler kasların tendonları da skleraya ulaşmak için kapsülü
delerler. Bu perforasyon yerinde tenon kapsülü geriye doğru kasların kılıfları
boyunca tubuler bir kılıf şeklinde uzanır. Kas liflerinin, kılıfların ve
tubuler kılıfların kaynaştığı yerde güçlü bir bağlantı vardır. Bu nedenle enükleasyondan
sonra ekstrensek kaslar yerlerinde kalırlar.
(2,6,8).
Sklera (dış tabaka), uvea (orta tabaka) ve retina (iç tabaka) göz
küresinin temel katmanlarıdır.
Sklera fibröz bir kapsüldür ve göz küresini çevreler. Kornea kenarında limbustan
optik sinire kadar uzanır ve optik sinir kılıfı ile devam eder (Resim 4). Yaklaşık
1mm kalınlığındadır, rectus kaslarının yapışma yerlerinde yaklaşık
Uvea (uveal trakt) veya orta tabaka vasküler yapılardan zengin, pigmentli bir tabakadır, koroid,
silier cisim ve irisden oluşur. Sklera ve retina arasında uzanır (6).
Koroid retinanın dış tabakası olan retinal pigment epitelyum ile sklera
arasında bulunan gözün vasküler tabakasıdır. Optik sinirden ora serrata’ya
(duysal retinanın uçları) uzanan Vasküleryapılardan zengin bir membran
oluşturur, bundan sonra silier cisim olarak devam eder (Resim4). Koroidin
kalınlığı posterior polde
Silier cisim üçgen şeklinde arka odada yer alan bir yapıdır. Akuöz sıvıyı üretir ve
lensin odaklanması için kasların kontrolunu sağlar. Arkada koroid, önde iris
ile devam eder. Silier cismin ön kısmı kalınlaşarak bir tümsek oluşturur ve
pars plikata olarak isimlendirilir. Arka kısmı düzdür ve pars plana denir, ora
serrataya kadar uzanır. Silier cisim
silier epitel, silier stroma ve silier kastan oluşur (2,8,9). İç tabaka pigmente
epitelial hücrelerden, dış tabaka ise pigmente olmayan hücrelerden oluşur.
Akuöz sıvı silier cismin pigmente olmayan epitel tabakasında üretilir (8).
İris
lens ile kornea arasında, akuöz sıvı içeren ön ve arka odayı ayıran renkli
diaframdır, göze giren ışığın miktarını kontrol eder. Uvea’nın ön kısmını
oluşturur. Silier uzantılar tarafından posterior odada üretilen akuöz sıvı,
pupil içinden geçerek ön odaya gelir ve iridokorneal açıda venoz sinus’e (Schlemm
kanalına) boşalır (8). İris bir stroma ve iki epitelial tabakadan oluşur. Stromada melanositler, sinir lifleri,
sifinkter papillanın düz kası, dilator papillanın myoepitelial hücreleri bulunur.
İrisin pigment epiteli silier cismin pigmente ve pigmente olmayan tabakaları ile
devam eder ( 2,6,8)
Retina iki tabakadan oluşur. Retinanın nöral elementlerini içeren duysal
retina (fotoreseptörler, ganglion hücreleri ve nöroglial elementler) ve
koroidin bazal tabakası Bruch membranına sıkı bir şekilde tutunan retinal
pigment epitelidir. Retinal pigment epiteli (RPE) ve koroid daha dıştaki duysal
retinayı besler. RPE hücreleri melanin granülleri içerir ve birbirlerine sıkı
bağlarla bağlanmışlardır. Bu yapı koroid kapillerlerden retinanın fotoreseptör
hücrelerine aşırı iyon akımını sınırlayan ve geniş toksik moleküllerin
difüzyonunu engelleyen bir bariyer (kan -retina bariyeri) oluşturur (6). RPE duysal retina ile pigment epitelyumu
arasında kalan potansiyel boşluktan sıvıyı boşaltan bir pompa işlevi görür. Bu
pompa subretinal boşlukta aşırı sıvı üretimi veya subretinal alana vitröz
cisimden sıvı geçişine izin veren duysal retinadaki delikler (rhegma) yoluyla
oluşan fazla sıvının atılmasını sağlayabilir (6,9).
Retina çok ince bir yapıdır. Disk yakınında 0,056 mm, ora serrata’da öne
doğru 0,1 mm.dir. Optik diskte daha ince, foveada en incedir. Makula retinanın
merkezidir, optik sinirin 3,5 mm temporalinde yer alır. Makula lutea retinadaki
en net görüş alanıdır. Optik disk, rodlar ve konlar ( fotoreseptor hücreler) kesin
olarak bulunmadığı için ışığa duyarsızdır. Santral retinal arter ve ven optik
diski delerler. Santral retinal arter oftalmik arterin ilk dalıdır ve daha
içteki tabakayı besler. Dıştaki tabaka koroidal kapillerlerden beslenir. Optik
sinir çevresindeki sklerada posterior silier arterin oluşturduğu pleksus ile
santral retinal arter arasında anastomozlar bulunur. Santral retinal ven lamina
cribroza’dan gözü terk eder ve kavernöz sinüse veya superior oftalmik vene
dökülür (6). Retina lenfatik damarlara sahip değildir.
Vitröz cisim lens ve retina arasında göz küresinin üçte ikisini kaplayan
yaklaşık 4 ml hacme sahip bir yapıdır, vitröz sıvı su dışında, %1-2 fibriler
kollajen ağ içinde eriyebilen proteinler, bazı tuzlar ve hiyaluronik asitten
oluşur (6,8,10). İnce kollajen fibriller gerginliği için destek sağlarlar.
Vücuttaki tek bir yapıda bulunan en geniş ve en basit bağ dokusudur (Resim 4) .
Vitröze herhangi bir etki fibroproliferatif reaksiyona yol açarak traksiyonel
retinal ayrılmaya yol açar (12). Vitröz cisim anterior ve posterior hiyaloid
membranlarla sarılmıştır. Önde lens için tabak şeklinde hiyaloid fossa denilen
bir çukurluk mevcuttur. Vitröz cisim önde ora serrataya, arkada optik diske ve
ayrıca silier epitelyumun pars plana parçasına tutunur. Lens vitröze gençlerde
sıkı, ileri yaşlarda gevşek olarak tutunur. Fetal yaşamda gelişen göz küresinde
lensi besleyen santral retinal arterin bir dalı olan hyaloid arter, doğumdan 6
hafta önce kaybolur ve vitröz içinde optik diskten lensin arkasına kadar uzanan
hyaloid kanal kalır. Vitröz ışığı geçirir, lensin posterior yüzeyini ve duysal
retinayı destekler( 2,6,9).
İntraokuler potansiyel alanlar temel olarak üç tanedir: (1) posterior hiyaloid membran ve duysal
retina arasında kalan posterior hyaloid alan,
(2) duysal retina ile RPE arasında kalan subretinal alan ve (3) koroid
ve sklera arasında suprakoroidal alan (Tablo 1). Potansiel alanlarda sıvı
birikebilir ve kürenin çeşitli katlarının ayrılmasına neden olur. Posterior
hiyaloid membranın retinadan ayrılmasına posterior hiyaloid dekolman, duysal
retinanın RPE’dan ayrılmasına retinal dekolman denir. RPE ve koroidin Bruch
membranı birbirine sıkıca yapışıktır, sadece birlikte ayrılırlar. Koroid ise
skleraya gevşek olarak tutunmuştur, bu yüzden ayrılabilir, koroidal dekolman meydana
gelir. Ayrıca retrolentiküler alan ve
episkleral alan veya tenon alanı bulunur (6,9).
Optik sinir gerçek bir kranial sinir değildir, diensefalonun uzantısıdır. Myelin
kılıfı schwann hücrelerden değil, oligodendrositler tarafından üretilir ve optik
sinir meninks ile çevrilidir. Optik siniri yapan aksonlar duysal retinadaki
retinal ganglion hücrelerinin uzantılarıdır. Optik sinir dört anatomik segmente
ayrılır: intraokuler, intra orbital, intra kanalikuler, intrakranial. Optik
sinirin intraokuler parçası yaklaşık 1mm olup, en kısa segmentidir, optik
diskten lamina kribrosaya kadar uzanır. İntraorbital optik sinir lamina
kribrosadan optik kanala kadar uzanır, en uzun parçasıdır. Bu parçasında hafif
bir fazlalığı vardır, bu da göz küresinin hareketine izin verir. İntraorbital
optik sinir optik kılıf ve beyin omurilik sıvısı (BOS) ile çevrilidir.
İntrakanaliküler parçasının etrafında da az mktarda BOS vardır, meningeal kılıf
kemiğin periostiumu ile birleşir ve buradan sonra intrakranial meninkslerle
devam eder. İntrakranial parçası optik kanaldan optik kiasmaya kadar devam eder
(9,13).
Lens üç kısımdan oluşur: Elastik kapsül, lensin ön yüzeyini yapan küboidal
lens epiteliumu, ve lens lifleri. Kapsül bütün lensi sarar. Lens lifleri lensin
ana kütlesini oluşturur. Lifler epitelial hücrelerin lensin ekvatorunda
farklılaşması ve çoğalmasıyla oluşur. Silier uzantıların epitelyumundan gelişen
zonül veya asıcı ligamanlarla yerinde tutulur (Resim 4).
.
GÖZ KÜRESİNİN GÖRÜNTÜLENMESİ:
Bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) her
ikisi de göz yuvarlağının görüntülenmesinde çok büyük ilerleme sağlamıştır. Ancak daha yüksek çözümleme gücü ve değişik
sekanslarla daha fazla bilgi sağlaması nedeniyle MRG’nin gelişimi görüntüleme
ve araştırmalarda daha büyük bir atılıma neden olmuştur (7). Ayrıca iyonizan
radyasyon içermemesi ve eşlik eden intrakranial patolojiyi iyi bir şekilde
göstermesi nedeniyle orbital görüntülemede seçilecek yöntem olmalıdır (14,5).
Manyetik Rezonans
Görüntüleme:
BT ve MR görüntülemede tetkikin yeterli olması için hastanın hareket
etmemesi, uyumlu olması gereklidir. Bunun için hastanın koopere olması gerekir.
Tetkik küçük çocuklara ve yanında kalacak kimselere iyice anlatılmalı,
gerekirse sedasyon uygulanmalıdır. 2-4 yaş arasındaki çocuklar için 75-100mg/kg
oral kloralhidrat genellikle yeterli sedasyonu sağlar. Daha büyük çocuklarda
daha ileri sedasyon veya genel anestezi monitorizasyon gerekeceğinden anestezi
teknisyeni ve anesteziolog tarafından yapılmalıdır(7,9). Oküler MR
görüntülemenin başarısı hareketsizlik yanı sıra kullanılan puls sekansları da
önemlidir. Hasta rahat olmalı ve gözünü ok fazla hareket ettirmemelidir. Gözünü
kapalı veya açık tutabilir. Daha kısa sekanslarda gözünü bir noktaya
sabitlemesi istenebilir (10).
Küçük bir organda çalışıldığı göz önüne alınarak
Okuler lezyonlarda yüzeyel sarmal kullanılarak daha iyi çözünürlük ve
daha ince kesitler elde edilebilir. Yüzeyel sarmal varsa baş sarmalı ile
gösterilemeyen çok küçük lezyonların gösterilmesinde kullanılabilir. Yüzeyel
sarmal kendi doğal duyarlılığı nedeniyle hareket artefaktlarına daha fazla
neden olur. İnce kesitler (düşük volüm)elde edildiği için daha az sinyal
oluşturulur ve bu yüzden geç ekolarda T2 sinyalinin hızlı azalmasına ve böylece
T2 bilgisinin azalmasına neden olur. Sarmala yakın olan dokularda da artmış
sinyal oranı ile aşırı gölgelenmeye neden olur. Bu nedenle uveal melanom ve
retinoblastom baş sarmalıyla daha iyi görüntülenebilir. İntraokuler lezyonların
göz yuvarlağının dışına, retrobulber mesafeye ve subaraknoid mesafeye kadar
uzanımının değerlendirilmesi, retinoblastom gibi lezyonlarda intrakranial diğer
odakların veya metastatik yayılımın da gösterilebilmesi için baş sarmalı tercih
edilmelidir(10). Bunun için okuler MR tetkiki ayrıca T2 ağırlıklı ve kontrastlı
T1 ağırlıklı aksial tüm beyin kesitlerini de içermelidir (7,9,14-18).
MRG ve intraoküler yabancı
cisim
Manyetik rezonans görüntülemeden göz içinde metalik yabancı madde
olabileceği kuşkusu nedeniyle travma olgularında uzak durulur. Tavşanlar
üzerinde yapılan bir araştırmada diamanyetik ve ferromanyetik yabancı
cisimlerin yer değiştirmedikleri ve görüntüyü bozmadıkları, ferromanyetik cisimlerin
ise çok geniş artefaktlar yaratarak anlamlı görüntü oluşumunu engellediği
görülmüştür (2,19). Travma öyküsü olan veya metal işinde çalışanlara olabilecek
bir yaralanmayı önlemek amacıyla MR tetkiki öncesinde BT ile
İntraokuler lens implantlarında kullanılan materyalin MR uyumlu olup
olmadığının sorgulanması ve girişimi yapan oftalmoloğa danışılması gerekir.
Retinal cerrahi, retinal tamponad ve skleral buckling (bağlama)gibi girişimler
MR görüntülemeye engel değildir.
MR Artefaktları:
Hareket oküler görüntülemede artefakta neden olarak görüntü kalitesinin
azalmasına yol açar (Resim 5). Bu nedenle hastanın gözlerini bir noktaya
sabitlemesi istenmelidir. Dişlerdeki dolgular ve metalik protezler, göz
kapaklarındaki demir partiküleri içeren dövme ve kobalt içeren kozmetik
maddeler Bo inhomojenitesi yaratarak distorsiyonlara ve sinyal azalmasına yol
açarlar. Hava –kemik bileşkesinde oluşan manyetik hassasiyet artefaktları
paranazal sinüs komşuluğunda optik sinirlerin görüntülenmesinde kayıplara neden
olur. 3 T MR cihazlarında bu artefaktlar daha fazla etkili olurlar (20). Su
protonları ve yağ protonlarının çevre farklılıkları nedeniyle farklı frekanslarda
titreşmelerinden kaynaklanan kimyasal kayma artefaktına yol açar, yağ ve diğer
dokular arayüzünde frekans kodlama gradienti yönünde yüksek ve düşük intensiteli
bantlar oluşur. Yüksekalan gücüne sahip cihazlarda protonlar arasındaki frekans
farkı Larmor eşitliğine göre daha büyük olacağı için kimyasal kayma artefaktı
daha fazla görülür (Resim 6) (21).
Bilgisayarlı tomografi:
Travma, kalsifik lezyonlar, yabancı cisim ve agresif paranazal sinüs
enfeksiyonunda orbital yayılımın değerlendirilmesinde bilgisayarlı tomografi
yararlı olmaktadır (Resim 7) (16). Oküler
lezyonlar için 1,5
Bilgisayarlı tomografide hareket artefaktları, parsiyel volüm averajı,
beam hardening / metalik artefakt’lar meydana gelebilir. Dental dolgu maddeleri
(amalgam), koronal kesitlerde görüntüyü engellerler, açıyı ayarlamak gerekir (21).
GÖZ YUVARLAĞININ NORMAL MR
GÖRÜNTÜLEME BULGULARI:
Göz yuvarlağında MR görüntüleme çözümleme gücü ile dokular arasındaki
farklılıkları gösterir ve yüksek duyarlılığı ile patolojilerin erken dönemde
ayırt edilmesini sağlar. Göz vücudun sudan en zengin ve en fakir dokularını
içerir. Vitröz %98–99, kornea %80, lens
%65–69 su içeriğiyle manyetik alanda farklı relaksasyon zamanlarına
sahiptirler. Vitröz su yoğunluğunun fazla olması nedeniyle protein ve kollajen
fibriller de içermesine rağmen relaksasyonu saf suyunki gibidir. Çok küçük
miktardaki protein molekülleri çok küçük bir su - protein etkileşmesine neden
olur. Bu nedenle relaksasyon zamanı suyunkinden daha kısadır (2,7,9).
Normal lens MRG’de T2 ağırlıklı kesitlerde çok kısa olan T2 relaksasyon
zamanı nedeniyle çevresindeki su içeren yapılardan daha hipointenstir. Lensin
nukleusu korteksinden daha kısa relaksasyon zamanına ve daha az suya sahiptir
(Resim 8).
Silier cisimT2 ağırlıklı kesitlerde lensden gözün duvarına uzanan
hipointens yapı olarak görülebilir. Ön oda lensin hemen önünde hilal şeklinde
kısa ve uzun TR görüntülerde vitröz ile izointens olarak izlenir. Koroid,
retina ve skleranın katmanlarının MR görüntüleme ile ayırt edilmesi
imkansızdır. Koroid, iris ve silier cisim İV kontrast madde enjeksiyonundan sonra
parlaklaşır, retina ve sklerada normalde parlaklaşma olmaz (Resim 8) (2,9). Aköz
sıvı ön odada irisle kornea arasında en
kalın yerinde yaklaşık
OKULER PATOLOJİLER:
Konjenital
Anomaliler:
Anoftalmi çok enderdir ve bir gözün gelişimsel defekte bağlı olarak tam
yokluğudur. Bilateral olgular optik
çıkıntının gelişememesinin erken bir teratojenik olayla ilgili olduğunu
düşündürür. Gerçek anoftalmide optik sinir ve kiazma da gelişmemiştir. Optik
traktlar ve genikulat ganglion rudimenter ve gliotik olabilir. Nöroektodermden
gelişmediği için diğer orbital yapılar mevcuttur (2,7). Ancak normal olarak çocukluk döneminde yüzün
gelişimi sırasında göz orbital büyümeyi uyardığı için anoftalmide her zaman
orbitada hipoplazi vardır (Resim 9)(6).
Mikroftalmi gözün aksial çapının normalden kısa olmasıdır. Anoftalmi, mikroftalmi
ve göz kapağının konjenital yokluğu kriptoftalmos morfogenetik olarak
ilişkilidir. İleri derecede ise anoftalmide olduğu gibi orbita gelişemeyebilir.
Nanoftalmi bilateral mikroftalminin nadir bir formudur, otozomal dominant bir
hastalıktır. Kalın sklera ve subretinal sıvı birikmesi nedeniyle retinal
dekolmana yatkınlık mevcuttur. Konjenital katarak (sıklıkla nukleer veya PHPV )
ve koloboma ile birliktedir (Resim 10-13). Koloboma mikroftalminin primer
nedeni gibi görülür (6)Bir çok defektle birlikte bulunur (kas-iskelet, uzuv,
kulak, yüz ve boyun trisomi 18 ve 13, osteogenezis imperfkta, aicardi sendromu,
CHARGE sendromu, cornalia de lange sendromu, Goltz sendromu, meckel gruber
sendromu, septooptik displazi gibi) (6) .
Makroftalmi göz küresinde genişlemedir, aksiyal myopide, konjenital glokomda,
Sturge -Weber’de, nörofibromatoziste görülebilir. Gözkapağı ve yüz tutulumu
olan nörofibromatozisli hataların %50 sinde glokom eşlik etmektedir. Sturge
Weber’li hastaların %30’unda glokom ve bunların üçte ikisinde de buftalmos gelişmektedir.
Bebeklerde ve küçük çocuklardaki glokomun bütün formlarında immatür kollajen
doku nedeniyle okuler genişleme meydana gelir (Resim 13). Glokoma bağlı aksial
myopi 12-14 yaşa kadar görülebilir (2,7).
Konjenital glokom ya da buftalmosda ön oda
açısındaki kanalların kötü gelişmesi nedeniyle artmış intraokuler basınç ve
genişlemiş göz küresi ve genişlemiş kornea vardır. Tek başına megalokorneada
intraoküler basınç normaldir. Megaloftalmosta da kalın kornea ve geniş göz
küresi bulunur, sıklıkla aksial uzunluğu
Stafiloma ileri miyop gözde özellikle posterotemporalde ilerleyici bir incelme ve
genişleme olmasına denir. Sklera
genişler, koroid ve retina gerilerek skleraya uyum sağlar (Resim 14). Glokomda,
cerrahi veya travma sonrası, skleritiste, nekrotizan enfeksiyonlarda da
görülebilir (2,7). Anterior stafiloma inflamatuar veya enfeksiyöz korneal
incelme sonucu gelişebilir (7). Posterior stafiloma propitozise neden olabilir
(21).
Kolobom retina, koroid, iris, lens ve optik sinirde fetal optik fissürün
kapanamaması ile oluşan konjenital veya kazanılmış bir defekttir. Olguların %
60’ının üstünde bilateraldir. Tipik kolobomda yarık göz küresinin inferonazal
kadranında görülür. Optik sinir koloboma embrionik fissürün en üst superior
ucunun kapanmaması oluşur. Diğer kısımların kapanmaması lokalizasyonuna göre
iridik, lentikular, silier cisim ve retinokoroidal kolobomalar oluşur (7). Kolobomlar
otozomal dominant özellikte değişken şiddette aktarılırlar. Kolobomatöz
lezyonlar sıklıkla ansefalosel, kallosal agenezi, olfaktor hipoplazi gibi
santral sinir sistemi konjenital malformasyonları ile birlikte görülebilir (11,22,23).
Kardiak anomaliler, koana atrezisi, retardasyon, genital hipopazi, ve kulak
anomalileri ile birlikte görülebilir (CHARGE
sendromu). Kolobom görülen diğer sendromlar Len’s mikroftalmi, Meckel sendromu,
Aicardi sendromu, trizomi 13, Goldenhar sendromu, Rubinstein- Taybi sendromu, Waardenburg
anoftalmi sendromudur (21,24)). Kolobomlar ayrıca koristomlarla birlikte de
olabilirler. Koristom kolobomun içindeki veya yakınındaki heterotopik
mezodermal elementlerden gelişmiş bir malformasyondur (25). BT ve MR’da optik
disk kolobomu göz küresinde disk düzeyinde bir boşluk olarak görülür (Resim 15).
Eşlik eden kistler kolayca ayırt edilebilir (Resim 10) (7).
Mikroftalmi göz yuvarlağının küçük olması demektir ve anatomik olarak
intakt veya malforme olmasına göre basit veya kompleks olarak sınıflandırılabilir
(10,11). Mikroftalmi kolobomatöz kistle birlikte bulunabilir ve MRG ile gösterilebilir
(11, 25). Kolobomalı mikroftalmik gözlerin bir kısmında bir skleral defektten
intraokuler nöral ektodermin herniye olmasıyla göz küresiyle bir tünel ile
bağlı optik kist gelişir (Resim 11). Oluşan kist ve gelişme yönü çok çeşitlilik
gösterir (7, 26). Kolobomatöz kist, inferiorda ve gözden sinirin çıkışına doğru
uzanıyorsa mikroftalmik gözü yukarı ve öne doğru iterek propitozisine neden
olur. Meningosel veya konjenital kistik göz ayırıcı tanıda düşünülmelidir (Resim
12) (10, 25). İntrauterin enfeksiyonlar da mikroftalmiye neden olurlar,
genellikle bilateraldir.
Oküler Dekolmanlar
Posterior hiyaloid veya vitröz dekolman genellikle
50 yaşın üstündeki yetişkinlerde oluşur, ancak persistan hipertrofik primer
vitreusu (PHPV) olan çocuklarda da oluşabilir. Yaşlılarda vitreus bozulmaya ve sıvılaşmaya
eğilimlidir. Vitrözün ileri derecede sıvılaşması posterior hiyaloid ayrılmaya
neden olur. Hızlanmış vitröz erimesi ileri miyopi ile birlikte, cerrahi veya
cerrahi olmayan travmalar, intraokuler inflamasyon ve lazer tedavisi sonrası
olabilir. Duysal retinadan ayrılan
posterior hyaloid membran BT ve MR da vitröz kavite içinde görülebilir. Membran
optik diskten ayrılmıştır veya ince bir bantla yapışık olabilir, ora serrata
düzeyinde yapışıktır (Resim 16). Retrohyaloid alandaki sıvı pozisyonla yer
değiştirebilir (2, 8).
Retinal dekolman duysal retinanın retinal pigment epitelyumundan subretinal alana sıvı
birikerek ayrılması ile oluşur. Retinada vitreusun likefiye olmasıyla
vitreoretinal yapışıklıklarda meydana gelen ayrılmalar, delik ya da yırtılmalar
nedeniyle retinal dekolman gelişir. Bu, yunancada delik, yırtık anlamına gelen
rhegma nedeniyle rhegmatojenöz (delikli)
retinal dekolman olarak adlandırılır. Çoğu retinal dekolman deliklidir. Retinal
defekt subretinal alana vitröz sıvı geçişine izin verir. Çocuklarda retina
dekolmanlarının çoğu nonregmatojenöz (deliksiz) dür. Çeşitli okuler
hastalıklara bağlı olarak gelişir. Retinoblastom, PHPV, prematurite
retinopatisi, Coat’s hastalığı, toksokariazis, gibi hastalıklar ve vitreusun
fibroproliferatif hastalığı, diabetes mellitusta vitreoretinopati veya
toksokara endoftalmiti ile birlikte gelişebilir. Deliksiz retina dekolmanı
anormal küçük damarlardan retina bariyerinin bozulmasıyla sızan sıvının subretinal
alanda birikmesi ile oluşur. Sıklıkla neoplastik hastalığa sekonder olarak
gelişir (melanoma, metastaz, hemanjiom, retinoblastom gibi). Seröz veya eksüdatif sıvı birikir. Retinal
deliğin nedeni en sık olarak vitreoretinal adezyonlara ve vitröz dejenerasyona
bağlı dejeneratif değişikliklerdir. Ciddi aksial miyopi, lens yokluğu,
kontrlateral retina dekolmanı olan hastalar retina dekolmanına yatkındır.
Kendiliğinden retinal ayrılma yılda 10/100000 kişide görülür. Fotofobi, görmede
giderek azalma, kızarıklık, ışık
parlamaları (fotopsi), aniden havada yüzen ince nesnelerin oluşması ve ağrı
hastaların yakınmalarını oluşturur. Işık parlamaları ve ani ortaya çıkan yüzen
uçuşan nesneler retina dekolmanını düşündürmelidir. Sağaltımında skleral bağ
veya pars plana vitrektomi, intraokuler silikon ile geçici tamponad
uygulanabilir (8, 10).
Retinal dekolman ince ise indirekt oftalmoskopide görülebilir. Kalın ve
kabarık ise, lens’e kadar gelmiş ise oftalmoskopi yetersiz kalır. Ultrason, BT
ve MR görüntüleme retinal dekolmanı ve altındaki nedeni gösterebilir . MRG
diğerlerinden daha üstündür. BT ve MR’da retina dekolmanı tipik olarak tepesi
optik diskte uçları ora serrataya uzanan V şeklinde görülür (Resim 17- 19). Total
retina dekolmanı varsa bütün vitröz kavite dolar ve katlanan membran optik
diskten lense uzanan kloket kanalı gibi görülebilir. MRG’de subretinal sıvının
sinyal yoğunluğu protein içeriğine ve hemorajinin olup olmadığına, varsa kanama
zamanına bağlıdır. Deliksiz retina dekolmanında subretinal alanda eksüda, delikli retina dekolmanında transuda birikir.
Eksüda yüksek protein içeriği nedeniyle MRG’de transüdadan daha güçlü sinyal ve
BT’de daha yüksek atenüasyon değerine sahiptir. Yüksek protein relaksasyonu
kısalttığı için T1 ağırlıklı serilerde yüksek sinyale neden olur (8, 27).
Peyster ve arkadaşlarının çalışmalarında retinal dekolmanın MR görüntülerinde
tümorden ayırt edilebildiği, BT’ de bunun mümkün olmadığı, subretinal sıvının T1
ve T2 ağırlıklı kesitlerde ikisinde de hiperintens görüldüğü bildirilmiştir (28).
Delikli retina dekolmanında subretinal alana geçen sıvı vitröz olduğundan
vitrözle aynı sinyal yoğunluğuna sahip olacaktır. Bu da ayrılan retinanın ayırd
edilmesini güçleştirecektir.
Koroidal dekolman (KD) ve
koroidal efüzyon (KE) suprakoroidal potansiyel alanda
seröz veya hemorajik sıvı birikmesidir. Seröz KD sıklıkla intraokuler girişim,
delici okuler travma veya enflamatuar koroidal hastalık sonrasında intraokuler
hipotoni sonucu gelişir. Suprakoroidal alandaki basınç intraoküler basınç, intrakapiller
kan basıncı ve plazma protein kolloidlerinin uyguladığı onkotik basınç ile
oluşturulur. Koroidin kapillerleri fenestredir ve açıklıkları çevre dokularla
koriokapillerler arasında görece serbest madde değişimi yapılmasını sağlayan diaframlarla
kaplıdır. Oküler hipotoni koriokapillerlerin permeabilitesinin artmasına ve
koroidal vasküler yapılardan uveal yapılara transüdasyona yol açarak bütün
koroidin şişmesine (koroidal efüzyona) neden olur. Koroidin şişmesi artarken
suprakoroidal alanda sıvı birikir, seröz veya eksüdatif KD oluşur. KE’nun diğer
nedenleri venöz hipertansiyon, gözün enflamatuar hastalıkları, miksödem,
retinal kriopeksi, Vogt- Koyanagi- Harada sendromu, nanoftalmos ve idiopatik
uveal efüzyon sendromudur. Nanoftalmos otozomal resesif hastalıktır, her iki göz
küresinin aksial uzunluğu kısa, lensler normal büyüklükte ve sklera kalındır. Skleranın
kalın olması vorteks venlerinde daralmaya, dolayısıyla koroidal kapillerlerde
venöz staza, koroidal kalınlaşmaya ve efüzyona yol açar. Nanoftalmosun ve
idiopatik koroidal efüzyonun tedavisi sklerotomi ile vorteks venlerine olan basının
kaldırılmasıdır (8).
Hemorajik koroidal dekolman görme kaybına yol açan ciddi bir durumdur. Koroidin
ve hematomun gösterilmesinde MR görüntüleme BT ve ultrasonografiden üstündür.
Ultrasonografi (US) travmatize gözde kısıtlıdır. BT’de değişik atenüasyon
değerlerine sahip düzgün, kubbe şeklinde
semilunar alan olarak tanımlanmıştır. BT, US ve MR ile yapılan seri çalışmalarda birkaç
hafta içinde boyutunun azaldığı gösterilmiştir. Boyutu küçülmesine karşın şekli
genellikle değişmemektedir. Sınırlı hematomlar MR’da göz küresinin duvarında
sinyal yoğunluğu hematomun yaşıyla uyumlu, lens şeklinde kitle veya kitleler
olarak görülür. Akut dönemde hematom T1 ağırlıklı kesitlerde vitröz ile
isointens veya hafif hiperintens, T2 ağırlıklı kesitlerde ileri derecede
hipointenstir. Birkaç gün sonra T1 ağırlıklı kesitlerde hiperintens, T2
ağırlıklı kesitlerde hipointens hale gelir, 3 hafta ve daha sonrasında ise T1
ve T2 ağırlıklı görüntülerin her ikisinde de hiperintenstir (8,27). Koroidal
efüzyonun koroidal dekolmandan ayırd edilebilmesi KE’un cerrahi onarım
gerektirmemesi, KD’ın gerektirmesi nedeniyle klinik olarak çok önemlidir. Seröz
KD, MR görüntülemede koroidal hematomdan farklı bir görünüme sahiptir. Seröz KD’da
suprakoroidal alanda nonhemorajik sıvı birikir, BT’de hipodens, MR’da transüda
görünümündedir. Koroidal efüzyon BT ve MR’da genellikle hilal şeklinde veya
halka şeklinde lezyon olarak görülür. Bazen
KD ve RD’ın görünümleri karışabilir. Retinanın ayrılan yaprakları optik diskten
ora serrataya, silier cismin pars plana’sına kadar uzanırken, koroid dekolman
optik sinire kadar uzanmaz, fakat silier cisme kadar uzanabilir. (8, 27,
29).
Oküler inflamatuar hastalıklar
Göz küresi bilinen veya idiopatik
enflamatuar hastalıklardan etkilenir. Birçok enfeksiyon etkeni gözü
etkiler. Herpes simpleks, rubella, rubeola, kızamık, varicella ve enfeksiyöz
mononukleoz gibi viral enfeksiyonlar, tuberküloz, sifiliz, lyme hastalığı,
brusella, lepra, kedi tırmığı hastalığı, e. coli gibi bakteriel enfeksiyonlar
gözü etkiler. Diyabetik hastalarda fungal enfeksiyonlar olabilir. Toksokara
canis granulomatöz korioretinitise ve eosinofilik abselere neden olur (7,21).
Kronik enflamatuar hastalıklar skleranın, koroidin ve lensin
kalsifikasyonlarına, yaygın hastalık intraokuler kalsifik kitlelere ve göz
küresinin şeklini kaybetmesine, büzüşmesine (fitisis bulbi) yol açar (21).
Skleritis idiopatik olarak veya bir sistemik hastalıkla birlikte bilateral veya
unilateal olarak ortaya çıkar. Kollajen
vasküler hastalıklar (wegener granülomatozu, romatoid artrit, poliartritis
nodoza, sistemik lupus eritematozus, enflamatuar barsak hastalığı,
CrohnHastalığı, sarkoidoz, Conan
sendromu) metabolik hastalıklar (gut),
bakteriel, viral veya fungal, enfeksiyonlar ve travma nedeniyle oluşabilir. Anterior
ve posterior skleritis olarak sınıflandırılır. Anterior skleritis ağrı, eritem,
fotofobi ve hassasiyet yakınmalarına neden olur. Posterior skleritis sklera ve
koroidde kalınlaşmaya, Tenon kapsulünde kalınlaşmaya ve bunların sonucunda
retinal dekolmana neden olabilir. Histolojik olarak diffüz veya nodüler form
olarak görülebilir. Nodular posterior skleritis uveal melanomla karışabilir. Diffüz
form BT ve MR görüntülemede uveoskleral kılıfın diffüz kalınlaşması ile
görülür, bir miktar kontrastlanma görülebilir (Resim 20–22). Eşlik eden
koroidal dekolman BT, MR ve ultrasonografi ile görülebilir. Nekrotizan
skleromalazide skleranın perforasyonu görülür, genellikle ağır romatoid
artritle birliktedir. Posterior sklerit, sklerit, sklerotenonit, perisklerit ve
orbital pseudotumör birbirinin devamı veya aynı hastalığın parçası olarak BT ve
MR’da gösterilebilir (7, 31–33).
Uveitis sıklıkla uveal traktı etkileyen enflamatuar bir süreçtir. Etiyoloji
sıklıkla bulunamaz. Birçok hastada lenfositik kontrol mekanizmasında bir
bozukluk vardır (7). Uveitis gözün vasküler tabakası ile sınırlıdır. Sklera ve
retina sıklıkla tutulmuştur. Uveitin etyolojisi sıklıkla bilinmez. Travmatik
iridosiklit anterior uveitin en sık nedenidir (Resim 23). En sık toksoplazma ve sitomegalovirüs
enfeksiyonu sonucu gelişebilir. Posterior korioretinitin en sık nedenidir (34).
İntraokuler lenfoma posterior uveit, pars planitis ve pars plana endoftalmitini
taklit edebilir. Pars plana endoftalmitinin çoğu idiopatiktir, intermediate
uveitis olarak isimlendirilir. Panuveitis en sıklıkla idiopatiktir veya
sarkoidoz nedeniyle gelişir. Vogt- Koyanagi- Harada sendromunda bilateral
granülomatöz uveit, eksüdatif koroidal efüzyon, deliksiz RD diğer bulgularla
(alopesi, vitiligo, beyin omurilik sıvısında pleositoz, meningeal bulgular)
birlikte bulunur. Behçet hastalığında, juvenil romatoid artrit, seronegatif
spondilartropatiler ve herpetik koriouveitisli hastalarda görülebilir (34). Okuler
tuberküloz sistemik enfeksiyonun endojen yayılımı ile oluşur. İntrauterin
toksoplazmozis serebral kalsifikasyonlara neden olur ve BT ile gösterilebilir. BT etyolojinin aydınlatılmasında yardımcı
olur. Ultrason, BT ve MR koroidal veya skleral kalınlaşmanın derecesini,
kitleleri ve RD ‘nin, KE veya yabancı cisimlerin değerlendirilmesinde yarar
sağlar(8,21). Psödotümör serebride görülen optik disklerdeki parlaklaşma
posterior uveitis, kedi tırmığı hastalığının uveonöral retinitisi ve retinal ve
koroidal tümörlerle karışabilir (8).
Endoftalmitis özellikle vitröz kavite ve
ön odayı etkileyen intraokuler enfeksiyon veya enfektif olmayan intraokuler enflamasyondur.
İntraoküler cerrahi, travma veya sistemik bir enfeksiyonu takiben ortaya
çıkabilir. Prematurite, lösemi, lenfoma, dissemine karsinom, uyuşturucu
bağınmlılığı, immün yetmezlik ve uzun sure kortikosteroid kullanımı gibi
kolaylaştırıcı faktörler bulunabilir. Fakoanafilaktik endoftalmitis lens
proteinini tutan, otoimmünüte sonucu gelişen granülomatöz bir enfeksiyondur.
Endojen bakteriel, fungal endoftalmitis, septik emboli koriokapillerler ve
retinal arteriollerde yerleşir. Bruch membranın hasarlanmasıyla organizmalar
retina ve vitröze ulaşabilirler. Endoftalmitte en sık olarak staphylococcus
epidermidis, staphylococcus aureus, streptokoklar ve kandida saptanır.
Parazitik granülomatozis en sık olarak T. canis ve T. catis, Cysticercus
cellulosae onchocerca volvulus mikroflaryası ile enfekte olması sonucu oluşur.
Toksokariasis posteriorda granulom ve
endoftalmitis oluşmasına neden olur (33). BT’de vitrözün dansitesinde artma
izlenir. T2 ve T1 ağırlıklı kesitlerde retinal ve koroidal venlerden protein
sızması nedeniyle artmış sinyal yoğunluğu gösterirler. Uvea kalınlaşmış
olabilir, artmış parlaklaşma veya abse nedeniyle fokal parlaklaşma
gösterebilir. KD, RD ve posterior vitröz dekolman BT ve MR görüntüleme ile
tanımlanabilir (8,10).
İntraoküler kalsifikasyonlar
İntraokuler kalsifikasyonlar hiperkalsemik durumlarda veya distrofik,
dejeneratif okuler patolojilerde (neoplazi, enflamasyon, konjenital displazi,
yaşlılık veya travmatik dejenerasyon) görülebilir (Tablo 1). Neoplazmlardaki
kalsifikasyonlar tümörün nekrozu sonucunda gelişirler. Retinoblastom, medulloepitelioma
ve nörofibromatozis tip I ve tuberoz sklerozda görülen astrositik hamartomlarda
görülür. Sturge- Weber ve Von Hippel- Lindau hastalıklarında vasküler hastalığa
bağlı kalsifikasyon ve ossifikasyonlar görülebilir. Kronik post travmatik
dejenerasyon en sık intraokuler kalsifikasyon nedenidir. Kalsifikasyon silier
cisim veya koroidde oluşabilir. Silier cisim kalsifikasyonları travma ve
enfeksiyonlardan sonra ve silier cismin medulloepiteliomasında görülür.
Koroidal kalsifikasyon da sıklıkla travma veya intraokuler enlamasyon sonucu
oluşur. Koroidal osteom, episkleral
koristom ve optik disk druzen diğer intraoküler kalsifikasyon nedenleridir
(Resim 24). Osteom nadirdir. Koristom sıklıkla sağlıklı genç kadınlarda
saptanır (8). Tipik olarak bilateral optik sinir başının yanındaki koroidde
gelişir. Optik sinir druzen, optik disk üzerinde veya yanında hyalin benzeri
maddenin depolanmasıdır. BT de retinal druzenin aksine görülebilir. Yaşlılarda lateral
ve medial rektus kaslarının yapışma yerlerinde veya önünde skleral kalsifikasyonlar
görülebilir (35). Fitizis bulbide atrofik, küçülmüş göz küresi içinde
kalsifikasyonlar görülür. Genellikle travma veya enfeksiyon sonucu gelişir.
Travmanın en sık okuler kalsifikasyon nedeni olduğu bulunmuştur (7,35). PHPV da
kalsifikasyon genellikle yoktur. Ancak büyük çocuklarda lensde ve ayrılmış
retinada kalsifikasyon görülebilir. Coats hastalığında nadiren retinada
submakuler kalsifikasyon görülebilir (Resim 25). Prematürite retinopatisinde
lensde, koroid ve retrolental dokuda geç dönemde kalsifikasyon oluşabilir. BT intraokuler kalsifikasyonların
gösterilmesinde çok duyarlıdır. MR görüntülemede T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde
paramanyetik madde içermeyen kalsifikasyonlar mobil protonların olmaması
nedeniyle hipointenstirler (Resim 26). Paramanyetik madde içeren
kalsifikasyonlar bazal ganglionlarda olduğu gibi T1 ağırlıklı kesitlerde
hiperintens görülürler (8,21).
Lökokoria
Lökokoria pupilin beyaz, sarı- beyaz, pembe- beyaz yansısıdır.
İntraoküler herhangi bir patoloji nedeniyle ışığın pupil içinden gözlemciye
geri yansıması sonucu oluşan bir semptomdur. En sık retinoblastom olmak üzere,
sırasıyla persistant hipertrofik primer vitröz (PHPV), prematürite retinopatisi,
konjenital katarakt, koroid veya optik diskin koloboması, uveitis, toksokariazis, Coat’s hastalığı, retinal
astrositoma (tuberoz skleroz), medulloepitelioma, total retinal dekolman,
retinal depo hastalığı, vitröz kanama ve diğer birçok hastalıkta görülebilir. MR
ve BT bu hastaların değerlendirilmesinde önemli bir yer turtar (2,7–9).
Retinoblastoma
Retinoblastoma retinadan gelişen bir primitif nöroektodermal tumör
tipidir ve çocukluk çağında en yaygın intraoküler tümördür. Yenidoğanların 17 000
veya 20 000’inden birinde bulunur. Tanı konulduğu zaman ortalama yaş bilateral
tümör olanlarda 12 ay, unilateral olanlarda 24 aydır. Beş yaşın üzerinde
nadirdir, fakat yetişkinlerde de rapor edilmiştir. 13q14 kromozomunda lokalize
Rb1 genlerinin her ikisinin kaybı veya inaktivasyonu vardır. Retinoblastomların
%25-33’ü kalıtsaldır, bunların %85’inde bilateral retinoblastom bulunur (Resim
27). Bu ailelerde fenotipik olarak otozomal dominant olarak geçer. Retinoblastomlu
hastaların geri kalanında unilateral hastalığa neden olan sporadik mutasyonlar
görülür. Bunlarda intrakranial primer beyin tümörü daha sık bulunur. (9,36–38).
İntrakranial nöroblastik bir tümörle
birlikte olan kalıtsal retinoblastom trilateral retinoblastom olarak
tanımlanır. Suprasellar (primitif nöroektodermal tümör) veya pineal bölgede
(pineoblastom) kontrastlanan kitle lezyonu olarak görülürler. İntrakranial kitlelerin büyük çoğunluğu (%83)
pineal bölgededir. Üç yaş altında en sık lökokori ve strabismus, daha sonra
görmede azalma (özellikle bilateral lezyonlarda), retinal dekolman, oküler
ağrı, glokom veya oküler enflamasyon gibi yakınmalarla gelirler (21,38). Genellikle
oftalmolojik bakı ile tanınabiir, ancak genellikle ileri retinal dekolman kitlenin
iyi görünmesini engelleyebilir. BT
retinoblastomların çoğunda seçilecek ilk radyolojik yöntemdir. Kontrastsız BT
tetkiki retinoblastom olgularının %90’nında intraoküler kalsifikasyonları gösterir
(Resim 27 ve 28)(9). Üç yaş altında kalsifiye olan başka bir tümör olamadığı
için intraoküler kalsifikasyon üç yaşın altında aksi kanıtlanıncaya kadar
retinoblastom olarak kabul edilmelidir. MR görüntüleme özellikle intrakranial
metastazın, koroidin ve optik sinir tutulumunun değerlendirilmesinde
faydalıdır. T1 ağırlıklı kesitlerde tümör vitröze göre hiperintens, T2
ağırlıklı kesitlerde hipointenstir. Bu görünüm bu yaş grubunda retinoblastomlar
için tipiktir. %65 olguda vitröz kavite içinde özellikle fitizik gözde serbest,
T1’de hiper, T2’de hipointens ayrı bir tümör olarak görülebilir. Kontrast madde enjeksiyonundan sonra ılımlı
bir parlaklaşma gösterir (Resim 28–33). Retinal dekolman sıklıkla eşlik eder. Subretinal
sıvı T2 ağırlıklı kesitlerde vitröz ile izointens, T1 ağırlıklı kesitlerde
genellikle hiperintenstir. Büyüklüğü 2 mm’nin altında olan tümörler kontrastsız
ve kontrastlı serilerde sıklıkla görülemez. Retinoblastomdan kuşkulanılan
hastalarda optik sinirin kılıfın ve intrakranial yapıların durumunun
değerlendirilmesi, önemlidir. Bu yüzden tüm beyin kesitleri de tetkike
eklenmelidir. MR görüntülemenin optik sinir tutulumunun değerlendirilmesinde %
53.8 duyarlılığa, % 82.3 ayırt ediciliğe, koroid tutulumunda %75 duyarlılık,
%100 ayırt ediciliğe, tümör kalsifikasyonunu derecesini değerlendirmede de %
91.7 duyarlılık ve %88.9 ayırt ediciliğe sahip olduğu gösterilmiştir (9,36).
Retinoblastomu
taklit eden intraoküler kitle ve kitle benzeri lezyonlar
Coats hastalığı retinal telenjiektazi olarak da bilinir. Genellikle 4-8 yaşlarında erkek
çocuklarda (%70-85) oluşan konjenital bir hastalıktır. Lökokori ve strabismus
ile, okulda göz taramasında saptanabilir.
Anormal vasküler yapılardan retina kan bariyerinin bozulmasıyla intraretinal
ve subretinal lipoproteinöz eksüda birikimine ve daha sonra retina dekolmanına neden
olur. Bazı hastalarda glokom ve ağrıya yol açar. Coats hastalığı damarların lazer
veya krioterapi ile obliterasyonu ile gerileyebilir ve bunlar bazı hastalarda
enükleasyonu önleyebilir. Bu anormal damarlar erken dönemde genellikle ekvatorda
temporal kadranda veya periferinde, veya her yerinde bulunabilir (8,39).
Hastalığın ilerlemesi ile massif intraretial ve subretinal effüzyon artan
miktarlarda anormal vasküler yapılara eşlik eder. Retinada kalınlaşma ve
retinal dekolman görülür (Resim 17, 34,35). Görüntüleme retinoblastomun ekarte edilmesinde
çok önemlidir. Neovaskülarizasyon nedeniyle hemoraji görülebilir. BT’de
kalsifikasyonun görülmemesi, MR’da parlaklaşan kitle lezyonunun olmaması
retinoblastomdan uzaklaştırır. Erken
dönemde görüntüleme bulguları normal olabilir. Daha sonraki dönemlerde bütün
sekanslarda hiperintens retinal dekolman görülür. Kontrast verildikten sonra retinadaki
anormal damarlar nedeniyle retina lineer boyanma gösterir. Retinoblastom T1 de
hiperintens, T2’de hipointens ve solid kitle şeklinde kontrastlandığı için kolayca
ayırt edilebilir (Resim 28-32). MR spektroskopide 1 ppm ile 1.6 ppm arasında
lipit ve/veya proteolipitlerle uyumlu geniş pik saptanmıştır. Normal göz
küresinde lipit bulunmamıştır (40,41). Lazer fotokoagulasyon veya krioterapi erken
hastalıkta yararlı olabilir. Geç dönemde enükleasyonunu gerektirebilecek
neovaskülarizasyon ve glokom meydana gelebilir (9)
Persistan hipertrofik primer
vitröz (PHPV) gözün gelişimi sırasında hiyaloid
arterin atrofisi ve lens kesesinin lumeninin kapanması ile gestasyonun 6. ve 7.
haftasında lens gelişimi hızlanır. Bu fötal vasküler yapının tam ya da tam
olamayan regresyonunun olmaması diskten lense kadar uzanan vaskülarize bir
membranın veya sapın oluşumuna yol açar, persitent primer hiperplastik vitröz
olarak isimlendirilir (6). Miyadında yenidoğan
bebekte unilateral lökokori ve mikroftalmi ile görülen bir malformasyondur. Glokom,
miosois, irisin öne doğru taşması ve silier uazantıların kontrakte olması eşlik
edebilir. Bulgular genellikle doğumda veya çok kısa süre içinde fark edilir.
Nadiren trizomi 13, Noorie sendromu, Warburg sendromu ile birlikte olabilir.
Bunlarda PHPV bilateraldir. MR retinoblastomdan ayırt edilmesinde çok yardımcı
olur. Tipik olarak mikroftalmik olmasına
karşın normal büyüklükte de olabilir. Sık olmayarak PHPV’li gözde glokoma bağlı
buftalmus gelişir. Histopatolojik olarak
retrolental fibrovasküler membran, uzamış silier çıkıntıların küçük lensin
periferine uzandıkları görülür. Bu çıkıntılar retrolental kitlenin içinde
kalırlar. Lens lifleri dejenere olur ve epitelyum hücreleri posteriora göç
eder. Katarak meydana gelebilir. BT ve MR
görüntülemede kontrastla boyanan kitle ve anteriora doğru yer değiştirmiş lens
tipik bulgulardır. Kitle hyaloid kanal (Cloquet kanalı) içine doğru uzanır ve
üçgen şeklinde bir kitle oluşturur. Retinal dekolman ve posterior hyaloid
dekolman sıktır. Vitröz T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde genellikle
hiperintenstir. Retinal veya subretinal kitle görülmez. Sıvı -sıvı seviyesi
sagittal kesitlerde veya lateral dekübit pozisyonunda görülebilir. PHPV’lü göz
küreleri genellikle mikroftalmiktir. Glokom gelişecek olursa buftalmosla
sonuçlanabilir. MR görüntüleme BT’den üstündür. Anormal lens, retrolental
kitle, eşlik eden retinal veya postrior hiyaloid dekolman MR görüntüleme ile
daha iyi değerlendirilebilir. Kontrastlı T1 ağırlıklı görüntülerde retrolental
kitle ve ön odada parlaklaşma görülülebilir. (9, 40).
Prematürite retinopatisi (PR)
bilateral, sıklıkla simetrik, oksijen toksisitesi sonucu
prematür bebeklerde gelişir. Prematüritenin derecesi ile PR gelişme riski direkt
olarak ilişkilidir. Destekleyici oksijen tedavisi retinal damarlarda spazm
oluşturarak retinal iskemiye neden olur. Bu retinanın vitröz içine uzanan fibrovasküler
proliferasyonunu oluşturur. Daha sonra fibrovasküler membran kontrakte olarak
retinal dekolmana, introkuler hemorajiye ve görme kaybına neden olur.
Persistant fötal damar yapısı fibrozise neden olur ve silier uzantıların
uzamasına neden olabilir. Lökokori ve kronik retinal dekolman vardır, hastalık
sıklıkla ilerleyerek tek veya heriki gözde fitizis’e neden olur. Kalsifikasyon
nadiren görülebilir. MRG ve BT görünümleri PHPV ile benzer olabilir (40). İlerlemiş
olgularda göz yuvarlakları retinal dekolmanlar ve intraokuler kanama ile
heterojen, küçük olabilir. T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde kanama ndeniyle
genellikle vitröz hiperintenstir. Klinik bulgular ve öykü, üç yaşın üstünde
kalsifikasyonların görülmesi ve bilateral olması nedeniyle retinoblastomla
karışmaz(9).
Toksokariasis endoftalmiti toksokara kanis ve kati parazitlerine karşı gelişmiş gözün enflamatuar
reaksiyonudur. Sklerozan endoftalmit de denir. Enfeksiyon toprakta yıllarca
yaşayan parazit yumurtalarının ağızdan alınmasıyla oluşur. Toksokariasis
genellikle unilateraldir ve çoğunlukla daha büyük çocuklarda oluşur.
Korioretinit, endoftalmit veya posterior veya periferal granulom oluşturabilir
(42). Steward ve arkadaşlarının yapmış
olduğu çalışmada okular toksokariasis’in %50 hastada periferik retinada
granulom, %25 hastada makulada granulom ve %25 olguda endoftalmiti taklit eden
ileri vitröz endoftalmit olduğunu, görme kaybının nedenlerinin %52,6 olguda
vitritis, %47 olguda makular ödem, %36 olguda traksiyon retina dekolmanı
olduğunu bulmuşlardır (43). Vitröz
bantlar, vitröz ve retinal traksiyonlar; retinal, subretinal ve vitröz
hemorajiler meydana gelebilir. Retina ve optik diskte yer değişikliği
görülebilir. Lenfosit, plazma hücreleri, eosinofil ve dev hücrelerle
infitrasyon mevcuttur. Margo ve arkadaşlarının histopatolojik olarak doğrulanan
üç olgusunda BT’de diffüz veya fokal, belirgin kontrastlanmayan kitle lezyonu
olarak görülmüştür (2,44). İnflamatuar değişiklikler uveoskleral tabakada lokal
düzensizlikler, kontrastla hafif boyanma olarak görülebilir (resim). Larval
infitrasyona sekonder oluşan enflamasyon nedeniyle subretinal proteinöz sıvı
MRG’de T1, proton dansitesi ve T2 ağırlıklı kesitlerde değişik derecelerde
vitröze göre hiperintens olarak izlenir (2). Radyolojik olarak kronik retinal
dekolman ve organize vitrözü, toksokara
granulomundan, Coats hastalığından, PHPV’dan, prematurite retinopatisinden ve
non kalsifiye retinoblastomdan ayırt etmek güçtür. Toksokara granülomu tanısı
bugün %85 oranında enzyme-linked immünosorbent assay (ELİSA) testi pozitifliği
ile konulabilmektedir (2,42). Hayvan hastanelerinde çalışanların %11’inde,
İngiltere’de topraktan yapılan incelemelerde örneklerin %25’inde T canis ve T
cati yumurtaları pozitif bulunmuştur. Çocuklarda ELİSA testi pozitifliği yaşla
artmaktadır (6 aya kadar %0, 7–12 aya kadr %1, 2–9 yaş arasında %8,3, 10–80 yaş
arasında %10,1) Ilıman ve nemli bölgelerde yüksek oranda bulunmaktadır.
Retinal displazi nöral ektodermin farklılaşmasında bozukluk sonucu oluşur. Sporadik veya
genetik defektler sonucu oluşur. Norrie hastalığı veya Walker Warburg sendromu
gibi hastalıkları içerir. Konjenital retinal dekolmana yol açan dış retinada
anormal proliferasyon ve retinada katlanma bulunur. PHPV bu hastalıklarda ve
retinal displazilerde diğer malformasyonlarla birlikte ortaya çıkar.
Norrie hastalığında (konjenital progressif okuloakoustikoserebral
dejeneresyon) X’e bağlı resesif kalıtsal, erkek çocuklarda hastalığa neden
olan, taşıyıcı kadında hastalık oluşturmayan konjenital bir hastalıktır.
1927’de Norrie tarafından iki ailede yedi olguda aynı körlüğü tanımlamış,
1961’de Warburg tarafından genetik geçişi açıklanmış, konjenital göz
hastalığına sağırlık ve mental retardasyon eklenmiştir. Gözde erken yenidoğan
döneminde kısmi veya tam retinal dekolman, vitreo retinal hemoraji, bilateral
dens vitröz cisim, retrolental kitle, katarakt, glokom, optik sinir
atrofisi, mikroftalmi, fitizis bulbi
mevcuttur, zaman içinde körlükle sonuçlanır (2).
Walker Warburg sendromunda mikroftalmi, konjenital olarak unilateral
veya bilateral retinanın yapışmamış olması, santral sinir sistemi
malformasyonları, yarık damak, polidaktili, karaciğer ve böbrek kistleri, ve
genital malformasyonlar görülür. Embriyolojik olarak serebral korteks ve retina
etkileyen genetik defekt bulunur. Mental retardasyon, ensefalosel, hidrosefali
veya lissensefali görülebilir. Mikroftalmus ve yapışmamış retinaya ek olarak
vitröz kanama, PHPV, geniş intravitröz damar görülebilir. Subretinal kanama,
intravitreal seviyelenme persistan primer vitröz, Cloquet kanalı ve yanında üçgen
şeklinde intra vitreal kitle görülür (7)
Retinoblastomu taklit
eden daha az sıklıkta görülen lezyonlar
Astrositik hamartom (retina
astrositomu) benign, sarı beyaz, nadir, tuberoz sklerozda ve nörofibromatoziste veya izole olarak
oluşur. Erken dönemde retinoblastomdan ayırt edilmesi çok güçtür. Bu dönemde
eşlik eden bulguların henüz olmaması tanıyı güçleştirir. 1-
Retinal pigment epiteli ve
retinanın kombine hamartomu nadir, konjen,tal bir
tümördür. Posteror polde veya optik diskte RPE’ni tutan matur hücrelerin
çoğalması ile bir yükseklik ve değişken pigmentasyon oluşur. Klinikle veya
radyolojik olarak retinoblastomdan ayrımı güçtür.
İncontinentia Pigmenti deriyi, gözü ve iskelet sistemini tutan malformasyonlarla birlikte
bilateral asimetrik okuler tutulum görülen bir hastalıktır. Retinal vasküler
anormallikler, pigment değişiklikleri, RPE’da proliferasyonla intraokuler
noduler kitle görülür.
Jüvenil ksantogranüloma bebekleri ve küçük çocukları etkileyen multifokal idiopatik kutanöz
döküntüdür. Deri lezyonları histiositlerden oluşmuş yeşil sarı granulomatöz
nodullerdir. Anterior uveal trakt genellikle etkilenir. Ancak soliter veya
diffüz bir oküler kitle olarak da görülebilir.
Ganglioneuroma embrionik optik kadehin nöroektodermal hücrelerinden gelişen nadir bir
okuler tümördür.
Koroidal osteoma genellikle genç, kızlarda unilateral olarak bulunan nadir bir tümördür.
Fibrovasküler doku içeren matür kemik histopatlojik değerlendirmede
gösterilmiştir. US ve BT lezyonun gösterilmesinde yararlıdır.
Retinal gliosis, özellikle yara veya hasara yanıt olarak retinada astrositlerin
artması ve hipertrfiye olmasıdır. Kitle görünümü oluşturabilir veya traksiyonel
retinal dekolmana neden olabilir.
Miyelinize sinir lifleri nadiren peripapiller alanda retinada miyelinize lifler görülür. Bunlar
hafif kabarık beyaz bir plak oluşturur.
Subretinal neovasküler
membranlar retinal yaralanmaya reaksiyon olarak
koriokapilaristen yeni damarların oluşması kanamaya veya sıvı sızmasına ve
seröz retinal dekolmana yola açar
Vitröz opasiteler uveit, endoftalmit, kanama veya herhangi bir hastalıkta vitröz içindeki
hücreler vitröz içine retinoblastomun yayılmasını taklit edebilir ve retinanın
değerlendirlmesini engelleyebilir.
Koroidal ve retinal
hemanjiomlar çocuklarda retinoblastomu taklit
edebilir. Kitlenin üstünde normal retinal damarlar görülür .
Yetişkinlerde Okuler
tümörler:
Yetişkinde primer veya metastatik okuler neoplazmların çoğu uveal
traktı, özellikle koroidi tutar. Malign melanoma uveayı tutan en sık görülen
tumördür. Çocuklarda en sık görülen tümör olan retinoblastom retinayı tutar.
Retinal astrositik hamartom en sık tuberosklerozda görülür, ancak
nörofibromatoziste de görülebilir. Bu hamartomlar patolojik olarak genellikle
kalsifikasyon içeren fokal benign astrositik proliferasyonlardır.
Medulloepitelioma primitif nöral epitelden gelişmiş embriyonik bir
neoplazmdır. Tipik olarak silier cisim epitelinden gelişirek pupil ve irisin
arkasında bir kitle olarak görülür. Ancak retina veya optik sinirde gelişmiş
posteriorda bir kitle olarak da görülebilir.
Malign uveal melanom’lar yetişkinlerde en sık görülen intraokuler tümördür. Her 1 000 000
da 5–7 insanda oluşur. Malign intraokuler kitlelerin %70’i malign melanomdur.
En sık koroidal melanom, daha sonra silier cisim melanomları ve en az iris
melanomları görülür (45,46). Bu tümörlerin bazıları daha önceden var olan
nevüslerden gelişirler. Koroidal hemanjioma, koroidal nevi, KD, koroidal kist,
uveal nörofibrom ve schwannoma, uveal leiomyom, silier cisim adenomu ve
adenokarsinomu, medulloepiteliom, juvenil ksantogranulom, RD, makulanın disk
şeklinde dejenerasyonu, metastatik tumörler gibi birçok benign veya malign
tümörler malign uveal melanom ile karışabilir. Uveal trakt tümörleri anatomik
lokalizasyonları nedeniyle intraokuler cerrahisiz, biyopsi ile ulaşılması
mümkün değildir. Bu yüzden genellikle floressein anjiografi, ultrasonografi, BT
ve MR görüntüleme gibi tanısal yöntemler ve klinik bakı ile tanı konulur. Patolojik
olarak uveal malign melanomalar hücre tipine göre klasik olarak spindle A
tumörler, spindle B tumörler ve epiteloid tümörler olarak sınıflandırılır.
Spindle A tumörler en iyi, epiteloid tumörler en kötü prognoza sahiptir (47). Klasik
olarak koroidal melanoma değişik klinik görünümde olabilir. Pigmentasyon
değişken miktarlarda olabilir, önce koroid içinde düz bir kitle şeklindeyken,
daha sonra Bruch membranını kaldırır, yırtar ve vitröz kavite içine doğru
büyüyen karakteristik mantar şeklinde kitle görünümünü alır. Nadir olmayarak
hemorajik retinal dekolmana neden olabilir (%95) (45). Eğer tumör tedavi
edilmezse sekonder glokom gelişebilir ve retrobulber alana geçebilir (47). En
önemli prognostik faktör tumör pigmentasyonudur, çok belirgin pigmentasyon daha
kötü prognozu gösterir. Tümör boyutlarındaki artış, ekstra okuler yayılım,
silier cismin invazyonu ile de prognoz kötüleşebilir. Bazı tümörler, özellikle
spindle (iğsi) hücre tipine sahip olanlar, amelanotik olabilir (%22) (45,47).
Uveal melanomlar genellikle oftalmoskopi, floresein anjiografi veya
ultrasonografi (US) ile doğru olarak tanımlabilirler. BT’de uveal melanomların
çoğu hiperdens keskin kenarlı lezyonlar olarak görünür.
MR görüntüleme melanomların görüntülenmesinde diğer yöntemlere göre
daha üstündür (9). MR görüntüleme bütün uzaysal planlarda bağımsız olarak
değerlendirmeye izin verir. Özel üretilmiş yüzeyel sarmallarla daha yüksek
çözünürlüklü görüntüler elde edilebilir (45). Melanotik lezyonların MR
görüntüleme özelliklerinin melaninin paramanyetik özellikleri ile ilgili olduğu
düşünülür. Uveal melanomun melanin içeriğinin MR sinyalinin yoğunluğu arasında lineer
ilişki olduğu gösterilmiştir (49). Tümörlerin çoğunun aksine melanomlar T1 ve
proton dansitesi ağırlıklı görüntülerde yüksek, T2 ağırlıklı kesitlerde düşük
intensiteli alanlar olarak görülür (Resim 36-38). Görsel değerlendirmede
görüntülerdeki pigmentasyonla histopatolojik olarak tanımlanan pigmentasyon
arasında korelasyon T1 ağırlıklı görüntülerd %58, T2 ağırlıklı görüntülerde
%53olarak bulunmuştur. Melanomun sinyal intensitesinin vitröz cismin sinyal
intensitesine oranı hesaplanarak yapılan nicel değerlendirmede ise T1 ağırlıklı
görüntülerde korelasyon %86 bulunmuştur. Ancak T2 ağırlıklı görüntülerdeki
pigmentasyonla histopatolojik olarak tanımlanan pigmentasyon arasında
korelasyonun düşük olduğu (%26) görülmüştür. (49). Tümör mantar şeklinde, oval,
plakoid veya diffüz olabilir. MR görüntülemede melaninin paramanyetik
özellikleri önemli bir rol oynamasına rağmen tümörün histolojik özellikleri de MR
görüntüleme bulgularına katkı sağlar (48). Melanomlar sıklıkla gergin olarak
birbirine bağlanmış yığınlar oluştururlar ve yüksek derecede sellüler (büyük
nükleuslu, az sitoplazmalı) hücrelerden oluşur. Bu nedenle T2 relaksasyon
zamanı kısadır. Nekroz ve kanama sıktır ve bunlar T2 de yüksek sinyale neden
olurlar. Çok küçük bir intraokuler malign melanom varlığında bile ileri
derecede ekstraokuler yayılım olabilir. Konrast verilmesi ardından tumörün
parlaklaşması, şekli ve pozisyonu tumorün retinal dekolmandan ayırt edilmesinde,
ekstraokuler yayılımlın değerlendirilmesinde yardımcı olmaktadır. Retinal
dekolmanda kontrast madde (Gd -DTPA) enjeksiyonundan sonra sinyal değişikliği
izlenmemektedir.
Melanositoma yoğun pigmentli benign bir tümördür. Uveada ve optik sinirde meydana
gelebilir. Radyolojik olarak uveal melanoma benzer. Optik disk melanositoması maksimum
pigmentli polihedral nevüs hücrelerinden oluşur ve klinik olarak çok koyu
görünür. MR’ da T2 ağırlıklı kesitlerde ileri derecede hipointenstir (7,8).
Koroidal hemanjioma koroidin benign vasküler bir tümörüdür. Sıklıkla tümör retinal dekolman
ile gizlendiği için tanısı güç olabilir. Ayrıca hemanjioma diğer intraokuler
tümörleri taklit edebilir. Koroidal hemanjiom sporadik olarak veya Sturge
–Weber hastalığı ile birlikte ortaya çıkabilir.
Fasial nevüs, ipsilateral kutanöz lezyonlar, bilateral oküler bulgular
ve leptomenigeal venöz hemanjioma gibi eşlik eden bulguların varlığında tanı
kolaydır. Sınırlı koroidal hemanjioma Sturge –Weber ‘le birlkte değildir ve
benign vasküler tumör olarak tanımlanır (49). Genellikle posteriorda, amelanotik, kırmızı –kavuniçi lezyon olarak görülür. Flouressein
anjiografi ile tümör damarlatının erken doluş gösterdiği görülür. Amelanotik
melanomlardan ayrımı güçtür. T1 ağırlıklı kesitlerde lentiform koroidal
hemanjiom vitröz ile izointens veya hiperintens, FSE T2 ağırlıklı kesitlerde çoğu olguda vitröz ile homojen
izontens alan olarak görülür (Resim 39). Ancak FSE T2’de hipointens de
görülebilir. Retinal dekolman az değildir. Eğer retinal dekolman oluşursa hemanjiomun
üzerindeki retina kısmı T2 ağırlıklı kesitlerde ince hipointens bir çizgi
olarak görünür hale gelebilir (Resim 39)(49). Dinamik çalışmalarda kontrastla
erken ve güçlü parlaklaşma görülmüştür.
Uveal metastazlar klinik ve radyolojik olarak uveal melanomla karıştırılabilir. Metastatik hücreler kısa posterior silier
arterlerle göz küresine ulaşırlar. Bu yüzden sıklıkla posterior yarımkürede
yerleşirler. Meme ve akciğer kanserleri en sık olarak göze metastaz yaparlar.
Olguların üçte birinde bilateraldir(8). Uveal melanomlar ve metastazların
sinyal yoğunlukları benzerdir. T2 ağırlıklı kesitlerde genellikle
hiperintenstir ve kontrastla parlaklaşma gösterirler (Resim 40). Retinal
dekolmanlar koroidal metastazlara sıklıkla eşlik eder (9).
Lenfoma ve lösemik
infiltrasyonlar da melanomla benzer görünüm
oluştururlar. T2’de düşük, T1’de düşük veya izointens sinyal oluştururlar ve
ılımlı parlaklaşma gösterirler. Tanıyı destekleyebilecek intrakranial lezyonlar
eşlik edebilir (Resim 19) (9).
Uveanın diğer tümörleri:
Koroid ve silier cismin bir çok tümörü vardır, bazıları çok ender
görülürler. Ortaya çıktıkları zaman uveal melanomdan ayırt edilmeleri çok
güçtür. Bunlar uveal traktın nörofibrom, schwannom, adenom, leyomiyom gibi
tümörlerini ve lenforetiküler proliferatif hastalıklarını içerir. Nörofibromatoziste iriste, koroidde ve
silier cisimde pigmente noduller görülebilir, trabeküler ağı infiltre ederse
glokom gelişebilir. Lezyonlar yeterli büyüklüğe erişebilirse BT ve MR ile
görülebilirler. Silier cismin adenomları küçük, iyi sınırlı kitleler olarak
görünebilir.
Leiomiyom çok nadirdir, diğer iğsi hücreli tümörlerden, özellikle amelanotik iğsi
hücreli melanomlardan ayırd edilmelidir. Mezoektodermal leyomiyomun MR
bulguları iyi sınırlı, T1, T2 ve proton dansitesi görüntülerde hiperintens non
invaziv bir tümör olarak rapor edilmiştir (2).
Medulloepiteliyom veya diktiyom silier cismin
ender bir tümörüdür. Küçük çocuklarda daha çok görülür. Ancak yetişkinlerde de
görülebilir (2). Primitif nöroepitelyumdan gelişen unilateral emriyolojik
kalıtımsal olmayan bir tümördür. En sık silier cismin pigment içermeyen silier epitelinden
gelişir. Optik sinir ve retinadan da kaynaklanabilir. Tanınabilmesi için
radyolojik ve klinik bulgularının bilinmesi gerekir. Silier cisim kitlesi, lens
kolobomu, lens subluksasyonu, katarakt, silier prosesler arasında fibrovasküler
membran ve glokom ile gelirler. Klinik bakıda olguların % 60’ında düzensiz
yüzeyli kistik lezyonlar izlenir. Silier cisimde ince kalsifikasyonlar
medulloepiteliomu destekler (50). Tümör önde iris içine, posteriorda vitröz
içine uzanabilir. İleri olgularda göz küresini tümüyle doldurabilir. Huni
şeklinde retinal dekolman eşlik edebilir, bu durumda PHPV ile karışabilir. Medulloepitelomlar
nontteratoid ve teratoid olarak sınıflanırlar. Nonteratoid medulloepiteliomda
çoğalan şerit ve liflere ek olarak silier epitel görülür. Teratoid
medulloepiteliomlarada ise kıkırdak, kas, beyin benzeri dokular görülür. Malign
medulloepiteliomlar zayıf hücresel farklılaşma, hücresel polimorfizim,
sarkomatöz değişim ve çevre dokulara invazyon görülür. Malign
medulloepiteliomlar daha fazla görülmektedir(50). Nonteratoid silier
medulloepiteliom BT’de kalsifiye olmayan kitle olarak silier cisim bölgesinde
görülür. MR’da vitröze göre T1’de hiperintens,
T2ağırlıklı kesitlerde hafif hipointens olarak izlenir ve kontrast
verilmesinden sonra homojen kuvvetli parlaklaşma gösterir (Resim 41). Bu sinyal
özellikleriyle çocukta retinoblastom, yetişkinde uveal melanomla karışabilir
(47,50). Teratoid medulloepiteliomda BT de tumör içindeki kıkırdak dokusu
nedeniyle distrofik kalsifikasyon görülebilir. Kalsifikasyon nedeniyle MRG’de
T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde tümör hipointens olarak izlenir ve kontrastla
parlaklaşma göstermez.
Optik sinir medulloepiteliomu çok nadirdir. Optik drusen,
ksantogranulom, papillitis, optik sinir gliomu, menenjiom, ve optik sinir
granulomu ile karışabilir, optik sinire uzanmış retinoblastom ile ayırıcı
tanısı gerekebilir (50).
Senil makular dejenerasyon yaşlılarda körlüğe neden olur, koriokapillerisin arteriosklerozu,
RPE’in disfonksiyonu, nöral epitelial hücrelerin kaybı ile ortaya çıkar. Bruch
membranında hiyalinizasyon ve kalınlaşma en erken görülür. Koroidal
neovaskülarizasyon ile retinal dekolman oluşabilir. Hemoraji senil maküler dejenerasyonun en
ciddi komplikasyonudur. Vitreusta likefaksiyon oluşabilir, bu da posterior
hiyaloid dekolmana yol açar. BT ve MR’da senil makuler dejenerasyonda
melanomdan daha fazla kontrastlama görülür. MR’da T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde
hemoraji, posterior hyaloid dekolman ve retinal gliosis gibi diğer
komplikasyonlar nedeniyle değişik sinyal özellikleri görülür (47).
Okuler travma olgularında ferromanyetik metal içeren yabancı cisim olasılığı nedeniyle MR görüntüleme yapılmamalıdır. Manyetik
alan yabacı cismin yer değiştirmesine ve intraokuler içeriğin bozulmasına yol
açar. Akut yaralanmada MR görüntüleme gerekiyorsa direkt grafi ile incelenmeli
veya çok ince kesit ve kesitler arasında boşluk olmaksızın BT ile ferromanyetik
metal içeren yabancı cisim varlığının dışlanması gerekir (51). Okuler yaralanma öncelikle BT ile
değerlendirilmelidir. Ön odadaki kanama “hyphema”, lensin önünde dansite
artışı, hiperdens görünüm ve lensden gözün ön kenarına olan mesafenin artışı
ile karakterizedir. Vitröz sıvı içine kanamada da vitrözün dansitesi artar. Koroidal
ve retinal dekolman görülebilir. Koroidal dekolmanda lens şeklinde görülen suprakoroidal
hematom optik diskten biraz daha önde, vorteks venlerinin çıkış yerlerinde
sonlanır. Retinal dekolman da subretinal sıvı optik diske ulaşır. Akut dönemde
bu intra okuler kanamalar BT’de hiperdens, MR’da kanamanın dönemine göre
değişen sinyal yoğunlukları gösterirler (52). Lens subluksasyonu
dislokasyonundan daha sıktır. Lensi yerinde tutan zonular lifler kısmen
yırtılırsa subluksasyon, tamamen yırtılırsa dislokasyon meydana gelir, lens
vitreus içinde normal yerinden uzakta lens şeklinde veya ovoid hiperdansite
olarak görülür. Göz küresinin rüptürü perforasyon veya laserasyona bağlı olarak
vitreus sıvısının akması ile oluşur. İntraokuler basınç düşer, göz küresinin
büyüklüğünde ve şeklinde asimetrik görünüm, retrobulber yağda ipsi çizgiler
görülür. Kronik dönemde kalsifikasyon ve içine çökme ile “fitizis bulbi” oluşur
(Resim 26) (52).
Penatran yaralanmalar ve
yabancı cisim lokalizasyonu tedavinin planlanmasında
önemlidir. İntraokuler kanama, katarak veya ‘hyphema’ endoskpik bakıyı
engeller. Direkt grafilerde metal görülebilir. BT’de oluşan metalik artefaktlar
1mm’den küçük metal parçalarının görülmesine yardımcı olur (Resim 7).
Diamanyetik ve paramanyetik maddeler MR’da bir risk oluşturmazlar, fakat
ferromanyetik metaller okuler yaralanmaya ve görme kaybına yol açar (2,51,52). İntra
okuler cam parçalarının BT, MR ve US ile değerlendirilmesinde BT en duyarlı
yöntem olarak bulunmuştur (53). Camın dansitesi, kalınlığı ve büyüklüğü fark
edilebilirliğini artırmaktadır.
İntraokuler implantlar iki çeşittir: 1. sferik okuler implantlar (enükleasyondan sonra
uygulanır), 2. rekostruktif okuler implantlar (plakalar, kılıflar, ve fiksasyon
vidaları cerrahi veya cerrahi olmayan travmalarda onarım için kullanılır).
Enükleasyondan sonra uygulanan hidroksiapatit implantların vaskülarizasyonunun
değerlendirilmesinde kontrastlı MR görüntülemenin etkin olduğu kanıtlanmıştır
(Resim 42, 43). Diğer poröz implantlarda da yararlı olabileceği düşünülebilir.
Travma, enfeksiyon, kanama veya tumör rekürrensinin rekonstrüktif orbital
implantlarla ilişkisinin değerlendirilmesinde BT ve MR giderek daha fazla rol
almaya başlamıştır. Spiral BT tetkik
süresini kısaltarak daha kısa sürede görüntü alınmasını sağlayarak çocuklarda
ve uyumsuzlarda avantaj sağlar. MR vaskülarizasyonun ve tumör invazyonunun
değerlendirilmesinde üstündür. İki modalite birlikte implant olgularının
tedavisinde ve takibinde büyük bir iyileşme sağlar (55). Retinoblastom nedeniyle enükleasyon sonrası
implant uygulanan hastada implantın yer değiştirdiği görüldüğü zaman rekürren
tümörün dışlanması önemlidir. İmplant aynı zamanda yumuşak dokularda iyileşme
ve kapanmanın yetersiz olması nedeniyle de yer değiştirebilir (55).
ORBİTA ANATOMİSİ VE
GÖRÜNTÜLEME:
Orbitalar göz yuvarlaklarını, kasları, vasküler yapıları, lenfatikleri,
sinirleri (II, III, IV, V1, VI. kranial sinirler), yağ ve bağ dokusu ve gözyaşı
sisteminin büyük kısmını içeren iki adet çukurdur. Orbita periosteum ile
sarılıdır, tenon kapsülü ile göz küresinden ayrılır. Orbital septum ve göz
kapakları önde yer alır. Orbita kemik yapılarla superiorda ön kranial fossadan,
inferiorda maksiler sinüsten, medialde etmoid sinüs ve nazal kaviteden,
lateralde yüz ve temporal fossadan ayrılır (2,56). Orbita anatomisi, kemik ve
yumuşak dokular BT ve MR ile birçok yerde tanımlanmıştır. BT ile kemik
yapıların gösterilmesi, farklı atenüasyon değerleri ile dokuların ayırd
edilmesi, MR ile dokuların farklı T1 ve T2 relaksasyon süreleri nedeniyle
yumuşak dokuların yüksek çözünürlükle gösterilmesi, içyapılarının ayırt
edilmesi ile orbital yapılar ayrıntılı olarak tanımlanabilmektedir (Resim 44,45)(21).
Orbital kemikler:
Orbital yapılar apeksinde optik foramen bulunan bir kemik piramit
içinde yerleşmiştir. (2,10,11,21,56,57).Orbitanın tavanı frontal kemik ve
sfenoidin küçük kanadının büyük bir kısmı tarafından oluşturulur. Lateral duvarı
önde zigomatik kemik ve arkada sfenoid kemiğin büyük kanadı tarafından, medial
duvarı maksiler kemiğin frontal çıkıntısı, lâkrimal kemik ve etmoid kemiğin
lamina papyracea’sı, tabanı ise zigomatik kemik, maksilla ve çok küçük olarak
medialde palatin kemik tarafından oluşturulur (57). Orbita kenarlarını frontal,
zigomatik ve maksiller kemik yapar (Resim 44).
Superior orbital kenar maksiler kemiğin frontal çıkıntısında sonlanan
inferior orbital kenarın posteriorunda uzanan lakrimal kemiğin çıkıntısında
sonlanır. Lakrimal kese çukuru bu iki çıkıntının arasıdır. Anteromedialde
frontal sinüs, anterolateralde lakrimal bez frontal kemiğin bir girintisi olan
lakrimal fossada bulunur. Bez superiorda periostla ilişkilidir, inferiorda
lateral rektus ve göz küresinden tutucu bağlarla ayrılır (2,57). Lakrimal
kesenin oluğu anteriorda yeralır, ve nazal kaviteye açılan nazolakrimal kanalla
bağlantı kurar. Nazoakrimal kanal
Foramenler:
Orbital apeks optik kanal ve superior orbital fissür tarafından
yapılır. Optik foramen sfenoid kemiğin küçük kanadı tarafından oluşturulur ve
superior orbital fissürden bir kiriş ile ayrılır. Orbita tavanın ve medial
duvarın posterior ucunda optik kanal ve optik foramen orta kranial fossa ve
orbita arasında ilişki kurar. Optik foramen
medialde sfenoid kemiğin cismi ile, superiorda küçük kanadın superior kökü ile,
inferior ve lateralde inferior kökü ile sınırlıdır. Optik sinir ve oftalmik
arteri içerir. Superior orbital fissür de orta kranial fossa ile orbita
arasında kavernöz sinüs yoluyla geniş bir geçiş sağlar, çeşitli yapıların giriş
çıkışına izin verir. Superior orbital
fissür superomedialde sfenoid kemiğin küçük kanadı, inferolateralde büyük
kanadı ile sınırlıdır. Bu geçit iki kompartman arasında tümör ve
enflamasyonların geçişine izin verir. İnferior orbital fissür taban ve sfenoid
kemiğin büyük kanadı arasında uzanır. Arkada pterigopalatin fossa, önde
mastikatör alan ve infratemporal fossa ile ilişkilidir. İki fissür orbita
içinde posteriorda apeksle V şekli oluşturur (Resim 44). Okulomotor, troklear,
abdusens sinirlerin ve oftalmik sinir ve venlerin uç dalları buradan geçer.
İnferior orbital fissürün medial kenarından ayrılan infraorbital oluk, orbital
tabanı baştan sona geçerek infraorbital kanal ve foramen içinde sonlanır. Kanal
daha proksimalde oluşabilir. İçinden geçen maksiler sinirin devamı olan infraorbital
sinir, sinüs cerrahisinde veya fasial travmalarda bu nedenle kolayca
yaralanabilir (2,57).
Orbital apeksin altında pterigopalatin fossa bulunur. Sfenoid kemiğin
cismi, maksilla, sfenoidin küçük kanadı, pterigoid proses ve palatin kemik ile
çevrilidir. Maksiler arter ve siniri, pteriopalatin ganglionu içerir. Tümör,
enfeksiyon olaylarında bu fossanun tutulumu patolojik proçesin biçok alana
yayılmasına yol açar. Pterigopalatin fossaya beş foramen açılır: foramen
rotundum, vidian kanal, farengeal kanal, sfenopalatin ve pterigopalatin kanal
(2).
İçinden sinir ve damarların geçtiği birçok küçük foramen gösterilebilir.
Superior orbital fissürün lateralinde sfenoid kemiğin büyük kanadında bulunan
Hyrtl kanalı veya lakrimal foramenden meningeal medial arterden çıkan lakrimal
arter geçer. Meningeal arter böylece
meningo-oftalmik arter yoluyla oftalmik arter ile ilişki kurar. Bu anastomoz
oftalmik arter yoluyla internal karotid arterin retrograt doluşunda önemli
olabilir. Maksiller sinirin zigomatik dalı orbita tabanının içinde
zigomatikofasial ve zigomatikotemporal dallarına ayrılır. Heriki sinir orbitayı
zigomatik kemiğin orbital yüzündeki zigomatiko- orbital foramenden terk ederler
ve dış yüzeyde sırasıyla zigomatikofasial ve zigomaticotemporal foramenlerden
çıkarlar. Foramenler bazen yüksek rezolusyonlu T1 ağırlıklı MRG’de ve BT’de
gösterilebilir. İlki zigomatik kemiğin ön yüzüne, diğeri temporal fossaya
açılır. Medialde frontal kemik ve lamina
papyracea arasında veya frontal kemik içinde anterior ve posterior ethmoidal
foramenler uzanır. Etmoidal sinirler ve damarlar yüksek rezolüsyonlu T1
ağırlıklı aksiyal ve koronal kesitlerde bu foramenlerden orbitayı terk ederken
görülebilirler. Aksial ve koronal paranazal sinüs görüntülemesinde sıklıkla
görülebilirler (57).
Periorbita, orbital septum ve
göz kapakları
Orbitanın periostu periorbita olarak isimlendirilir. Anterior orbital
kenar, troklear fossa, lakrimal krest haricinde genellikle çevrelediği
kemiklere zayıf bir şekilde tutunur. Posteriorda optik sinirin çevresideki ve
superior orbital fissürdeki dura ile önde orbital kenarların periostu ile devam
eder. Travma veya cerrahi sonucu beyin omurilik sıvısı kaçağı olabilir. Dura
mater meningeal ve periosteal tabakalardan meydana gelir. Optik foramen içinden
geçerken bu tabakalar ayrılır. Meningeal tabaka optik sinir kılıfı, periost ise
periorbita olarak devam eder. Önde
periorbita orbital septum ile orbitanın taban kenarı boyunca kaynaşmıştır. Yani
orbital septum aslında periostun devamıdır (Resim 44,45) (2,56).
Göz kapaklarının fibröz tabakası ile devam eden orbital septum, kemik
orbita kenarına yapışır ve periorbita ile devam eder. Üst göz kapağında levator
palpebra kasının tendonuyla birleşir. Palpebra dıştan içe doğru cilt,
subkutanöz yağsız areolar doku, orbikülaris okuli lifleri, tarsus, orbital
septum, tarsal bezler ve konjonktivadan oluşur. Orbita önde orbital septum ile
kapalıdır. Her iki göz kapağının içinde orbital septum kalınlaşarak tarsal
plate’i oluşturur. Levator palpebra superioris ve inferior rektusun birkaç lifi
sırasıyla superior ve inferior tarsal plate’lere yapışır. Posteriorda her plate
meibomian bezler içerir (2,56).
Ekstraokuler kaslar:
Ekstraokuler kaslar yedi tanedir. Dört adet rectus kası koniyi
oluşturur, diğerleri, levator palpebrae superior ve inferior ve superior oblik
kaslardır. Kasların ölçümleri yaş ve interzigomatik mesafe ile değişebilir.
Ekstraokuler kaslar aksiyal BT ve koronal reformat kesitlerle ve T1 ağırlıklı
koronal kesitlerle iyi değerlendirilebilir. Kan-doku bariyerinin olmaması
nedeniyle yağ baskılamalı kontrastlı T1 ağırlıklı kesitlerde sinyal gürültü
oranının artmasıyla daha iyi görüntülenir(Resim45). İnferior oblik kasın
dışında bütün kaslar optik forameni ve suprior orbital fissürün medial ucunu
saran fibröz bir halka olan, optik foramene ve superior orbital fissün
medialine yapışık olan Zinn halkasından çıkarlar. Kaslar orbitayı intra konal,
konal ve ekstra konal kompartmanlara ayırır. Orbita içindeki yerlerine ve her
kompartmanda bulunan dokulara göre patolojik süreçlerin nedeninin tahmin
edilmesinde klinik öneme sahiptir. Halka superior orbital fissürü lateral,
santral ve medial kısımlara ayırır (2,57)
Rektus kaslarının hepsi göz küresine limbusun arkasında veya
sklerokorneal bileşkede yapışır. Superior oblik kas medialden orbitanın tavanı
boyunca geçerek superomedial orbital rimin posteriorunda orbital tavana
tutturulmuş tendon benzeri bir askı olan trokleara gelir, daha sonra superior
rektus ve göz küresi arasında posterolaterale doğru geçerek göz küresinin
ortasında skleraya yapışır. İnferior oblik kas lakrimal kesenin lateralinde
orbita tabanının medialinden çıkar, inferior rektusun yanından geçerek lateral
rektus ve göz küresi arasında suprior oblik kasa yakın skleraya yapışır.
Levator palpebra superior konvansiyonel görüntülemede superior rektustan her
zaman ayırd edilemez ve iki kas superior kas kompleksi olarak
isimlendirilirler. T1 ağırlıklı sagittal kesitlerde iki kas ayırt edilebilir
(57).
Orbital sinirler:
Troklear sinir ve trigeminal sinirin oftalmik bölümünün iki dalı
(frontal ve lakrimal) superior oftalmik venle birlikte superior orbital
fissürün lateral kısmından geçerler. Superior orbital fissürden geçerek orbitaya
giren diğer yapılar Zinn halkasından geçerler (57).
Optik sinir kompleksi optik sinir ve dural ve leptomeningeal sinir
kılıfından oluşur. BT de bu yapılar ayrı ayrı görülemez, fakat MRG’de T2
ağırlıklı kesitlerde ve kontrastlı T1 ağırlıklı kesitlerde optik sinir, dura ve
subaraknoid boşluk rahatlıkla görülebilir. Optik sinirin intra kanaliküler
parçası oftalmik arterle birlikte optik foramenden geçerek orbitaya girer. Optik kanalda superiorda leptomeninks, dura, periosteum ve optik sinir kaynaşmıştır,
sinir ve kılıfları sabitlenmiştir. Optik sinirin orbital parçası tortiousdur ve
tek bir aksiyal planda görüntülenemez. Optik sinir 4,5-5 cm uzunluğunda, yaklaşık
4mm çapındadır. Dört kısma bölünür. İntraokuler (1mm), intraorbital (3 cm),
intrakanaliküler (5-6mm), intrakranial (1cm). orbita içinde Orbito -meatal hattın
yaklaşık olarak 10 derece inferiorunda öne doğru gider, tortious, S şeklinde
seyreder (2,9,57).
Superior orbital fissürün orta kısmındaki yapılar okulomotor ve
abdusens sinirleri ve V1’nin nasosilier dalı ve bunların parasempatik ve
sempatik kısımlarıdır. Optik sinir ve oftalmik arter medialde uzanır.
Okulomotor sinir superior orbital fissürde superior ve inferior dallarına
ayrılır. Superior dalı superior rektus ve levator palpebrae superiores kaslarını
innerve eder. İnferior dalı medial ve inferior rektus kaslarını ve inferior
oblik kasını innerve eden üç dala sahiptir. İnferior dalın medial kısmı aynı
seviyede altta optik siniri, üstte oftalmik arter ve nazosilier siniri
çaprazlar. Motor kök silier ganglionun parasempatik innervasyonuna katılır. Her
sinir ilgili kasın altında yer alır ve yüksek resolusyonlu T1 ağırlıklı
görüntülerde görülebilir (2,57).
Orbitanın majör duysal innervasyonu trigeminal sinirin oftalmik (V1) ve
maksiler (V2) dalları tarafından sağlanır. Oftalmik dalı orbitaya girmeden
kavernöz sinüste üç dala ayrılır (frontal, lakrimal ve nazosilier). Nazosilier
sinirin duysal dalı eşliğinde silier ganglion veya oftalmik artere sempatik
lifler taşırlar. Frontal dallar, supraorbital ve supratroklear sinirler orbital
tavanın periostiomu ile superior kas kompleksi arasından geçerler. Supraorbital
sinir levator palpebra superior kasının üstünde supraorbital arterle birlikte
seyreder ve supraorbital çentikten orbitayı terk eder, göz kapağına, alına ve
kafa derisine duyu taşır. Supratroklear dal supratroklear arterle birlikte
superior oblik kasın trokleasının üstünde supraorbital sinirin medialinde çıkar
ve benzer, daha küçük, kutanöz duysal liflere sahiptir. Lakrimal sinir superior
orbital fissürün en lateralinde yer alır. Lateral rektus kasının üzerinde,
lakrimal bezin altında laterale doğru uzanır, üst göz kapağının dıştaki
yarısını ve lakrimal bezi innerve eder. Nazosilier sinir ilk olarak optik
sinirin lateralinde seyreder ve üstünden çaprazlayarak medial rektusun superior
yüzeyine ulaşır, koronal yüksek rezoluüsyonlu T1 ağırlıklı kesitlerde
görülebilir. Beş dalı vardır. Bunlar (1) infratroklear dal, (2) anterior
etmoidal sinir, (3) posterior etmoidal sinir, (4) duysal uzun silier sinir, (5)
silier gangliona giden duysal köktür (57).
Troklear sinir orbital apekste okulomotor sinirin üstünde yerleşmiştir.
Orbitaya Zinn halkasının lateralinde, V1’in frontal dalının üstünde innerve
ettiği superior kas kompleksi ile orbital periosteum arasında mediale doğru
gider. Troklear sinirin son parçası koronal T1 ağırlıklı kesitlerde
görülebilir. Abdusens siniri nasosiliar sinirin üstünde ve medialinde seyreder.
İnnerve ettiği lateral rektus kasının derin yüzeyi boyunca görülebilir (2,57).
Silier ganglion optik sinirle lateral rektus kasının arasında,
genellikle oftalmik arterin lateralinde uzanır. Trigeminal sinirin oftalmik
kısmının nazosilier dalından duysal dallar alır. Okulomotor sinirin inferior
kısmından parasempatik, internal karotid artere eşlik eden pleksustan sempatik
innervasyonu olur. Optik sinire eşlik eden, slerayı delen ve göz sfinkteri ve
silier kasları innerve eden kısa silier dalları verir(57).
Vasküler yapıları
Orbitanın majör arteriel beslenmesi oftalmik arterdendir. Oftalmik arter
intrakanaliküler optik sinirin inferolateralinde dural kılıf içinde seyreder.
Durayı inferiorda lateralden mediale dik bir şekilde çaprazlayarak optik
sinirin üstünde terk eder. % 15 olguda arter sinirin altında gider, birçok
varyasyonları mevcuttur, embriyolojik dorsal ve ventral oftalmik arterlerin
varlığı lie açıklanabilir. Tersine, oftalmik daha küçük bir açı ile optik
siniri çaprazlar, böylece daha kolay ayırd edilebilir. Santral retinal arter
optik sinirin çevresinde oftalmik arterden doğar, merkeze doğru optik sinirin
içinde gider. Oftalmik arter nadiren meningeal medial arterden doğabilir ve
superior orbital fissürden orbitaya girebilir, meningeal ve lakrimal arterlerle
anastomoz yapar. Oftalmik arterin dalları sinirleri takip eder ve silier, supraorbital,
supratroklear, infratroklear, anterior ve posterior etmoidal ve lakrimal
arterlerlerden oluşur (56,57).
Göz küresi ve komşu yapıların venöz kanı oftalmik venlerle drene olur. Oftalmik
venlerin angular ve fasial venlerle ön orbita kenarı boyunca bağlı olan superior
ve inferior dalları mevcuttur. Genellikle superior ve inferior orbital
fissürlerden terk etmeden önce orbital apekste birleşiktirler. Superior
oftalmik ven daha geniştir ve daha sık olarak koronal ve aksial kesitlerde
görülür. Önde superior oblik kasın lateralinde yer alır, optik sinirin üstünde
geriye doğru geçerken ve superior kas kompleksinin altında koronal kesitlerde
görülebilir. Fasial venden gelen kanı
alır ve orbital selülit veya fasial enfeksiyondan trombozun yayılması için önemli
bir yol sağlayarak superior orbital fissürün lateral kısmından geçerek kavernöz
sinüse boşalır. İnferior oftalmik ven inferior ve lateral rektus kasları
arasında orbita tabanında yer alır. İnferior orbital fissür içinden pterigoid
venöz pleksus ve ptereigopalatin fossa ile ilişki kurar. Karotiko kavernöz
fistül varlığında bu anastomozlar kolayca görülebilirler (56,57).
Orbita içindeki vasküler yapılar kontrastsız BT ile görülebilse de
kontrastlı BT tetkikinde daha iyi değerlendirilebilirler. MR’da büyük damarlar
genellikle sinyalsiz veya düşük intensiteli olarak görülürler. Oftalmik arter
orbitanın apeksinde optik sinirin inferior yüzünde görülür, daha sonra optik
sinir etrafında ve üstünde bir kıvrım yaparak superior medial yüzünde laterale
doğru ilerler. Anterior ve posterior etmoidal ve posterior silier dalları
görülebilir (2).
Superior oftalmik ven ekstrakonal mesafede, orbitanın anteromedial
yüzünde ortaya çıkar. Optik sinirin üstünde superior rektus kasının altında
intrakonal mesafeden geçerek trokleanın yanında seyreder, daha sonra superior
orbital fissürden çıkar. Rutin olarak aksial, koronal, sagittal ve parasagittal
kesitlerde görülür. İnferior oftalmik ve diğer venler her zaman görülmezler
(2).
Lakrimal sistem
Lakrimal bez üst göz kapağının arkasında sığ bir fossanın
superolateralinde yerleşmiştir.
Lakrimal kese 13-15 mm vertikal olarak yerleşmiş, kemik lakrimal fossa
içinde bir yapıdır. Lakrimal fossa lakrimal kemik ve maksiler kemiğin frontal
çıkıntısı tarafından oluşturulur.
Kese medial kantal tendondan aşağı doğru maksiler kemik içinde
nazolakrimal kanala uzanır ve inferior meatus’a boşalır. Nazolakrimal kanalın
distal ucunda Hasner valvi bulunur. Yenidoğanların %6’sında Hasner valvi delik
değildir (58).
Nasolakrimal kanal kemik pencerede aksial ve koronal paranazal sinüs ve
orbita BT kesitlerinde rahatlıkla görülebilir. Lakrimal sistem disfonksiyonu
olgularında Punktumdan kanaliküller içine 1-2 cc noniyonik kontrast madde
enjeksiyonu ile kanaliküller, kese ve nasolakrimal kanal ve patolojileri dijital
subraction anjiografi ile görüntülenebilir (59).
Lakrimal bez BTve MR’da superior ve lateral rektus kaslarının
tendonlarının komşuluğunda görülür. Lateral rektus kasının tendonu ile göz
küresinden ayrılır (2).
ORBİTANIN RADYOLOJİK
GÖRÜNTÜLEME TEKNİKLERİ
Orbitanın görüntülenmesinde BT ve MR yaygın olarak kullanılır. BT kemik
yapıların değrlendirilmesinde ve kalsifikasyonların gösterilmesinde yararlıdır.
Yabancı cisimlerin gösterilmesinde MR’ dan daha üstündür. MR tetkiki öncesinde
kuşkulu olgularda BT ile metalik yabancı cisim taraması her zaman, vücudun
neresinde olursa olsun yaşamsal organlara zarar vermemesi için yapılmalıdır.
BT tekniği: Orbitanın rutin BT
incelemesinde aksial planda infraorbital –meatal çizgiye ya da optik sinire
paralel kesitler elde olunur. Multi slice ve spiral BT’de kesitlerin 2,5–3 mm
kesit kalınlığında,
MR tekniği: Rutin baş sarmalı ile inceleme yapılabilir. Orbital lezyonların intrakranial
uzanımının değerlendirilmesine izin verir. Yüzeyel sarmallarla daha yüksek
çözünürlüklü görüntüler elde olunabilir, ancak hareket artefaktları görüntünün
bozulmasına yol açabilir. Heriki
orbitanın ve kiasmanın görülmesi isteniyorsa baş sarmalının seçilmesi
kaçınılmazdır. Yüzeyel sarmalların derinde ve çevrede sinyal azalması nedeniyle
kullanımı sınırlıdır (60). Aksial ve
koronal planda T1 ve T2 ağırlıklı kesitler, yağ baskılamalı T2 ağırlıklı
kesitler ve yağ baskılamalı kontrastlı T1 ağırlıklı kesitler orbital yapıların
gösterilmesinde, sinyal değişikliklerinin ve lezyonların değerlendirilmesinde
yararlı olmaktadır. Özellikle optik sinirin değerlendirilmesinde optik sinire
paralel para sagittal kesitler elde olunabilir. Fluid atenuated invertion recovery (FLAIR),
short tau invertion recovery (STIR), spectral fat saturated veya selective
partial invertion recovery (SPIR) sekansları BOS ve orbital yağ intensitesini baskılayarak
optik sinir ve retrobulber alandaki lezyonların daha iyi gösterilmesini sağlar.
512x512 gibi yüksek matriks büyüklüğü yağ baskılamalı sekanslarla çok güzel
görüntülerin elde edilmesini ve optik sinir lezyonlarının görülebilmesini
sağlar (2,21,57).
ORBİTA PATOLOJİLERİ
Orbitayı çeşitli primer ve sekonder olay etkileyebilir. Kompartmanlara
ayırarak patolojilerin tartışılması ayırıcı tanıyı kolaylaştırır. Tanı biopsi
ile konulur (61).
İntrakonal lezyonlar
Optik sinir kılıfında
dilatasyon hidrosefali, psödotümör serebri ve
nörofibromatoziste, idiopatik optik sinir hidropsunda ve etiyolojisi bilinmeyen
hastalıklarda görülür. MR görüntülemede dilate subaraknoid mesafe, BOS
intensitesinde T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens, T1 ağırlıklı kesitlerde
hipointens olarak optik sinir çevresinde izlenir (Resim 46)(13).
Optik nörit optik siniri etkileyen izole veya multipl sklerozla birlikte görülen demiyelinazan
bir hastalıktır. %75 kadınları etkiler, %85’i beyazdır. Ortalama başlangıç yaşı
30’dur, büyük çoğunluğu 20–50 yaş arasındadır (2). Multipl sklerozlu hastaların
%75’inde hastalıkları boyunca göz tutulumu meydana gelir. Görme bozukluğu
%35’inde doktora başvuru yakınmasıdır. İnternükleer oftalmopleji %35–50 hastada
görülür. Görmede azalma, ağrılı göz hareketleri ve afferent papil defekti
mevcuttur (61). MRG klinik olarak multipl skleroz kuşkulu hastalarda seçilmesi
gereken görüntüleme yöntemidir. Optik sinirde akut dönemde plak nedeniyle lokal
veya diffüz genişleme, T2 ağırlıklı kesitlerde yüksek sinyal ve kontrastla
boyanma görülür. Kronik dönemde atrofi görülür (Resim 47). Lezyonun lokalizasyonu
ve uzunluğu pronozunda önemlidir. Uzun ve intrakanaliküler lezyonlarda prognoz
daha kötüdür. Yağ baskılı sekanslar (STIR, SPIR) çevresindeki yağdan gelen
yüksek sinyali baskılayarak duyarlılığını arttırır. Ancak STIR T2 de BOS
sinyali, kontrastlı SPIR T1’de manyetik alan inhomojeniteleri bir miktar zorluk
yaratabilir(61). Optik sinir tutulumu T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintenstir ve
kontrast enjeksiyonundan sonra parlaklaşma görülür.
Optik sinir gliomları
Optik sinir gliomları nadir tümörlerdir.
Tüm orbital tümörlerin % 1.5 -3.5’ini oluşturur. Bütün gliomların intrakranial
tümörlerin % 0.6-7’sini, pediatrik grupta gliomların % 2-5’ini oluşturur (13). Optik
sinir -kılıf kompleksinden kaynaklanan en sık görülen tümördür. Çocuklarda
görülen şekli değişken olabilir, ancak çoğunlukla ılımlı seyreder. Yetişkin tipi
agresif ve yüksek mortaliteye sahiptir. Çocuklarda görülen şeklinde histolojisinde
genellikle pilositik düşük dereceli astrositom saptanır. Yetişkinde görülen
şeklinde ise anaplastik astrositoma veya glioblastom multiforme görülür.
Çocuklarda cinsiyet ayrımı gözetmeksizin olguların %70’inde 10 yaşın altında
görülür. 2-8 yaş arası ensık görülür, % 90’ı 20 yaşın altındadır (13, 61).
Optik sinirin herhangi bir yeri, kiasma, optik sinir, optik traktlar veya optik
radyasyonlar tutulabilir. Orbital optik sinir % 48, orbital ve intrakranial optik
sinir % 10, kiasma % 5 olguda tutulmuş olarak bulunmuştur (13). Nörofibromatozis Tip I (NF1) haricinde
genellikle tek taraflı tutulum görülür. Optik sinir gliomu görülen hastaların
%50 si NF1’dir. Lezyonlar asemptomatik olabilirler ve NF taraması sırasında
saptanabilirler veya propitozis ve optik atrofi sonucu görmede azalma ve görme
alanı defekti yakınması ile gelebilirler. Optik traktların tutulumuyla en ağır
görme kaybı meydana gelir. Nistagmus, strabismus, diskromatopsi, ve afferent
pupiller defekt görülebilir. Fundoskopide optik disk ödemi görülebilir. Ödem
varlığında 6-8 haftada optik atrofi gelişebilir. NF’li hastalarda optik gliom
yıllarca aynı kalabilir veya spontan gerileyebilir. NF’li hastalarda optik
gliomun tamamen gerilediği bildirilmiştir (62). BT ve MR’da optik sinirde tubuler
veya fuziform genişleme, tortiosite görülür. Kanala uzandığında dumb-bell
seklinde bir görünüm oluşturur (Resim 48). BT ve MR görünümleri kist oluşumu ve
musinöz içeriğin varlığına bağlıdır. Hematom, nekroz gelişimi enderdir, fakat
olduğu zaman körlük ve ani proptozise neden olur. BT’de optik sinirle isodens
veya hipodens görülür, MR’da uzun T1 ve T2 relaksasyona sahiptir. Sinirin
kanaliküler parçası tutulursa optik kanalda genişleme görülebilir (Resim 49)(61).
BT’de ve optik foramen grafilerinde konsantrik genişlemenin görülmesi, skleroz
veya düzensizliğin görülmemesi optik sinir gliomunu düşündürür. Perinöral
gliomatozis nedeniyle BOS akımının engellenmesi proksimalde subaraknoid
aralığın genişlemesine yol açabilir. Tümörü çevreleyen farklı kalınlıklarda
araknoid doku tabakası çıkarılmış optik gliomlarda gösterilmiştir. Perinöral
gliomatozis olarak isimlendirilen bu tabaka meningotelial hücreler ve
fibroblastlarla birleşmiş astrositlerden oluşur. T1’de hipo, T2’de hiper intens
olarak optik gilomun etrafında görülür, santrale doğru ilerler. Bu görünüşüyle
optik sinir kılıfı menenjiomu ile karışabilir (18). Optik sinir gliomu göz
küresi içine doğru büyüyebilir, subaraknoid boşluk içine seeding ile
intrakranial veya spinal kanal içine yayılabilir (18).
Optik sinir gliomlu yetişkin hastaların %50’si optik sinir ve kiasma
tutululumu ile gelirler. Bu hastalar genellikle tanıyı takibeden bir yıl içinde
kaybedilir. Prognoz optik sinir gliomlu çocuklarda NF’lilerde ve NF
olmayanlarda çok farklı değildir. Onbeş yıl sağ kalım oranı sırasıyla %81 ve
%76 olarak bulunmuş, aralarindaki fark anlamlı değildir. NF hastalarında NF olmayanlara
göre tümör progresyonu ortalama süresi daha uzundur (sırayla 8,37 yıl ve 2,39
yıl) (61). NF hastalarında progresyon, NF olmayanlara göre daha uzun sürede
görülür. NF li hastalarda kiasmatik tutulum daha az görülür. Tutulan kısımlar
iki grupta farklıdır. NF olmayanlarda daha çok kiazmatik veya hipotalamik kiasmatik
optik sinir gliomu görülürken, gliomlu
hastalarda NF 1’in koruyucu etkisi olduğu ileri sürülmektedir (61). NF’li
hastalarda beyaz cevherde displastik glial dokulardan oluşmuş hamartomatöz
lezyonlar görülür (Resim 49). NF’li hastalarda görülen optik sinir gliomu,
tuberoz sklerozlu, ve Von Hippel-Lindau’lu hastalarda da bildirilmiştir (63).
Anterior görme yolları gliomu hastaları belirgin progresyon olmadan
tedavi edilmemektedir. Tedavi edilmemiş hastaların %75’inde görme keskinliğinde
daha iyiye gitme veya ilerlememe bildirilmiştir (64). İntrakranial uzanım,
özellikle hipotalamik tutulumla mortalite artmaktadır. Son yıllarda orbital
veya intrakranial optik sinir gliomlarında belirgin görme kaybı, şiddetli
propitoz, körlük, ağrılı göz ve kiazmal tümörü olan hastalarda orbitotomi veya
transkranial yaklaşımla cerrahi yapılmaktadır (18). Radyoterapi ve kemoterapi
intrakranial tümörlerin tedavisinde uygulanmaktadır. Radyoterapi ile regresyon ve görmede iyileşme
veya ilerlememe bazı olgularda görülmüştür (64,65).
Optik sinir kılıfı menenjiomu
Optik sinir kılıfı kompeksinin ikinci sıklıkta görülen tümörü menenjiomdur.
Sfenoid kanat menenjiomunun intrakranial uzanımından ayırt edilmelidir. Menenjiomlar
leptomeninksler içindeki araknoid villi’lerin meningotelial kılıf hücrelerinden
gelişir. Nadiren orbit içindeki araknoid rest hücrelerden de gelişebilir. Optik
sinirin bütün kısımlarını tutabilir. Unilateral, bilateral, veya multifokal
olabilir. Optik sinir kılıfı menenjiomu optik sinir tümörlerinin üçte birini, bütün orbital tümörlerin %3-%10’unu oluşturur
(61,66). Olguların %5’inde bilateraldir ve genellikle NF 2, radyoterapi veya
menenjiomatozis ile birliktedir. Yayınlanmış olguların bir meta-analizi optik
kanalı tutan tümörlerin (%38) diğer lokalizasyonlardakine (%5) göre daha sık
bilateral olduğunu göstermiştir. Ancak nadir olmasına karşılık ensık (%68)
bildirilen bilateral olgular intrakanaliküler olanlardır (67). Genellikle orta
yaşlı kadınlarda görüldüğü kabul edilir. Kadın/ erkek oranı değişik yayınlarda
5/1 gibi büyük oranlarda olmasına karşın Dutton’un meta analizinde %61 oranında
kadınlarda daha fazla olduğu gösterilmiştir. Görülme yaşı erkeklerde ortalama
36,1, kadınlarda 42,5, ikisinde birlikte 40,8 olarak bulunmuştur. Bununla
birlikte bilateral olgularda semptomların ortaya çıkış yaşı ortalama 12,8 dir
(67). Klinik olarak ipsilateral görme kaybı,
afferent pupiler defekt, renkli görme güçlüğü, görme alanı defekti, propitozis,
papil ödem, hareket kısıtlılığı, ağrı, alt gözkapağı ödemi görülebilir.
Meningioma apekste veya kanal içinde olursa optik disk öncesinde ödem
görülmeden soluk olabilir (66). Santral görme alanı karakteristik olarak birkaç
yıl korunur. Optik sinir kılıfı menenjiomu karakteristik olarak segmental
değil, devamlı fuziform veya tubuler yapıda görülür. Yuvarlak ve dışa doğru
gelişmiş olanları da görülür. Benign olmasına rağmen tamamen çıkarılmaları
mümkün değildir. Bu nedenle sterotaktik radyoterapi gibi alternatif tedavi yöntemleri
uygulanmaktadır. Günümüzde tedavi gereken optik sinir klıfı menenjiomlarında
seçilecek yöntemdir. Progressif veya ilerlemiş olgularda sterotaktik fraksiyone
radyoterapi, görmenin iyileşmesi veya stabize edilmesi için uygulanırken, görme
kaybı olmayan veya ılımlı kaybı olan veya görme kaybı olan hastalarda gözlem
daha doğru olabiir. Eksofitik olanların cerrahi
olarak çıkartılması bazen başarılı olabilir. (61,66,67).
Direkt grafide optik kanalda hiperostoz veya genişleme görülür. İnce
kesit (1,5-3mm) orbita BT kesitlerinde sinir kılıfında düzgün veya irregüler
kalınlaşma görülür. Kontrast madde enjeksiyonuyla ılımlı veya yüksek
parlaklaşma görülür. Meninkslerin parlaklaşmasına karşın sinir hipodens kalır
ve “tren yolu” görünümü oluşur. Optik
sinir normal kalınlıkta veya karşı taraf optik sinire göre ince görülür. Daha
ince görülmesi atrofi veya çepeçevre bası nedeniyledir ve ayırıcı tanıda
yararlı bir bulgudur. Optik sinir gliomunda ve diğer enflamatuar olaylarda
sinirin kendisinin genişlediği görülür. Kalsifikasyon kontrastsız kesitlerde
punktat veya diffüz olarak sinirin çevresinde aksial ve koronal kesitlerde
görülebilir. Kanal içinde kemikten ayırt edilemeyebilir. MR görüntülemede tumör
T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerde beyin parankimiyle genellikle izointens, ancak
bazen T1’de hipo, T2’de hiper intens görünür. Yağ baskılı kontrastlı kesitler
lezyonun en iyi gösterilmesini sağlar (Resim 50–52). Tümör ve göz küresi
arasında fokal kılıf dilatasyonu kistik lezyon görünümü oluşturabilir.
Kalsifikasyon ayırt edilemez. Bu nedenle enflamatuar olaylardan, psödo tumörden
ayrımı güç olabilir (60,61,66).
Sarkoidoz, demiyelinizan optik nörit ve perinörit, orbital schwannom,
lenfoma, hemanjioperisitom, ve optik sinire metastaz optik sinir kılıfı
menenjiomundan ayırt edilemeyebilir. Kesin tanı klinik süreç ile veya biopsi
ile konulur (66). Benign olmasına rağmen
tamamen çıkarılmaları mümkün değildir. Bu nedenle sterotaktik radyoterapi gibi
alternatif tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Günümüzde tedavi gereken optik
sinir klıfı menenjiomlarında seçilecek yöntemdir. Progressif veya ilerlemiş
olgularda sterotaktik fraksiyone radyoterapi görmenin iyileşmesi veya stabize
edilmesi için uygulanırken, visuel defisiti olmayan veya ılımlı defisiti olan
veya görme kaybı olan hastalarda gözlem daha doğru olabiir. Eksofitik olanların cerrahi olarak
çıkartılması bazen başarılı olabilir.
(61,66,68).
Vasküler malformasyonlar
Orbitanın vasküler hastalıkları vasküler
malformasyonlar ve vasküler tümörlerdir. Son yayınlara göre orbital vasküler
malformasyonlar; venöz-lenfatik malformasyonlar (tip 1) (akım yok), venöz
malformasyonlar (venöz akım)(varisler) (tip 2), arterial-venöz malformasyonlar
(ateriel akım), karotiko-kavernöz fistüller ve anevrizmalar (tip 3), vasküler
tümörler ise kapiller hemanjiomlar, hemanjioperisitomlar, hemanjioendoteliomlar
ve anjiofibromlardır (69,70).
Kavernöz ve kapiller
hemanjiom
Kavernöz hemanjiomların yetişkinlerde en sık görülen primer orbital tümör olduğu ileri
sürülür. Ancak insidansını tam olarak belirlemek güçtür. Büyük merkezlerde
yılda 0.6–2.0 olgu görülebilir. 18–72 yaş arasında daha çok orta yaşlı
kadınlarda (43–48 yaş) görülür
(%60–70). En sık yakınma tümörün yavaş
büyümesi nedeniyle ağrısız proptozistir. Daha az sıklıkla ağrı, gözkapağında
şişme, diplopi, tekrarlayan bulanık görme yakınmaları ile başvururlar (69). Lezyonların
çoğu retrobulber kas konisi içinde intrakonal alanda görülürler. Fizik bakıda
papilödem, Marcus-Gunn pupil, ve kaslara bası nedeniyle diplopi saptanabilir.
Orbital apeks veya kanal içindeki hemanjiomlar daha erken dönemde basıya neden
olarak monooküler görme kaybına neden olabilirler. Orbital kavernöz
hemanjiomlar intrakranial kavernöz hemanjiomlardan çok daha ender olarak kanama
ile gelirler. Lezyonların çoğu unilateral ve unifokal olmasına rağmen
multifokal unilateral ve bilateral olanlar da bildirilmiştir (69,71). Makroskopik olarak ovoid, koyu kırmızı-mor
renkli ve fibröz kapsülden oluşmuş trabeküller ve septalar içeren infitran
olmayan benign kitle lezyonu olarak görülür (Resim 53). Histolojik olarak kan
ve trombus içeren ve endotelial hücrelerle döşenmiş geniş vasküler kanallar
görülür. Bunların hemen dışında fibröz, miksomatöz bağ dokusu ve yumuşak kas topluluğundan
oluşmuş kollagenöz matriks, fibröz trabeküller görülür. Ayrıca ana kavernöz boşluktan
interstisyuma uzanan küçük kapillerler görülebilir. Kavernöz hemanjiomlar
kapiller hemanjiomlar gibi hızlı endotelial proliferasyon göstermezler (69).
Orbital kavernöz hemanjiomlar son zamanlarda tip 3 düşük akımlı AVM’ ler olarak
sınıflandırılmaktadır. Küçük çaplı besleyici arterler, dilate vasküler kanallar
veya tromboz nedeniyle akım yavaştır.
Bilgisayarlı tomografide kemik pencerede mikro kalsifikasyonlar
(flebolitler) ve kemiğe uzanımı görülebilir. Tek fazlı BT tetkikinde değişik
derecelerde kontrastla boyanma görülebilir. MR görüntülemede intrakonal, apikal
ve intra kanaliküler orbital kavernöz hemanjiomlar çok iyi görüntülenebilirler.
T1 ağırlıklı görüntülerde kasla izointens, T2 ağırlıklı kesitlerde kas ve yağa
göre hiperintens olarak görülür (Resim 53).
T2 ağırlıklı kesitlerde internal septasyonlar, çevresel hipointens kenar
ve yüksek su içeriği ve çevesindeki yağ nedeniyle frekans kodlama yönünde
kimyasal kayma artefaktı ayırıcı tanıda yardmcı olur. Dinamik incelemelerde
erken arteriel (20–30 sn) ve venöz safhada (50–70 sn) zayıf ve heterojenöz
boyanma görülür. Geç venöz safhada (2–10 dak) dilate vasküler yapılar içinde
kontrast maddenin yavaş progressif akümülasyonu devam eder, daha geç denge
fazında (10–60 dak) kalıcı ve homojen boyanma meydana gelir (69).
Kapiller hemanjiomlar bir seride en sık vasküler tümör olarak bulunmuştur (72). Pediatrik
orbital lezyonlar arasında sıklığı %5,6 olarak bildirilmiştir (70). Kız çocuklarda
daha fazla görülür, kız/erkek oranı 3/2 dir, herediter veya ailesel pattern
gösterilmemiştir. Hemanjiomlar tipik
olarak doğumda veya hemen sonra ortaya çıkarlar ve proliferatif fazları olan
3–6 ay içinde büyürler. Stabilizasyon ve bir ara dönemden sonra involusyon
dönemine girerler, bu süreç 5–7 yaşta veya biraz daha uzun bir sürede
tamamlanır. Hızlı büyüyen tümörler, hızlı involusyona uğrarlar. İn utero
büyüyen konjenital hemanjiomlar, doğumdan hemen sonra geriler (6–14 ay içinde).
Yüzeysel hemanjiomlar deride ince lobülasyonlu ve parlak kırmızı görünümde,
cilt altındaki lezyonlar hafif mavi veya eflatun renkte, sünger kıvamında ele
gelir. Derin lezyonlarda renk değişikliği görülmez. Ancak bütün komponentleri
içiren hemanjiomlar da mevcuttur. Valsalva ile genişler ve rengi mavileşir. Propitozis
ve göz küresinin yer değiştirmesi en sık klinik bulgudur. Göz kapağının
tutulması ve göz küresini, ekstraokuler kasları ve optik siniri etkilenmesi ile
meydana gelen ambliopi nedeniyle görme kaybı en sık komplikasyondur. Strabismus,
aksial myopi ve hızlı büyüyen kitle nedeniyle optik sinirde yaralanma meydana
gelebilir. Rabdomyosarkoma, nöroblastoma veya venöz lenfatik malformasyondan
ayırtedilmesi güç olabilir (70). MR görüntüleme tanıya çok yardımcıdır. T2
ağırlıklı ince kesit görüntüler ve yağ baskılamalı kontrastlı T1 ağırlıklı
kesitler lezyonun morfolojisinin, iç yapısının ve çevre dokularla ilişkisinin
iyi bir şekilde değerlendirilmesini sağlar (Resim 54). T1 ağırlıklı kesitlerde
hemanjiom kaslarla izointens veya hafifçe daha yüksek intensitededir. Sinyalsiz
vasküler yapılar lezyon içinde ve çevresinde görülebilir. T2 ağırlıklı yağ
baskılamalı kesitlerde lobule konturlu, yüksek sinyal intensiteli kitle
septaları ve vasküler yapıları ile çok iyi bir şekilde gösterilebilir.
Paramanyetik kontrast madde enjeksiyonundan sonra belirgin kontrastlanma
görülür. BT’de homojen kontrastlanan lobule, irregüler kenarlı bir kitle olarak
görülür. Rhabdomyosarkomdan ayırtedilmesi güç olabilir. Ultrasonografide kolay
tanınır, fakat yayılımının değerlendilmesinde MR daha iyidir. Tanıdan sonra
büyüme veya involusyonun takibinde yararlıdır. Ambliopik tedavi, cerrahi,
radyoterapi, sistemik kortikosteroid, lezyon içine kortikosteroid enjeksiyonu,
ve interferon enjeksiyonları ve lazer tedavisi uygulanabilir. MR görüntüleme
tedavinin planlanmasında ve tedavinin etkisinin değerlendirilmesinde kullanılabilir
(70).
Venöz Malformasyon (Varis)
İntraorbital dilate ven veya venler grubudur. Eğilmekle veya valsalva ile
propitoz gelişmesi ile karakterizedir. Etiyoloji kesin değildir, fakat
arteriovenöz şantlar ve trombozun etiyolojide rol oynayabileceği
düşünülmektedir (61). Venöz sistemle doğrudan ilişkili olduğu için ve fasial
venlerde valv mekanizması olmadığı için pozisyonla venöz dönüşün engellenmesi
sonucu propitozis belirgin hale gelir. BT ve MRG’de intrakonal apekse doğru
incelen genişlemiş venler görülebilir (Resim 55)(61). MR’da yavaş akım ve
trombüs nedeniyle T2 ve T1 de sinyal intensiteleri değişkendir, sinyal kaybı
izlenmez. Bu nedenle tanıda karışıklıklara yol açabilir. T1’de izointens, T2’de
izo/ hiper intens sinyal izlenir. BT’de kontrastsız kesitlerde hiperdens
görülürler, kontrastlı kesitlerde variköz venlerin güçlü bir şekilde boyanması
ile MR’a göre daha kolay tanı konulabilir. BT’de flebolitler görülebilir. Valsalva
esnasında veya pron pozisyonda görüntüleme ile venlerdeki dilatasyonun ve
propitozun arttığı görülür (61,73). Renkli doppler ultrasonografi orbital
varislerin tanısında ve takibinde yararlı olmaktadır. Valsalva sırasında akımın önce durması ve
sonra ters yöne dönmesi gözlenir. Orbital venografi ve non invaziv olarak MR
venografi genişlemiş venlerin gösterilmesini sağlar (73).
Venöz Lenfatik Malformasyonlar
Orbitanın bütün vasküler lezyonları içinde venöz ve lenfatik komponentler içeren orijin ve doğası en
tartışmalı vasküler lezyonlarını kapsar. Lenfanjiom olarak da tanımlanır.
Lenfatik kanallara ek olarak venöz kan damarları, düz kas lifleri, lenfositik
doku ve kan ve kan ürünleri içerir. Neoplazik bir lezyondan çok vasküler
malformasyon olarak kabul edilir (73). Kapsülsüz, çok kompartmanlıdırlar, normal orbital yapılar arasına uzanırlar. Bu
yüzden tümüyle çıkarılmaları güçtür. Histopatolojik incelemesinde kapsülsüz,
endotel kaplı düzensiz dallanan, soluk renksiz sıvı ile dolu ince kanallar ağı içerir
Bu kanallar arasında septalar ve lenfositik çökeltiler görülür. Hastaların çoğu
propitoz ile başvurur. Ancak bu hastaların çoğunda doğuştan göz kapağında dolgunluk
gibi malformasyonlar da bulunur. Genellikle bebeklerde veya çocuklarda görülür.
Wright ve arkadaşlarının yaptığı araştırmaya göre hastaların %43’ü 6 yaşdan
küçük, %60’ı 16 yaştan küçük olarak bulunmuştur. Bazı lezyonlar uzun süre
sessiz kalabilir, yavaş büyüyebilir, artan propitoza ve göz küresinin yer
değiştirmesine neden olabilir. Venöz lenfatik malformasyonların çoğu kanama
nedeniyle birdenbire ortaya çıkarlar. Üst solunum yolu enfeksiyonunda içindeki
lenfoid dokunun genişlemesi de bildirilmiştir. Massif kanamalı veya büyük ve
derinde yerleşen lezyonlarda hareket kısıtlılığı ve görme kaybı olabilir. Venöz
lenfatik malformasyonlar daha çok yüzeyseldir ve lenfatik komponentleri daha
geniştir (73–75). Genellikle konservatif tedavi uygulanır. Lezyon içine
kontrast madde enjeksiyonuyla venöz drenajı değerlendirilerek sklerozan madde
enjeksiyonu ile skleroterapi uygulanabilir (76). MRG lezyonun en iyi gösterilmesini ve çeşitli
komponentlerinin ayırtedilmesini sağlar. Lezyonun sinyal intensitesi kanamanın
olup olmamasına, varsa hematomun evresine bağlıdır. Proteinöz veya lenfatik
sıvı, kan ve kan elemanları yağ baskılı sekanslarda T1 ağırlıklı kesitlerde en
iyi görülürler. T2 ağırlıklı kesitlerde yağ baskılanması kanalların ve
hemorajik sıvı içermeyen kistlerin iyi görülmesini sağlar (Resim 56,57). Eşlik edebilecek intrakranial patolojinin
ayırtedilebilmesi için beyin MR tetkiki de yapılmalıdır. BT radyasyon içermesi
nedeniyle tercih edilmez, ancak varisden ayrımının yapılması gerekirse kısa
tetkik süresi nedeniyle valsalva ile ve pron pozisyonunda koronal planda
inceleme yapılabilir.
Superior oftalmik vende
dilatasyon karotikokavernöz fistül, graves hastalığında, orbital psödotümörde, retrokavernöz
menenjiomlarda, superior oftalmik ven (SOV) trombozunda, orbital varisde,
orbital apeks kitlelerinde veya normallerde görülebilir (Resim 57,58). İntrakranial
basınç artışında da bildirilmiştir (10,77). İntrakranial basınç artışında SOV
çapı > 2,5mm, Normallerde 1,6–1,8mm, spontan intrakranial
hipotansiyonda ise
Karotikokavernöz fistül internal karotid arter veya eksternal karotid arter dalları ile
kavernöz sinüs arasında direkt ilişki ile oluşan bir fistüldür (10). Sinüs
trombozu, kafa travması, cerrahi, hormonal etki hastalığın başlangıcındaki
predispozan faktörlerdir. Sinüs trombozu hastalığın öncesinde ve/ veya iyileşme
döneminde görülebilir. Kavernöz sinüs dural arteriovenöz fistül (KSDAVF) diğer
dural sinüsleri tutan DAVF’lerden birkaç yönden farklıdır. Anatomik olarak
kavernöz sinüs ekstradural, diğerleri intrakranial boşlukta iki dural duvar
arasında bulunur. Hormonal etki belirgindir, daha çok postmenopozal kadınlar
etkilenir. Superior oftalmik vende (SOV) dilatasyon ve arteriel akım,
propitozis, pulsasyon, hareket kısıtlılığı ve göz küresi, sklera ve
konjonktivada kızarıklığa neden olur. Venöz drenaj paternleri klinik gidişin en
önemli belirleyicisidir. Suh ve arkadaşlarının yaptığı retrospektif çalışmada
58 hastada, KSDAVF belirgin arteriovenöz şant veya venöz akım paternine ve
derecesine göre proliferatif, restriktif ve geç restriktif olarak kategorize
edilmiş ve başvuru semptomları (orbital, okuler, kavernöz ve serebral
semptomlar) ile korelasyonu araştırılmıştır. Proliferatif tipte çok sayıda
besleyici arter (meningeal arter, oftalmik arter), geniş şant, antegrat veya
retrograt venöz drenaj, kavernöz sinüsün hızlı ve bilateral tamamen doluşu ve
inferior petrosal sinüste (İPS) antegrat akım, sinüs duvarında bombeleşme
vardır (Resim 59). Restriktif tipte besleyici arterler daha azdır, İPS’de
antegrad akımın kaybı ve SOV ve kortikal venlerde retrograt akım görülür, akım
daha yavaştır. Fibrozis ve tromboz nedeniyle kavernöz sinüste düzensizlik ve
lobulasyon görülür. Geç restriktif tipte besleyici arterler çok azdır, zayıf
retrograt venöz akım ve drenaj venlerinde büzüşme izlenir. 65 yaş altındaki
hastalarda proliferatif tip ve restriktif tip fistüller geç restriktif tiplere
göre daha sık bulunmuştur ve orbital ve kavernöz semptomlarla, geç restriktif
tip ise okuler semptomlarla ilişkili bulunmuştur. Orbital ve kavernöz
semptomlar erken ortaya çıkmaktadır. Serebral semptomlar restriktif ve geç
restriktif tip fistüllerde izlenmiştir. Orbital semptomlar superior oftalmik
vene, kavernöz semptomlar ise petrozal sinüse ve posterior fossa venlerine
drenaj ile ilişkili bulunmuştur. Bir olgu proliferatif fazdan restriktif faza
geçmiş ve 6 aylık bir takipte fistülün spontan tromboze olduğu görülmüştür (80).
Diğer bir çalışmada konjesyon, intraorbital basınç artışı ve optik nöropati KSDAVM’lerde
anterior kavernöz ve oftalmik venlere drenajla, inferior petrosal sinüse drenaj
kranial sinir parezileri, superior petrozal sinüse drenaj santral sinir sistemi
(SSS) bulguları ile ilişkili bulunmuştur. Anterior kavernöz sinüs ve oftalmik
ven drenajı SSS bulgularının negatif önbelirleyicisi olarak bulunmuştur (81).
Konvansiyonel kateter anjiografi fistülün ve besleyicilerin
gösterilmesinde, venöz drenajın değerlendirilmesinde kesin yöntemdir. Ancak klinik
olarak belirgin olmayan olguların ön tanısında MR anjiografi ve dopler
ultrasonografi gibi noninvaziv görüntüleme yöntemleri yardımcı olur. (10). MR
anjiografi venöz akıma bağlı parlaklaşma ile dural AVF’nin gösterilmesinde
tamamlayıcı bir yöntemdir, kaynak görüntülerde genişlemiş, hiperintens kavernöz
sinüs görülür. CCF’de MRG’de oftalmik venler ve kavernöz sinüste dilatasyon ve
hızlı akıma bağlı sinyalsiz görünüm izlenir. MR görüntülemede DAVF’lerde leptomeningeal
veya medüller damarlarda dilatasyon veya boyanmanın gösterilmesi kötü prognozu
gösterir ve acil tedavi gerektiğini gösterir (10,81,82). Travmatik karotiko-kavernöz
fistüller girişimsel nöroradyolojik veya cerrahi yöntemle tedavi edilirler,
dural AVF’lerde de embolizasyon uygulanabilir. Ancak dural fistüller spontan
olarak kapanabilir. Ayrıca düşük akımlı karotiko-kavernöz fistüllerde düzenli
karotiko-juguler kompresyon 3-6 hafta denenebilir (Resim 60). Düzenli ve
kontrollü olarak uygulanan kompresyonla kapanan olgular bildirilmiştir (83, 84).
Konal lezyonlar
Orbital Psödotumör
İdiopatik orbital enflamasyon veya psödotümör, orbitanın veya gözün nongranülomatöz
lokal veya sistemik bir nedeni olmayan enflamatuar bir patolojisidir. Histopatolojisinde
polimorf inflamatuar hücreler ve fibrozis, granulasyon dokusu, eosinofiller,
plazma hücreleri, histiositler, germinal folliküller ve lenfositler
görülebilir. Ağırlıklı olarak lenfositik formu görülür. Graves hastalığından ve
lenfoproliferatif hastalıktan sonra ensık oftalmolojik hastalıktır. Geniş
serilerle yapılan çalışmalarda %4,2 -6,3
oranında bulunmuştur. Genellikle 4. ve 6. dekadlarda yetişkinlerde meydana
gelir, %85 tek taraflı tutulum görülür, ancak çocuklar da etkilenebilir.
Çocuklarda bilateral tutulum daha sık görülür (2,61,85). Tanı genellikle
Wegener granülomatozu, sarkoid, sistemik lupus eritematozis, poliarteritis nodoza, romatoid artrit,
sjögren, lenfoproliferatif hastalıklar ve Erdheim-Chester gibi patolojiler
dışlanarak konulur. Fibrozan mediastinit, retroperitoneal ve hepatik fibrozis,
Riedel tiroiditi ve kolanjit eşlik edebilir (61). Radyolojik değerlendirme BT
ve MR ile yapılır. Görüntüleme bulgularının klinik bulgularla korelasyonu ile
biopsiye gerek kalmadan tanı konulabilir. Kuşkulu klinik ön tanının
aydınlatılması ve doğrulanması için farklı dansitedeki orbital yağ, kas, kemik
yapıları ve paranazal sinüslerdeki hava ile oluşturulan kontrast nedeniyle BT
tercih edilebilir. Ekstraorbital ektansiyon özellikle kavernöz sinüse uzanım MR
ile daha iyi gösterilebilir. T1 de kaslarla izointens, T2’de yağa göre izo/ hipointens
olarak izlenirler. STIR sekansında hafif hiperintens olarak görülür. Kontrastla
boyanma görülür (2,61). Yağ baskılamalı T1 ve T2 ağırlıklı kesitlerle yağ
dokusunun infiltrasyonu ve perinöritis BT’den daha iyi gösterilebilir (Resim 61-65).
Hastalık akut, subakut veya kronik olarak bir gözde veya herikisinde
birden görülebilir. Sklerozan kronik progressif form tedaviye dirençlidir.
Rekürrens görülebilir. Hastalık tuttuğu orbital yapılara göre kategorize
edilir. Miyozit, dakrioadenit, perisklerit, trokleit ve perinörit olarak
ayrılır. Hastalık bu orbital yapılara lokalize olabilir, ancak sıklıkla yağ dokusu
da infiltredir. Orbital yağ tutulumu tümörü düşündürecek şekilde lokalize veya
diffüz olabilir. Hastalık ağırlıklı olarak önde veya arkada meydana gelebilir (61,85).
Anterior orbital psödotumör grubunda anterior orbita ve göz küresi tutulur. Ağrı, propitoz, göz
kapağında şişme, görmede azalma yakınmaları ile başvururlar. BT ve MRG’de
uveal-skleral/Tenon halkasında kalınlaşma, optik sinir bileşkesinde flulaşma ve
kontrastla belirgin boyanma görülür. Enflamatuar reaksiyon nedeniyle uvea,
sklera ve tenon kapsulünün interstisyumunda proteinöz sıvı birikimi ve ödem bu
bulguların ortaya çıkmasına neden olur (Resim 62, 63)(2).
Diffüz tümefaktif veya
infiltratif tip psödotümör tüm retrobulber alanı
doldurur ve göz küresinin etrafında kendisini şekillendirir. Çok genişlese bile
diğer kitle lezyonlarında olduğu gibi kemiği erode etmez ve göz küresinde şekil
ve yer değişikliğine, invazyona neden olmaz, ancak remodalasyon ve skleroz
görülebilir (2,61). Ekstraorbital alanlara intrakranial alana, kavenöz sinüse, maksiller antruma, ethmoid
sinüslere, infratemporal fossaya, pterigopalatin fossa yoluyla nazofarenkse
yayılabilir (61,86).
Enflamatuar orbital myozit bir veya birden çok kasın enflamatuar hastalık tarafından infiltre
edilmesi ile ortaya çıkar (Resim 61,65). Ağrılı göz hareketleri, diplopi,
propitoz, göz kapaklarında şişme, konjonktivada kemozis ile hasta başvurur.
Bilateral olabilir. Superior kompleks ve medial rektus kasları sıklıkla
etkilenir. Tiroid oftalmopati ile ayırıcı tanı gerekir. Tiroid ile ilişkili
olan kas tutulumu ağrısızdır, yavaş gelişir, sıklıkla simetriktir ve sistemik
hastalıkla birliktedir. Ekstraorbital kas tutulumu enflamatuar infiltrasyonda
öne doğrudur ve kasların yapışma yerleri tutulmuştur, yağ dokusunun da
infiltrasyonuyla düzensiz ve belirsiz kontur, periost ve kas konisi arasındaki
periferik yağ dokusunun infiltrasyonu görülür. Tiroid oftalmopatide fuziform
genişleme kasın orta bölümündedir.
Lakrimal adenit orbitanın üst dış kadranında hassasiyete neden olur. Viral
dakrioadenitlerde de benzer bulgu görülür. Dermoid kist rüptürü, sarkoidoz,
lenfoproliferatif hastalık, Sjögren hastalığı, kistler ve bu bölgenin neoplastik
hastalıkları klinik ayırıcı tanıda göz önünde tutulmalıdır (Resim 62)(2).
Apikal orbital enflamasyonda ağrı, minimal propitoz,
ve ekstra okuler kaslarda hareket kısıtlanması görülür. Apekste irregüler
enflamatuar infiltrasyon, önde ekstraokuler kasların ve optik sinirin
posterioruna uzanır, optik sinirin basılmasına, obliterasyonuna veya yer
değiştirmesine neden olur(2,85). Perioptik infiltrasyon olgularında optik sinir
kılıfı içinde lusent bant tarzında subaraknoid mesafe ayırt edilir (Resim 64)(85).
İdiopatik perinörit optik nöriti
taklit edebilir (2). Sklerozan
psödotümör diffüz orbital enflamatuar psödotümörün bir alt grubudur. Subakut
bir psödotümörün son safhası olarak veya kronik, steroid tedaviden etkilenmeyen
progressif form olarak başlayabilir. Orbital yağda diffüz dansite artışı, optik
sinir ve kaslarda obliterasyon, göz küresinde çevresel tutulum görülür.
İntraorbital yapılar ve göz küresi tamamen hareketsizdir (61,85).
Tolosa- Hunt sendromunda orbital apeks lezyonu posteriora doğru uzanarak superior orbital
fissür ve kavernöz sinüs tutulumu ve ağrılı eksoftalmos, kranial sinir
tutulumlarına neden olur. Kavernöz sinüste III, IV, VI ve V1 tutulumuna bağlı
ağrılı oftalmopleji ve alında uyuşma görülür (61,85). Bu olgularda kavernöz
sinüste etkilenen tarafta genişleme görülür. MR görüntülemede kontrast madde
enjeksiyonundan sonra apekste ve kavernöz sinüste belirgin kontrastlanma görülür.
FSE T2 ağırlıklı kesitlerde apikal yağ sinyal intensitesi enflamatuar doku
nedeniyle oblitere görünümdedir (Resim 64). Arteriografide internal karotid
arter daralmış bulunabilir. Superior oftalmik vende posterior kesimde okluzyon
görülebilir (2). Yüksek doz kortikosteroid ile bulgular hızla kaybolur. Bu
yüzden neoplastik, enflamatuar (mikotik veya enfeksiyöz) veya vasküler patolojilerin
dışlanması gerekir (2). Lenfoma, lösemik infiltrasyon, granülomatöz
hastalıklar, pitüiter adenom, menenjiomlar, kraniofarenjiomlar, nörojenik
tümörler, dermoid kistler, orbital sinonazal ve nazofarengeal kanserler,
invasiv mikotik enfeksiyonlar, anevrizma ve melanom, akciğer, böbrek, tiroid,
prostat metastazları gibi kavernöz sinüs, parasellar ve orbital apeks lezyonları
da benzer semptomlara neden olabilirler (2).
Tiroid oftalmopati
Graves oftalmopati olarak da bilinen göz hastalığı sıklıkla
hipertiroidi ile birliktedir. Yetişkinlerde en sık görülen orbital enflamatuar
hastalıktır. %85 bilateral, %50 unilateral eksoftalmos görülür. Kadınlarda daha
fazla görülür. Ancak erkeklerde daha hızlı ilerleme eğilimindedir.
Patojenezinde heredite ve çevresel faktörler rol oynar (87). Graves
hastalığında aile öyküsü hastaların %20-60’ında bulunur. Kontrol grubuna göre bazı
human lokosit antijenleri (HLA) daha sık görülür. HLA –B8 ve DQA1*0501
haplotipleri hastalığa yatkınlığı arttırır, HLA DR b1*07 korunmayı sağlar. Tiroid
oftalmopatinin otoimmün bir hastalık olduğu kabul edilir. İmmünopatogenez tam
olarak anlaşılmamıştır. Bir hipoteze göre T-hücre grubunun aktivasyonu antijen
sunucu hücrelerdeki (makrofajlar ve dendritik hücreler) MHC molekülüne (HLA DR,
DP, DQ) bağlı antijene bağımlıdır.
Böylece HLA molekülleri T hücrelere sunulabilir antijenlerin seçimini
etkileyebilir. T hücrelerin aktivasyonu self-antijenin otoimmün tanınmasına yol
açan olayların başlamasına neden olur. Bu olaylar tiroid içinde veya orbita
gibi tiroid dışı dokularda meydana gelebilir. Spesifik HLA tiplerinin timusta T
hücrelerine self antijenin tanıtılmasında bir aşamada eksiklik olursa otoimmün
reaksiyon gelişir (87). Çevresel faktörler de etkin olabilir. Tiroid cerrahisi,
sigara içmek, radyasyona maruz kalma, tiroid enflamasyonu ve travma graves
hastalığının gelişmesinde rol oynayabilir. Graves hastalığında orbitopati
gelişme riski ve ciddiyeti ile sigara içimi arasında güçlü bir ilişki
bulunmuştur (61,87). Hipertiroidism
tiroidin folliküler hücrelerinin tiroid stimülan hormon (TSH) reseptörüne
uyarıcı antikorların bağlanmasına neden olan otoimmün bir hastalıktır. Bu
proteinler pitüiter bezin tiroide negatif feedback etkisini engelleyerek tiroid
hormonu sentezini uyarırlar (87). Graves orbitopatide orbital dokunun
histolojik çalışmaları glikozaminoglikanların(GAG) aşırı artmış olduğunu
göstermiştir. Hyaluronan en ağırlıklı olarak bulunan GAG’dır ve büyük,
hidrofilik polianyonik bir bileşiktir. Retrorbital alanda ve kas liflerini
destekleyen bağ dokusu içinde GAG’lerin birikimi sonucu orbital bağ dokusu ve
ekstraokuler kaslarda genişleme görülür (87). Orbital konjesyona ve ekstraokuler
kaslarda birikmesi fibrozise neden olur. İnferior rektus en sık olarak tutulur.
Medial rectus ve daha sonra superior kas kompleksi tutulur. Bilateral olma
eğilimi varır. İzole lateral rektus tutulumu nadirdir ve idiopatik inflamasyon,
myositis, lenfoma, metastaz akla gelmelidir (61). Radyolojik olarak orbital yağ
volümünde artış görülür. Genişlemiş kaslar apeksde sıkışmaya ve venöz
konjesyona neden olur. İntraorbital yağda enflamasyon nedeniyle çizgilenme
görülür. Kaslar genellikle fuziform, bilateral tutulum gösterirler, kasların
tendonları tutulmaz. Bu şekilde psödotümörden ayırt edilebilir. Kaslardaki
genişleme ve orbital yağ artışı propitoza neden olur. Optik sinir basısı
nadirdir (%10), fakat klinik olarak görme keskinliğinde azalmaya, görme
alanında daralmaya neden olur. Optik sinir kılıfı ve superior oftalmik ven
genişleyebilir (Resim 66). Kas genişlemesi nedeniyle lamina papiraseada
remodelasyon görülür. Bu bulgular BT ile tanınabilir ve takip edilebilir,
koronal kesitler yararlı olur. Apikal yapılar koronal MR ile daha iyi
değerlendirilebilir. MR görüntüleme tedaviye yanıtı değerlendirmede
kullanılabilir. T2 ağırlıklı kesitlerle kaslardaki enflamasyon ve fibrozis
değerlendirilebilir. Optik sinirin sıkışması aksial ve sagittal kesitlerde daha
iyi görülür. Klinik tutulum unilateral olsa bile BT ve MR görüntülemede
bilateral anormallikler görülür. Tiroid myopatide kas içinde (karın kısmında)
düşük dansiteli alanlar görülür. Fokal lenfosit birikimi ve mukopolisakkarit
depolanmasına sekonder olabilir (61). Diğer bulgular lakrimal bezlerde
genişleme ve göz kapaklarında ödem (dolgunluk), optik sinirde gerilme, göz
küresinin posteriorunda çadırlaşma görülebilir. MR görüntülemede akut fazda
tutulmuş kaslarda enflamasyon / ödem nedeniyle yüksek sinyal intensitesi
izlenir (Resim 67). Kronik, konjesyonun
olmadığı dönemde ekstraokuler kaslarda fibrozis nedeniyle esneklik kaybı,
klinik olarak göz hareketlerinde kısıtlanma, MR’da ve BT’de yağ replasmanı
görülür (Resim 68). Kaslar bu dönemde belirgin olarak daha iyi olmasına karşın
orbital yağ dokusundaki artış nedeniyle eksoftalmos ve orbital septumun öne yer
değiştirmesi ve lakrimal bezin prolapsusu görülebilir (2, 56). Graves’li her hastada radyolojik görüntüleme
gerekmeyebilir. Graves orbitopati tanısı klinik bulgulara dayanılarak
yapılabilir. Ancak hipertroidinin belirgin olmaması veya ağrılı göz harekerinin
olması gibi atipik bulguların varlığında görüntüleme gerekli olabilir. Ayrıca radyoterapi
veya cerrahi uygulanması gereken hastalarda girişim öncesi tutulan ekstraokuler
kasların ve retrobulber yağın derecesinin değerlendirilmesinde, sinüs
anatomisinin tanımlanmasında görüntüleme yöntemleri yardımcı olabilir (87).
Sarkoidoz
Multipl organ sistemini tutan ganülomatöz enflamasyonla karakterize
sistemik bir hastalıktır. En sık etkilenen dokular akciğer, hiler lenf nodları,
gözler ve deridir. Okular tutulum sarkoidozlu hastaların %25–50’ sinde meydana
gelir. Sarkoidozda okuler tutulumlu hastaların büyük çoğunluğu anterior veya
posterior segmentlerde uveal trakt enflamasyonu bulgusuna sahiptir. Sarkoidozda
lakrimal tutulum olmadan orbital yerleşim daha azdır vr %1 den daha az olguda
görülür. Sarkoidozun oftalmik bulguları olan hastaların % 25’inden fazlasında
orbita tutulumu ve lakrimal aparat, göz kapakları, ekstra oküler kaslar ve
optik sinir gibi ilgili yapıların tutulumu görülebilir (Resim 69, 70). Klinik
bulgular ve semtomlar ağrı, oftalmoparezi, ve görme kaybından oluşur. Lakrimal
bez en sık etkilenen orbital yapıdır, %10 olguda bulunur. Sarkoidozda lakrimal
bez büyümesi ağrısızdır ve bilateraldir. Lakrimal kese tutulumu nadirdir. Ektraokuler
kasların infiltrasyonu restriktif myopati nedeniyle oftalmoparezi ile
sonuçlanır. Optik nöropati %5 olguda meydana gelebilir ve infiltrasyona veya sarkoid
granulomun direkt basısına bağlı olarak meydana gelebilir (85).
Wegener granulomatozu
Tüm respiratuar trakt ve böbrekleri primer olarak etkileyen nekrotizan,
granülomatöz enflamasyon ve vaskülit ile karakterizedir. İmmun kompleks aracılığıyla
bir hipersensitivite hastalığı olduğu düşünülür. Beşinci dekatta en sık
görülür, erkeklerde kadınlardan iki kat fazla görülür. Okuler tutuluş sıktır,
olguların %50’sinde meydana gelir. Bilateral konjonktivit, ülseratif keratit,
episklerit, sklerit, üveit, retinal vaskülit ve optik nöropatidir. Orbital
tutulum Okuler bulgusu olan wegener granülomatozlu hastaların yaklaşık
%50’sinde görülür. En yaygın mekanizma hastalığın paranazal sinüs veya
nazofarenksten yayılımdır. Orbitada lakrimal bezi de içine alarak, izole olarak
veya hastalığın başlangıç bulgusu olarak meydana gelebilir. BT ve MR bulguları
nonspesifiktir. Lakrimal bezde büyüme ile birlikte veya bezde bir değişiklik
olmadan, iyi sınırlanamayan infiltrasyonlar görülür. Propitoz, ağrı kızarıklık,
orbital konjesyon ve oftalmoparezi mevcuttur. Bilateral orbital tutulum sıktır.
Wegener granülomatozu ayrıca ağrı, oftalmoparazi ve görmede azalma ile orbitada
kronik progressif orbital apeks sendromu olarak da ortaya çıkabilir. Okuler
tutulum göz kapağı granülomu, dakrioadenit ve lakrimal kanal tıkanması ile
görülebilir. Serojik testler yetersizdir, histopatolojik olarak doğrulanması
gerekir (85).
Orbital lenfoma
Orbital lenfoma malign orbital tümörlerin %55’ini oluşturduğu ve
orbital malignitelerin yıllık insidansında en büyük artışı gösterdiği
bildirilmiştir (88). Lenfoid tümörler
genellikle lenf nodlarında meydana gelir, ancak orbita gibi ekstranodal
alanların tutulumu da seyrek değildir. Orbital lenfomaların çoğu mukoza ilişkili
lenfoid doku (MALT)’dan gelişen düşük dereceli malign lenfoma olma
eğilimindedir. Sistemik hastalıkla ilişkili olmayan orbital tutulum sıktır, tek
başına görülebilir. Ancak orbital lösemik infiltrasyon ise her zaman sistemik
hastalığın parçasıdır. Düşük dereceli MALT lenfoma iyi prognoza sahiptir. Orbitanın
lenfoproliferatif hastalıkları benign lenfoid hiperplaziden malign lenfomaya uzanır.
İmmünohistolojik incelemeler ayrımının yapılmasına yardımcı olur. Sistemik
lenfoma olguların en az %50 sinde, %70-75’inde gelişir. Non hodgkin lenfomalı
(NHL) herhangi bir hastada periorbital veya orbital kitle, pitoz, propitoz veya
göz kapağı ödemi varlığında orbital lenfoma tutulumundan kuşkulandırmalıdır.
NHL’lı hastalarda orbital tutulum seyrek olsa da tutulduğu zaman radyoterapi
veya kemoterapiye yanıt iyidir. Üç kür siklofosfamit, doksorubisin, vinkristin
ve prednisolon (CHOP) ve tutulan alana radyoterapi belirgin olarak uzamış
hastalıksız sağ kalım sağladığı gösterilmiştir (88,89). Lenfoid tümörler
orbital kitlelerin %10-15’ini oluştururlar (2). Gözde gerçek lenfoid doku
subkonjonktiva ve lakrimal bezde bulunur. Ağrı, başağrısı, göz yaşarması, görme
kaybı lenfomanın karakteristik klinik bulguları değildir. 50 -70’li yaşlarda görülür.
Herhangi bir orbital yapı tutulabilir, ancak en sık lakrimal bez tutulur.
Orbitanın Superior ve anterior kısımları, konjonktiva ve göz kapakları da sık
tutulan yerlerdir. Retrobulber lezyonlarda hareket kısıtlılığı, kemozis,
diplopi, ödem görülür. %75 tek taraflıdır. Ekstraokuler kaslar nadiren tutulur.
Klinik ve görüntüleme bulguları ile psödotümörden rahatlıka ayırtedilebilir.
İnce iğne aspirasyon biopsisi ile tanı konulabilir. Aksial ve koronal BT
kesitleri, 3-
Ekstrakonal
lezyonlar
Schwannom ve Nörofibrom
Schwannomlar nörilemmom olarak da bilinir ve trigeminal sinirin innerve ettiği
optik sinirin meningeal kılıfından gelişebilirler ancak, genellikle orbita
içindeki periferik sinirlerden gelişirler.
Tümüyle schwann hücrelerinden oluşur ve tüm orbital tümörlerin %1’ini
oluştururlar (2). Kapsüllü, iyi sınırlı, yavaş ilerleyen, unilateral noninvaziv
tümörlerdir. Bu yüzden benzer tümörlerden ayırtedilmelidirler. Orbitada optik
sinirden başka çok sayıda periferik sinir bulunmaktadır. Bunlardan gelişen
tümörler yine bu sinirlerin trasesi boyunca bulunurlar (10). Oftalmik sinir
superior oftalmik fissüre girmeden önce frontal, lakrimal ve nasosilier
dallarına ayrılır. Lakrimal sinir frontal ve troklear sinirin lateralinde
superior orbital fissürden geçer ve lateral rektus kasının üst kenarını takip
ederek lakrimal beze ulaşır. Frontal sinir superior orbital fissürden geçtikten
sonra orbita kenarına yakın supratroklear ve supraorbital dallarına ayrılır.
Schwannomlar daha çok bu duysal sinirlerden gelişir, bu nedenle daha sık olarak
ekstrakonal yerleşirler (90). Nazosilier
dalı bunların aksine anuler tendonun içinden geçer ve bundan gelişen tümörler
intrakonal yerleşimlidir. Oftalmik arteri takip ederek optik sinirle superior
rektus kası arasında seyreder, silier ganglion ve uzun silier dallarına
ayrılır. Bu yakınlık nedeniyle tümörleri optik sinire basıya neden olurlar.
Schwannomlar nadiren motor sinirlerden de gelişebilirler. Okulomotor sinirin
superior ve inferior dalları ayrı ayrı anuler tendondan geçerek orbita içine
girer, superior dalı nasosilier dalın arkasında seyreder, superior rektus ve
levator palpebra superiores kasını innerve eder. İnferior dalı medial ve
inferior rektus kaslarını, inferior oblik kası innerve eden dalları verir.
Troklear sinir seyri nedeniyle ekstrakonaldir. Kılıfları boyunca kavernöz
sinüse uzanabilirler (90,91). Hareket
kısıtlılığına, diplopi ve strabismusa neden olabilirler. Bazen hemoraji,
nadiren kalsifikasyon veya kistik dejenerasyon (kistik schwannom) görülebilir.
Histolojik olarak Antoni A ve B tipleri bulunur. Düzenli, birbirine paralel,
birbirleriyle ilişkili halkalar, kıvrımlar, kordonlar oluşturmuş sağlam olarak
düzenlenmiş iğ şeklinde hücrelerden oluşan tipi Antoni A tipi olaral isimlendirilir.
Antoni B’de hücreler kollajen matrikste rasgele dağılmıştır, daha az sellular
paterne sahiptir (2). Orbital schwannom BT ve MR’da oval iyi sınırlı, orta ya
da güçlü kontrastlanan intrakonal veya ekstra konal yerleşimli kitleler olarak
görülür. Bazen intramuskuler kitle olarak da görülebilir (90,91). Optik sinir
itilmiş veya sarılmıştır. Superior orbital fissürde, orbitada ekspansiyon,
ekstrakonal kitlelerde kemik erozyonu görülebilir. T1 ağırlıklı kesitlerde
kaslarla izointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens sinyal izlenir (Resim
73). Antoni B alanlarında, daha sellüler olan Antoni A alanlarına göre daha
yüksek sinyal ve gadolinyum enjeksiyonu ile daha fazla parlaklaşma görülür.
Ancak bu her zaman geçerli değildir. Kistik schwannomlar kontrastlanmayan
hipointens kitle olarak görülür. Ayırıcı tanıda kavernöz hemanjiom, dermoid
kist, mukosel, piyosel, epidermal inklüzyon kisti, kolesterol granulomu,
lenfanjioma düşünülmelidir. Malign formu enderdir. Pleomorfik iğsi hücreler,
çok sayıda mitotik şekiller, miksoid matriks alanı içerir. Nekroz, kemik veya
kas gibi heterotopik elementler bulunabilir ve bunlar BT ve MR ile görülebilir.
Schwannomun malign formunda BT’de irregüler konturlu iyi sınırlanamayan kitle
ve kemik destrüksiyonu görülebilir (90).
Nörofibromun lokalize formları orbital schwannomlardan ayırt edilmesi güç
olabilir. İkisi de Von Recklinghausen NF ile birlikte görülebilir.
Schwannomların aksine lokalize nörofibromlar iyi sınırlı olsa bile kapsüllü
değillerdir. Pleksiform ve diffüz nörofibrom hipervasküler, iyi sınırlanamayan tümörlerdir. Bu nedenle tümüyle
çıkarılamayabilir. Göz kapaklarında
aşırı büyüme, fasial planlar boyunca orbitaya infiltrasyonu görülür. Çevre
dokulara basıya neden olabilir. Histopatolojik olarak endonöral fibroblastlar,
schwann hücreleri ve miksoid matriks görülür. Nörofibromlarda aksonal komponent
bulunur, schwannomlarda ise yoktur. Tanı genellikle histopatolojik inceleme ile
konulur. BT’de beyin ile izodens olarak görülür. Kapsülün bulunmaması nedeniyle
kenarlarında hafif düzensizlik, schwannom’dan ayırt edilmesinde yararlı
olabilir, kontrastla schwannomda olduğu gibi orta veya yüksek derecede boyanma
görülür. Schwannomda daha sık görülen superior orbital fissürde genişleme
birçok olgu serilerinde gösterilmiştir. MR görüntülemede T1 de kaslarla
izointens, T2 de hiperintens olarak izlenir. Heriki sekansta da homojen veya
heterojen olabilir. Ilımlı veya belirgin kontrastlanma görülür (90). İzole nörofibromlar sistemik
nörofibromatozisle birlikte bulunmayan, görece daha nadir görülen, diğer
orbital tümörlerden ayrımı güç olabilen bir tümördür. Park ve arkadaşlarının 5
olguluk serilerinde kas tutulumu ile pterigopalatin fossaya, temporal fossaya, orbital
tavanda kemik erozyonu yaparak veya superior orbital fissürden kavernöz sinüse
veya orta kranial fossaya, lakrimal fossaya ve nazolakrimal kanala, inferior
mea’ya uzanan iyi sınırlı kistik, solid ve mikst kitle lezyonları
tanımlanmıştır. BT eşlik eden kemik
değişikliklerini iyi bir şekilde gösterirken MR lezyonların farklı
lokalizasyonlara uzanımının ve diğer orbital yapılarla ilişkisinin
değerlendirilmesinde, solid- kistik yapıların ayırt edilmesinde yardımcı
olmaktadır (92).
Orbital lösemi
Lösemi çocuklarda en
sık görülen kanserlerden biridir. Olguların %75’i akut lenfoblastik lösemi, %
20’i akut miyelositer lösemi, %5’i kronik miyelositer lösemidir. Kronik
lenfositik lösemi yetişkinlerde görülür. Orbital tutulum orbital kemik veya
yumuşak dokunun lösemik hücreler tarafından direkt infiltrasyonu ile oluşur. Akut
miyelositer lösemi (AML) de sıklıkla granülositik sarkom şeklinde infiltrasyon
görülür (Resim 74). Bir çok AML’li hastada ilk bulgu olarak ortaya çıkar. Tipik
olarak subperiostal alanı infiltre eder. Temporal fossaya, etmoid hava
hücrelerine veya anterior kranial fossaya doğru genişler. Dural veya
leptomeningeal infiltrasyon, BT ve MR’da kontrastla parlaklaşma ile
görülebilir. Ayırıcı tanıda rabdomyosarkom, Langerhans hücreli histiositoz,
hemanjioperisitom, kapiller hemanjiom lenfoma, psodotümör, subperiostal abse,
metastaz (nöroblastom, Ewing sarkomu, Willm’s tumör) düşünülmelidir (2).
Orbital rhabdomyosarkom
Çocukta en yaygın mezenkimal tümördür. Orbital
rhabdomyosarkom baş boyun rhabdomyosarkomlarının %25–35 ‘ini oluşturur. En sık 2- 5 yaş arasında
görülür, fakat doğumdan yetişkin yaşa kadar bildirilmiştir. Çocuklarda
embrioner tip, yetişkinlerde pleomorfik tip görülür. Primer okuler
rhabdomyosarkom nadir bir tümördür ve konjonktiva, iris veya silier cisimde
gelişebilir. Göz kapağından da gelişen rhabdomyosarkom bildirilmiştir, Ancak diğer bazı olgularda bunun primer
rhabdomyosarkomun subkütanöz yayılımı olduğu ileri sürülmüştür. Sekonder rhabdomyosarkom komşu paranazal
sinüslerden, pterigopalatin fossadan, infratemporal fossadan veya nazofarenksden
orbitaya direkt yayılıma denir. Baş ve boyun, gövde ve ekstremitelerdeki primer
tümörden de orbitaya metastaz olabilir (93). Erkeklerde kadınlara göre biraz
daha fazladır. Embrioner tip orbitada en sık görülür. Ekstrakonal (%37), intra
konal (%17) ve herikisinde (%47) ve üst kadranda (%67) yerleşir. Uygun tanı ve
tedavi için radyolog, oftalmolog ve medikal ve radyasyon onkologlarının yakın
kooperasyonu gerekir. Klinik olarak hızlı gelişen unilateral propitoz, göz
küresinde yer değişikliği, pitoz, göz kapağında şişme, ele gelen kitle ve ağrı
görülür. MRG’de T1 ağırlıklı kesitlerde kaslarla izointens, T2 ağırlıklı
kesitlerde kaslara göre hiperintenstir. Kemik destrüksiyonu %40 olguda görülür
(92). Göz küresi sıklıkla yer değiştirmiş veya itilmiştir, ancak infiltre
değildir. Paranazal sinüslere veya intrakraniyal alana yayılım görülebilir. Dinamik
incelemede hemanjiomdan farklı olarak düşük pik, gecikmiş yıkanma ile ılımlı
kontrastlanma görülür (2). Orbitanın lenfatik drenajı olmadığı için bölgesel
lenf bezleri ancak tümörün ileri lokal yayılımı olduğu zaman görülebilir. BT ve
MR birbirini tamamlayıcıdır. Multipl gruplaşmış üzüm salkımı gibi çevresel
boyanan lezyonlar embrionik tipin botryoid varyantı ile görülen bir bulgudur,
“botryoid sign” denir. Kesin tanı için doku örneklemesi gerekir, genellikle tümörün
lokalizasyonuna göre eksizyonel veya insizyonel açık biopsi tercih edilir. Cerrahi
sonrası radyoterapi ve kemoterapi yapılır. Residüel tümör ve rekürrent tümörün
değerlendirilmesi ve monitorizasyonu için radyoterapi ve kemoterapi sonrası
takipte seri MR görüntüleme yararlıdır. Rekürrent tümör - fibrozis ayrımında
seri görüntüleme gereklidir. BT tetkiki
kemik değişikliklerini ve tedavinin etkinliğini değerlendirmeye yardımcı olur.
Fibröz histiositoma
Yumuşak doku, kas ve fasyaları tutan mezenkimal bir tümördür. Bazı
yazarlar orbitanın en sık mezenkimal tümörü olduğunu düşünürler. Fibröz
görünümlü histiositik hücrelerden oluşur. Benign veya malign olabilir. Malign
fibröz histiositomada kemik erozyonu görülür. Benign lezyonlar kemiğe bası ile
atrofiye neden ourlar. T2 ağırlıklı kesitlerde bazı sellüler fibröz histiomalar
ılımlı veya belirgin intens, iyi sınırlı bir kitle olarak görünürler, intra
veya ekstrakonal olabilirler. Ilımlı veya belirgin kontrastlanma gösterirler.
Kavernöz hemanjiom, hemanjioperisitom, nörofibrom, menenjiom, vaskülojenik
leyomiyom, lenfoma, ve metastaz ayırıcı tanıda düşünülmelidir (2, 56).
Metastazlar
Orbita veya göz küresine metastaz saklı primer tümörün ilk belirtisi
olabilir. Kadınlarda meme, erkeklerde akciğerler en yaygın primer tümör
lokalizasyonlarıdır (85). Bunları prostat ve böbrekler, mide, tiroid maligniteleri
ve melanomlar takip eder. Çocuklarda nöroblastom metastazı en sık görülür.
Genellikle ekstrakonal tutulum görülür ve retrobulber yağ, orbital kemik ve
lakrimal bez tutulur. İntrakonal tutlum %10 olguda görülür (61). Orbital yağ
dokusunda psödotümörü taklit eden diffüz metastatik infiltrasyon meydana
gelebilir. Metastatik skirröz meme kanserlerinde orbital yapılarda fiksasyon ve
enoftalmus, ekstrokuler kaslarda asimetrik noduler yapıda tutulum görülür.
Kemik tutulumu bu olgularda görülmez (85). Ağrılı propitoz en yaygın geliş yakınmasıdır.
Skirröz meme karsinomlarında enoftalmi görülür. Orbitaya paranazal sinüslerden,
nazofarenksten ve göz küresinden tümör yayılımı görülebilir. Tümör sıklıkla
irregülerdir ve kaslarla benzer sinyal intensitesinde ve değişken kontrastlanma
paterni ile güçlükle tanımlanabilir. Orbital
metastazlı hastaların üçte ikisinde aynı
zamanda beyin metastazı görülür. En sık
olarak kadınlarda meme kanserlerinde, akciğer ve böbrek kanserlerinde,
erkeklerde prostat kanserlerinde görülür (Resim 75-77). Çocuklarda
nöroblastomdan, Ewing sarkomundan ve Willms tumöründen orbitaya metastazlar
olur. Metastazlar primer tümörlerle,
miyozit ve diffüz orbital psödotümör ile karışabilir. Metastazların çok sayıda
olması, primerin bilinmesi tanıyı kolaylaştırır. Herhangi bir kompartmanı
tutabilir. Uveal melanom, retinoblastom ve okuler medulloepitelioma nedeniyle
opere edilen hastalarda cerrahi yatakta izlenen herhangi bir kitle rekürrens
olarak değerlendirilmelidir. Bazen metastatik depozitler tek ve iyi sınırlı
lezyonlar olarak görünürler ve benign orbital tümörleri düşündürürler, ancak
primer malign melanom veya karsinoid benzer görünümü oluşturabilir(56).
Sekonder orbital tümörler
Sinonazal malign tümörler, yüzün basal cell ve squamous cell gibi cilt
tümörleri ve melanom orbitaya invazyon yapabilir (Resim 78,79). İnferior
orbital fissür; pterigopalatin fossa ve infratemporal fossadan patolojilerin
geçişine izin verir. Perinöral veya perivasküler yayılım ile de sinonazal,
orofarengeal tümörler pterigopalatin fossaya ve daha sonra orbitaya
ulaşabilirler. Menenjiom gibi intrakranial lezyonlar da orbitanın posterolateral
duvarından, optik kanal ve sfenoid fissürlerden, etmoidal foraminalardan, veya
lamina papirasea ve orbital tavandan orbitaya uzanabilirler (56). Tümörler
genellikle MR’da T2 ağırklı kesitlerde düşük sinyal intensiteli olarak
görülürler. Obsrüksiyona bağlı sıvı koleksiyonundan tümörün ayrımı bu nedenle
MR ile daha iyi yapılabilir, tümörün sınırları daha iyi değerlendirilebilir
(101).
Sfeno- orbital menenjiom
Dura mater birbirine sıkı bir şekilde yapışık meningeal ve periosteal
tabakalardan meydana gelir. Ancak optik foramen içinden geçerken bu tabakalar
birbirinden ayrılır. Meningeal tabaka optik sinir kılıfı, periost ise
periorbita olarak devam eder (2). Periorbitadan veya rastgele yerleşmiş
araknoid kılıftan gelişen ekstrakonal menenjiomlar tüm primer orbital
tümörlerin %5’i oranında görülürler (10). Sfenoid kemiğin ala majorunu tutmuş
intraossöz menenjiomdan da orbitanın sekonder tutulumu gelişebilir (61). Sıklıkla benigndir ve bütün intrakranial
menenjiomların %14-18’ini oluşturular. Yakın ilişki nedeniyle kavernöz sinüs,
kranial sinirler ve majör vasküler yapılar tutulabilir (94). Bu tümörler komşu kemikleri
tutma eğilimindedir. Genellikle heriki sfenoid kanat, komşu dura ve bazen
orbita tutulur. Sfeno-orbital ‘En Plaque’ menenjiomlar yavaş büyürler ve
cerrahi olarak çıkarılmaları güçtür uzun süre çıkarılmaları imkansız olarak
düşünülmüştür. Bugün tümör rekürrensini önlemek için geniş kemik rezeksiyonu ve
ardından rekonstrüksiyon yapılmaktadır (95). Sandalcıoğulları ve arkadaşlarının cerrahi
yaklaşım ve sonuçlarının sunulduğu çalışmalarında 16 hastadan 14’ünde
ilerleyici propitoz, 7 hastada buna eşlik eden ilerleyici görme bozukluğu, bir
hastada görme alanında daralma ve diplopi, diğer bir hastada sadece orbital
ağrı yakınması ile başvuru bildirilmiştir (94).
Orbital menenjiomların değerlendirilmesinde yüksek rezolusyonlu BT
kalsifikasyonların ve hiperostozun görülebilmesini sağlaması nedeniyle
geleneksel olarak seçilen yöntemdir. MR yüksek yumuşak doku çözümleme gücü ve
kemik artefaktlarının olmaması nedeniyle orbital yapıların, foramenlerin iyi
bir şekilde değerlendirilmesini sağlar (10). Konrast verildikten sonra çok
güçlü olarak boyanma gösterirler. İki olgumuzda MR’da aksial, koronal ve
sagittal planda yağ baskılı kontrastlı kesitlerin, lezyonun yayılımının
değerlendirilmesinde yararlı olduğu görülmüştür (Resim 80). Kavernöz sinüs ve
majör vasküler yapıların değerlendirilmesinde SE T2 ağırlıklı ve proton
dansitesi MR kesitleri ve MR anjiografi yararlı olmaktadır. Ayırıcı tanıda
psödotümör, sarkoidoz, lenfoma ve metastaz düşünülmelidir. Komşu kemiklerde
hiperostozun görülmesi, vasküler yapıların manşon şeklinde sarılması ve
daralmasına yol açması, meningeal boyanma menenjiomun diğer lezyonlardan
ayrımında yararlıdır (Resim 78).
Orbital kistik
lezyonlar-Dermoidler
En sık görülen gelişimsel kistik lezyonlar dermoid ve epidermoid
kistler ve teratomlardır. Dermoid ve epidermoid kistler nöral tüpün kapanması
sırasında ektodermal elementlerin içine alınması sonucu gelişirler (56). Fibröz
kapsülleri vardır. Epidermoid keratinize, stratifiye skuamöz epitelyum ile
döşenmiştir. Dermoidler yağ bezleri ve kıl follikülleri, teratomlar iki veya
daha fazla germ tabakaları içerir. Yağ dokusu içeren dermoid kistler iyi
sınırlı teratom olarak isimlendirilebilir. Teratomlar doğumda büyük, kistik orbital
kitle olarak görülür. Dermoid kistler orbitanın en sık görülen konjenital
lezyonudur. İyi sınırlı, yavaş büyüyen lezyonlar ekstrakonal alanda yeralır ve
kitle etkisi nedeniyle komşu kemikte erozyon ve remodelasyona neden olurlar.
Rüptür nedeniyle akut enfeksiyonu taklit edebilir. MR’da T1 ağırlıklı kesitlerde hiperintens
olarak izlenir (Resim 81–84). Sekretuvar elementler içeriyorsa epidermoide
benzer sinyal özellikleri gösterir. Yağ-sıvı seviyelenmesi, kalsifikasyon
görülebilir. Nadiren ring şeklinde boyanma görülebilir (61). Kistlerin büyük çoğunluğu çocukluk çağında
orbital kenar yakınında subkutanöz nodul olarak görünür. Yetişkinlerde orbital
kenarın arkasında sıklıkla lakrimal glanda yakındır, lakrimal gland
patolojileriyle karışabilir.
Konjenital veya gelişimsel orbital
malformasyonlar
Orbita ve periorbital anomalilerin
klinik olarak değerlendirilmesinde normal ve normal olmayan arasında ayrım
yapmak önemlidir. Çok sayıda konjenital malformasyonda gözler arasında
mesafenin anormal olması en önemli bulgudur. İnterorbital mesafe en doğru
olarak Waters’, posteroanterior kafa grafileri veya BT ‘den değerlendirilebilir
(6).
Hipotelorizm medial ve orbital duvarlar arasında mesafenin azalmasıdır. Hipotelorizm
60’dan fazla sendromda tanımlanmıştır ve kafa kemikleri malformasyonuna veya
beynin yetersiz gelişimi sonucu olabilir. Örnek olarak metopik sütürlerin erken
kapanması sonucu gelişen trigonosfalide hipotelorism, üçgen kafa, belirgin öne
doğru çıkık alın görülür(6). Haloprosensefali ile de görülebilir. Fötal
gelişimin 3. haftasında anormal yapışma ve morfogenez sonucu gelişir. Median
orbita veya birleşik göz (siklops) gibi ağır formlarından tek maksiler kesici
diş içeren hipotelorizm gibi daha hafif formlarına kadar çeşitli derecelerde
olabilir.
Hipertelorizm interorbital mesafedenin artmış olması demektir. Klinik olarak
interpupiller mesafe de artmıştır. Kribriform plate defekti ile birlikte
görülebilir. Anterior ansefalosel eşlik edebilir. Hipertelorizm 550’den fazla
hastalıkta tanımlanmıştır. Sfenoid kemiğin erken ossifikasyonu ile orbitaların
fötal pozisyonda kalması (erken gelişim sırasında 180o, doğumda 70
o, yetişkinde 68 o), nazal kapsülün yetersiz gelişmesi ile
primitif beyin kesesinin bu alana protrude olması, Apert ve Crouzon
sendromlarında olduğu gibi kafa tabanı kemiklerinde gelişim güçlüğü veya
frontobazal displazi veya kraniofasial displazi gibi midfasial malformasyonlar
hipertelorizmin olası mekanizmalarını oluşturur (6).
Kraniosinostoz kafa tabanı ve kafa kemiklerinin blastemik evrede anormal gelişimine
bağlıdır. Koronal sütür sinostozunda füzyon tarafındaki orbita superiora ve
laterale doğru yükselir. Kranial deformitenin düzeltilmesi orbital deformitenin
de kendiliğinden düzelmesini sağlar (2).
Mandibulofasial dizostoz ve otosefali birinci ve ikinci (visseral) brankial arklardan gelişen
facial yapıların mesodermal farklılaşmasının baskılanması nedeniyledir. Mandibulofasial
dizostozda orbitalarda malar kemik hipoplazisi nedeniyle inferolateralde defekt
olabilir. Ciddi malar hipoplazi olgularında orbitanın lateral duvarı sfenoidin
büyük kanadı ve frontal kemiğin zigomatik çıkıntısı tarafından oluşturulur
(2,56).
Gözün gelişimi orbitanın gelişimini doğrudan etkiler. Orbital kranial
bileşkenin şekli beyin ve kafa kemiklerinin gelişiminden etkilenir. Beyin az
gelişmiş, fakat göz normal gelişmişse frontal kemiğin orbital plate’i
genellikle anterior kranial fossa içine doğru yükselir. Göz az gelişmişse ve
beyin normal ise orbital plate hipoplastiktir. Bebeklikte veya erken çocukluk
döneminde enükleasyondan sonra protez uygulanamaması gelişmin durmasına ve
küçük orbitaya neden olur (2).
Crouson ve Apert sendromlarında belirgin hipertelorizm vardır. Yüz hipoplastik ve eksoftalmus
mevcuttur. BT ve kraniografilerde sfenoid kemiğin büyük kanadının laterale yer
değiştirdiği ve etmoid kemikte balonlaşma görülür. Ekstraokuler kaslarda anormallikler
görülebilir (56).
Nörofibromatozis ve orbital
defektler
Kranial kemiklerin ossöz displazisi von Recklinghausen hastalığının bir
parçası olabilir. Sfenoid kemiğin büyük ve/veya küçük kanadının tam veya kısmen
yokluğu orbital defekti oluşturur (Resim 85). Sfenoid kemiğin gövdesi de
tutulmuş olabilir ve displastik, anormal sella tursika oluşturur (2).
Fibro-ossöz, ossöz ve
kartilajinöz lezyonlar
Orbita ve paraorbital alanların fibro-ossöz, ossöz ve kartilajinöz
lezyonları göreceli olarak sık değildir. Bu lezyonların klinik, radyolojik ve
patolojik bulguları birbirlerine benzediği için tanıda güçlük olabilir (Resim
86). Bu lezyonlar neoplastik olmayan proliferasyonlar ve neoplazmları içerir.
Neoplazmlar benign ve malign olarak ayrılırlar. Ossifying fibrom, fibröz
displazi, kondromisoid fibrom, dev hücreli tümör, dev hücreli reperatif
granülom, kondrom, kondroblastom, osteoblastom, osteosarkom ve kondrosarkom
sayılabilir. Bu lezyonların birbirinden ayırt edilmesinde klinik, radyolojik ve
patolojik kriterler yardımcı olur (96).
Ossifying Fibrom kadınlarda daha sık görülür ve genellikle asemtomatiktir, insidental
olarak saptanır. Histolojik olarak osteoblastlar ile çevrelenmiş matür kemik
spikülleri ve fibröz stromadn oluşur. Cerrahi olarak çıkarılabilir. Rekürrens nadiren
görülebilir. Radyolojik olarak
İyi sınırlı, yumuşak konturlu bir lezyon olarak görülür. Erken dönemde
minimal mineralize kistik kitle ve yumuşak doku olarak, geç dönemde radyoopak
görünürler. Lezyon içinde kemik adaları görülebilir. MR görüntülemede
heterojendirler, T1ağırlıklı kesitlerde hafif hiperintens ve T2 ağırlıklı
kesitlerde hipointenstirler, kontrstla ılımlı parlaklaşma gösterirler (96).
Fibröz displazi medüller kemiğin yapısal olarak zayıf fibröz ve ossöz doku ile yer
değiştirmesiyle karakterize nedeni bilinmeyen bir kemik hastalığıdır.
Genellikle 30 yaşın altında ortaya çıkar ve bir (monostotik) veya birden çok
(polyostotik) kemiğin tutulumu olabilir. Ağrısızdır, asimetrik şişme ile
fonksiyon bozukluğu görülebilir. Kraniofasial tutulumda başağrısı, propitoz
burun tıkanıklığı görülebilir. Orbital
ve paraorbital monostotik tutulum olguların %25’inin, polyostotik tutulum ise
%50’sinin üstünde meydana gelir. Albraight-McCune-Sternberg sendromunda
endokrin bozukluk (hipertiroidi, erken puberte), kutanöz pigmentasyon ve fibröz
displazi vardır. Konjenital formu Cherubizmde maksiler kemikte orbita tabanında
ekspansiyon nedeniyle göz küresinde yukarı doğru itilme, alt göz kapağında
retraksiyon ve yüz derisinde gerilme meydana gelir. Bu görünüm için rönesans
sanatında yukarı doğru cennete bakış tanımı yapılır. Histolojik olarak ossifying
fibromadan ayrılamaz. Radyolojik bulgular gelişimin evresine ve lezyondaki
kemik matriksin miktarına bağlıdır. Radyolüsent alanlardan diffüz skleroz
alanlarına kadar değişen görünümler izlenir. Periost reaksiyonu görülmez.
Fasial kemikler ve kafa tabanı kemik tutulumları daha çok sklerotiktir (Resim
87,88). Kranial kemiklerde sıklıkla litik form görülür. T2 ağırlıklı kesitlerde
hipointens, T1 ağırlıklı kesitlerde kaslarla izo/hipo intens olarak izlenir.
Tutulan kemikte ekspansiyon, heterojen dansite paterni, incelmiş korteks fibröz
displazi için tipiktir (Resim 89)(96).
Dev hücreli tümör benign fakat lokal olarak agresif bir neoplazımdır. Baş boyun
bölgesinde nadirdir. Sfenoid, temporal ve etmoid kemikler tutulabilir. Başağrısı,
diplopi, görmede azalma, propitoz görülebilir. Çok nukleuslu dev hücreler ve
tek nukleuslu hücreler görülür. Devhücreler lezyonun her yerine yayılır, ancak
daha çok santralde kümeleşme eğilimindedir. Nukleusların sayısı değişkendir ve
100 veya daha fazla olabilir. Tek nukleuslu stromal hücreler epiteloid veya
iğsi şekilli, nukleusları dev hücrelerin nukleuslarından farklı değildir.
Mitotik aktivite tek nukleuslu hücrelerde görülür (96).T1 ağırlıklı MR
görüntülerinde hipo, T2 ağırlıklı görüntülerde hiperintens olarak görülür ve
kontrastlı T1 ağırlıklı görüntülerde belirgin parlaklaşma izlenir. BT’de
ekspansil, litik, düşük dansiteli lezyon olarak görülür (96).
Osteoblastom histolojik olarak osteoid osteomla aynı bulguları paylaşır, ancak daha
büyüktür. Yüzde şişme ve asimetri, diş kayıpları ve çiğneme problemleri
görülür. Nokturnal ağrı ve aspirine yanıt daha az görülür. Osteoblastomlar
gevşek fibrovasküler bağ dokusu ve düzensiz birbirine geçmiş osteoid
trabeküllerden oluşan hipersellüler bir tümördür. BT’de iyi sınırlı, yuvarlak,
ekspansil lezyon belirgin kalsifik rim ile çevrili olarak görülür. MR’da
ossifying fibromun özelliklerini gösterir. Santral kısmı T2’de hiperintens
olabilir. Kontrastla hafif veya yüksek parlaklaşma gösterirler (96).
Orbital travma
Orbita travmalarında kemik kırıkları ve yumuşak doku yaralanmaları
meydana gelir. Orbita taban kırıkları, medial duvar kırıkları, tripot kırkları,
nazo-orbito-etmoidal kırıklar, LeFort kırıkları, orbita ve göz küresine yabancı
cisim içeren penetran yaralanmalar oluşabilir (2). Günümüzde fraktürlerin
gösterilmesinde birinci seçilecek yöntem BT’dir (Resim 90–93). Aksial kesitlerde inferior orbital fraktürler
gözden kaçabileceğinden mutlaka koronal kesitler gerekir. Optik sinir
yaralanmalarında ve diğer yumuşak doku değişikliklerinde MR yardımcı
olabilir. Preoperatif olarak hasarın
derecesinin ve şeklinin gösterilmesi, cerrahın lezyonu yeterince anlaması ve
iyi bir şekilde onarabilmesi için gereklidir. Yüzde kaslar, göz küreleri,
dişler ve havayolunu koruyan dört adet vertikal, dört adet horizontal destek
hattı bulunur. Titanum plakları ve vidalarla, güçlü sabitleme ve mekanik
redüksiyon ile destek hatlarının yer değişikliği cerrah tarafından
düzeltilebilir (97).
LeFort fraktürleri orbitayı etkileyebilir. Bu kırıklar ilk kez René LeFort tarafından
1800’lerde tanımlanmıştır (59). LeFort I’de üst çeneye bir vuru sonucu “yüzen
damak” ortaya çıkar. Orbitada etkilenme yoktur. LeFort II’de nazofrontal
sütürden bilateral olarak medial orbitaya inferolateral olarak
zigomatiko-maksiller sütürlere uzanan piramit şeklinde kırık görülür. Pterigoid
plate’ler kırılmştır. Santral piramidal parça posteriora doğru yer
değiştirmiştir ve “tabak yüz” görünümü oluşur (Resim 91). LeFort III nazal
kemerden dışa ve posteriora doğru orbital taban boyunca uzanan fraktür ve üst
zigomanın kraniumdan ayrılması ile “yüzen yüz” deformitesine neden olur. LeFort
III tel kenarlı gözlüğe benzetilebilir. Pterigoid plaklar, etmoid, sfenoid
sinüs ve optik kanallar tutulabilir. Dura yırtılmasıyla BOS fistülü, rinore
görülebilir (59).
Zigomatiko-maksiller kompleks
orbital volümün oluşturulması ve maksiler kırıkların
redüksiyonu için cerrahi olarak
önemlidir. Zigomalar orbita tabanının büyük kısmını ve lateral duvarlarını
oluşturur (97). Zigomatiko-maksiler fraktür orbita tabanından maksillanın ön
tarafına doğru, infra orbital foramen yanından, damağı ve maksiller kemiği
geçerek pterigoid plaklara gelir. Tripot
(trimalar ) fraktürde fraktür hattı lateral orbital duvardan
(zigomatiko-frontal ve zigomatiko-sfenoid sütürler)inferior orbital fissüre,
daha sonra infraorbital kanal yanında orbita tabanını boydanboya geçer, aşağıda
zigomatiko-maksiller sütürün yakınında anterior maksillaya yukarda inferior
orbital fissürün gerisinde posterior maksiller duvara uzanır. İnfraorbital sinir
olguların %94,2’sinde zarar görmüştür (56).
Blow -out fraktür klasik olarak orbita tabanını içerir. Orbital rim normaldir. Tek
başına veya zigomatiko-maksiller kompleks, LeFort fraktürleri ve
nazo-orbito-etmoidal fraktürlerle birlikte görülebilir (Resim 92, 93) (97). BT kesitleri kemiklerin durumunun ve
inferior rektus kasının pozisyonunun gösterilmesine, hematom ve yağ dokusunun
herniasyonunun tanımlanmasına yardımcı olur. Blow- in kırıklarda orbital taban
kemik parçaları orbita içine yer değiştirerek orbitanın hacminin azalmasına yol
açar (2). Orbital taban kırıkları genellikle medial duvar kırıkları ile
birliktedir. Medial duvar kırıklarında genellikle orbita içinde hava bulunur.
Koronal kesitler bu lezyonların gösterilmesine ve medial rektus kasının
değerlendirilmesine yardımcı olur. Orbital tavan fraktürleri penetran veya
penetran olmayan yaralanmalar sonucu olabilir. Bu kırıklar genellikle
pnömosefalus, BOS fistülü ve diğer intrakranial komplikasyonlarla birliktedir.
Frontal sinüs kırıkları eşlik edebilir. BT ve MR görüntüleme birlikte, kırıkların ve intrakranial
komplikasyonlarının değerlendirilmesini sağlar (2,97).
Optik foramen, superior
orbital fissür ve orbital apeks fraktürleri optik
sinir yaralanması ile birlikte olabilir. Tek başına veya daha sıklıkla Le Fort
kırıklarıyla birlikte olabilir. Sfenoid fraktürleri hemen her zaman vardır ve
sinüs içinde hava sıvı seviyesi görülür. BT kırığın gösterilmesinde, MR ise optik
sinirdeki hasarın değerlendirilmesinde yararlı olur. Optik sinir basısı kemik
fragman veya optik sinir kılıfı içinde, kanal seviyesinde veya apekste
retrobulber mesafede hematom veya subperiostal hematom nedeniyle olabilir.
Görmede azalma varsa hemen cerrahi tedavi gerekir. Kompresyonun ortadan
kaldırılmasıyla görmede belirgin iyileşme sağlanabilir. Optik sinir genellikle
ödemli olarak görülür. Optik sinir kesisi nadirdir, ancak görülebilir(2,59,97).
Orbital hematomlar orbital basınç artışına ve optik nöropatiye neden olabildikleri için
önemli olabilir. Propitozis ve optik sinirde gerilme basınç artışını gösterir.
Gençlerde subperiostal hematom periorbita kemiğe daha gevşek tutunduğu için
daha sık görülür (Resim 94). Orbital subperiostal kompartman potansiyel
alandır, bu yüzden kanama, enfeksiyon, lenfoproliferatif hastalıkların ve en
plaque menenjiomların infiltrasyonu ve metastazlar için yatkınlık oluşturur.
Subperiostal hematom travmatik veya spontan olabilir. Lösemi, trombositopeni,
kan dikrazileri, hemofili, antikoagulan kullanımı, orak hücreli anemi gibi
sistemik hemorajik hastalıklar da spontan subperiostal hematom görülebilir
(56,59). BT’de elipsoid, ekstrakonal, hiperdens kitle olarak görünür. Orbita
içinde her yerde, kaslarda da olabilir. Akut subperiostal hematomlar BT’de
hiperdens, subakut hematomlar beyin parakimi ile izodens olarak görülür, bazen
sıvı-sıvı seviyesi görülebilir. Kronik dönemde (kolesterol granulom), BT’de
düşük dansiteli kontrastlanmayan hafif veya belirgin kemik yıkımının eşlik
ettiği yumuşak doku kitlesi olarak görünür. MR görüntülemede hematomun yaşına
göre değişik puls sekanslarında farklı sinyal özellikleri tanımlanır. Akut
dönemde T1’de beyin parankimi ile izointens, T2’de belirgin hipointens /
sinyalsiz, subakut dönemde T1 ve T2’de heterojen sinyal intensitesi ve bazen
sıvı –sıvı seviyesi görülebilir. Erken kronik subperiostal hematom veya geç
kronik subperiostal hematom (kolesterol granulom) MRgörüntülemede bütün puls
sekanslarında hiperintens olarak görülür. Kontrastla boyanma görülmez (98).
Orbital hematomların çoğu günler içinde resorbe olur. Persistan hematom
hematik kiste dönüşür ve sıklıkla
orbital tavanda, frontal kemiğe yapışıktır, ancak orbitada her yerde veya
orbital kemiklerde (kolesterol granüloma) bulunabilir. Fibröz bir duvar ve
içinde kan yıkım ürünleri, kolesterol, hemosiderin, hematoidin kristalleri, dev
hücreler ve granulom dokusu bulunur (56). Kan yıkım ürünlerinin ozmotik
etkisiyle kist büyüyebilir. BT’de
protein içeriği nedeniyle hiperdens, MR’da da bütün sekanslarda hiperintens
olarak görünür. Enflamasyon olmadığı sürece kontrastlanmaz (59).
Kolesterol granulomlar kolesterol kristalleri sarılmış granülomatoz infiltrasyon ile
karakterize kemikte erozyon ve destrüksiyon oluşturan ekspansil bir lezyondur. Orbitofrontal
lezyonlar çok sık değildir, genellikle lakrimal fossa yakınında oluşurlar. Dermoid
ve epidermoid kistlerde farklı olarak epitelial elementler içermez, fibröz
kapsülle çevrili ksantogranulomatöz infiltrasyon, kolesterol kistleri, dev
hücreler ve hemosiderin içerir. Travma,
cerrahi veya enfeksiyon sonrası gelişirler. Kolesteatomlar epidermoid kistlerdir
ve kolesterol granülomlarından ayırt edilmelidir. BT’de ekstrakonal, kemikte
destrüksiyon oluşturmuş, göz küresini aşağıya doğru itmiş kontrastlanmayan
beyinle izodens kitle olarak görülür. MRG’de T1 ve T2 ağırlıklı sekanslrın her
ikisinde de hiperintens görülür. Bazen T1 de biraz daha düşük sinyalli olabilir
(98,99).
Orbital enfeksiyonlar ve
komplikasyonlar
Orbital enfeksiyonlar primer orbital hastalıkların %60’ını oluşturular.
Akut, subakut ve kronik olabilirler. Sinüslerden, yüzdeki enfeksiyon odağından,
travma ve yabancı cisimlerden veya septisemiden kaynaklabilir. En sık bakteriel
enfeksiyonları streptekok, stafilokok, pnömokok, psödomonas, neisseria,
hemofilus ve mikobakteri enfeksiyonlarıdır. Herpes simpleks ve Herpes zoster orbitanın
en sık virüs enfeksiyonlarıdır. İmmün yetmezliği olan hastalarda, kontrol dışı
diyabetik hastalarda fungal ve parazitik patojenlerle fırsatçı enfeksiyonlar
görülebilir. Mikotik enfeksiyon ciddi bir hastalıktır, yüksek morbidite ve
mortalite nedeniyle zamanında tanınması ve tedavi edilmesi gerekir.
Rinoserebral mikotik enfeksiyon kaynağı Phytomycetes ve Aspergillus
(aspergilosis) sınıfına bağlı olan mucoraceae (mukormikoz) ailesinin üyeleri olabilir
(10). Orbital enfeksiyonlar görme kaybına ve hayati tehlikeye yol açabilir.
Antibiyotiklerin kullanımından önce görme kaybı %20, mortalite %17oranındayken bugün ölümlerin olmamasına
rağmen görme kaybı olasılığı hala % 4,5’tir (56,100). Antibiyotik kullanımı
yanında BT, MR ve US kullanımı ile lezyonların ve yerlerinin iyi tanımlanması
ve böylece yapılacak tedavinin doğru seçilmesi de prognozun daha iyi olmasına
yardımcı olur (56).
Paranazal sinüslerin venöz drenajı sinüsler ve orbitalar arasında
bağlantılı valvsiz venlerden oluşur. Birbirleriyle anastomoz yapan bu sistem
tromboflebitin, enfeksiyonun yayılmasına izin verir. Superior oftalmik ven; yüzün,
etmoid ve frontal sinüslerin venöz drenjını sağlayan anguler ven, nasofrontal
ven ve etmoidal venleri aldıktan sonra kavernöz sinüse, maksiller sinüsün
superior kısmının venöz drenajı inferior orbita ven ile kavernöz sinüse veya
pterigoid pleksus’a, sfenoid sinüsün
venöz drenajı pterigoid pleksus’a boşalır (98,99).
Periorbita sinüs ve orbita içeriği arasında bir barier görevi görür. Sütür
hatları dışında kemikten kolayca sıyrılabilen kalın, fibröz bir zardır. Orbital
septum ve palpebral fasya, periorbitanın uzantısıdır ve orbital enfeksiyonların
içeriye taşınmasına izin vermez (10,100).
Preseptal selülit orbital septumun önünde göz kapağının cilt ve cilt altı dokuları ile
sınırlıdır. Göz kapağında kızarıklık ve şişme görülür. Propitoz, kemozis veya
hareket kısıtlılığı görülmez. Enfeksiyonun septumu geçmesi genellikle görülmez
(Resim 95).
Postseptal selülit orbital septumun arkasında orbitanın içinde oluşur. Erken dönemde ödem
görülür, abse formasyonu görülmez. Orbital
dokularda şişme venöz basıncın artmasına neden olur. Göz kapağı ödemi, hafif
propitoz ve kemozis görülür, hareketlerde genel bir kısıtlılık olabilir. Görme
yetisi azalmamıştır (100).
Preseptal enfeksiyonlar sinüzite sekonder gelişmediği için sinüsler
temiz olabilir. MR görüntülemede göz kapaklarında yumuşak dokuda kalınlaşma, T1ağırlıklı
kesitlerde kaslarla izointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens olarak görülür. Orbital septumun arkasındaki dokular
radyografik olarak normaldir. Orbital
selülit beş evrede sınıflanır: 1. inflamatuar ödem, 2. subperiostal flegmon ve
abse, 3. orbital selülit, 4. orbital abse, 5. oftalmik ven ve kavernöz sinüs
trombozu (56). İlk evrede ödemli yağlı retikulum ve komşu dokular kontrastlı BT
ve MR kesitlerinde biraz parlaklaşırlar. Genel olarak en çok etkilenme enfekte
sinüse komşu ekstrakonal alanda görülür. İntrakonal yağ radyografik olarak
normal olabilir, komşu rektus kasında genişleme ve kontrastlanma görülebilir (100).
Orbital flegmon inflamatuar ödem ve selülitten sonra görülür. Orbital duvar boyunca
artmış yumuşak doku infitrasyonu, periferik yağdokusunun ve subperiostal alanın
yer değiştirmesi, kontrast enjeksiyonu ile artmış yumuşak doku dansitesi
mevcuttur (Resim 96). T1 ağırlıklı ve proton dansitesi kesitlerde ara sinyal
intensitesi, T2 ağırlıklı kesitlerde yüksek sinyal intensites, ve post kontrast
T1 ağırlıklı kesitlerde de parlaklaşma görülür (100).
Subperiostal abse formasyonu (SPA) enfeksiyonun orbitanın ince kemiklerindeki foraminalardan ve
konjenital defektlerden, ender olarak tromboflebitik yayılımla meydana gelir.
Göz kapaklarında belirgin şişme ve eritem, kemozis ve proptoz görülür. Hareket
kısıtlıdır, hastalığın ilerlemesiyle görme kaybı oluşabilir. Rinosinüzitin bir
komplikasyonudur. Hızlı basınç artışıyla görmenin bozulmasına yol açar.
Kontrastlı BT tetkikinde ekstrakonal kontrastlanan kitle olarak görülür. Kavitasyon
nedeniyle homojen veya çevresel boyanma paterni gösterebilir (97). Çevresel
boyanma ve hava- sıvı seviyesi tipiktir. Komşu rektus kasında içeri doğru
itilme ve genişleme görülür. İleri olgularda orbita duvarında osteomiyelit
görülür (100). Etmoid sinüs tutulumunun sık olması ve lamina papirasea’nın çok
ince olması nedeniyle SPA genellikle superomedial veya inferomedial
yerleşimlidir. Orbital US takipte yararlı olabilir. Kavernöz sinüs trombozu veya intrakranial
yayılım görülebilir.
Orbital abseler intrakonal yerleşimlidirler. Penetran yaralanmaya, okuler cerrahiye,
veya metastatik bir olaya(septik emboli) sekonder olabilir. Propitoz, kemozis
ve görme keskinliğinde bozulma mevcuttur. İntrakonal ve ekstrakonal yağın
diffüz infiltrasyonu görülür. MR görüntülemede nekrotik abseler T1 ağırlıklı
kesitlerde hipointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens olarak görülü r (Resim
97-98). Kaslar da tutulabilir. (56,100)
Kavernöz sinüs trombozu sinonazal, orbital veya yüzdeki bir enfeksiyonun yayılması ile oluşur.
Oftalmik venden gelen septik emboli ile kavernöz sinüs trombozu oluşabilir.
Kontrastlı serilerde kavernöz sinüste BT’de dolma defekti görülür. Ancak her
zaman değerlendirilemeyebilir. Kavernöz sinüs ve superior oftalmik ven belirgin
olarak genişlemiştir. Akım yavaşlamıştır veya akım izlenmez. Trombüsün yaşı ile
uyumlu sinyal değişiklikleri görülür (Resim 99). MR venografi yararlı olabilir.
Ekstrokuler kaslarda da genişleme görülür. İnternal karotid arterde mikotik
anevrizma oluşabilir (56,100).
Fungal enfeksiyonlar kontrolsuz diabetiklerde ve immün yetmezliği olan hastalarda meydana
gelir. Bakteriel enfeksiyonlardan daha az görülür. Mukormikoz ve asperjillus en
sık saptanan fungal organizmalardır. Arteriel ve venöz yapıların invazyonuna
bağlı beyinde enfarktlar gelişebilir. Medikal tedavi yetersiz kalabilir ve
cerrahi küretaj gerekebilir. Komplikasyonların önlenmesi için erken tanı
önemlidir. Mukormikoz BT’de sinüs mukozalarında nonspesifik kalınlaşma, orbita
ve sinüs kemik duvarlarında destrüksiyon görülür, tümörü taklit edebilir (100).
Mikotik enfeksiyonlarda sinüsteki enfekte materyal MR’da paramanyetik etkiyle
T2 ağırlıklı kesitlerde tipik olarak hipointens olarak izlenirler (Resim 100).
Asperjillus da benzer şekilde diyabetiklerde ve immün yetmezliği olan
hastalarda daha sık görülür. İnvaziv olmayan tipi kronik sinüzitte görülür.
Radyolojik bulguları mukormikozla benzerdir (56,100).
Nasolakrimal duktal sistemin görüntülenmesi
ve lezyonları
Nasolakrimal duktal sistemin görüntülenmesinde dakriosistogramlar, BT
ve MR kullanılabilir (Resim 101). Caldwell, lateral ve Waters pozisyonlarında
punkta içinden yapılan kontrast madde enjeksiyonundan sonra görüntüler elde
olunur. Normal olarak nasolakrimal duktal sistem 10 sn içinde dolar. Digital
substraksion- dakriosistografi (DS-DSG) kemik yapıların çıkarılmasıyla kanal
sisteminin iyi bir şekilde görüntülenmesini sağlar (Resim101). İnce kesit BT –DSG ( <3mm) gerekli
olduğu zaman nasolakrimal duktal sistem etrafındaki kemik yapıların detaylı
gösterilmesini, kanal, kese, gözkapağı ve çevre yumuşak dokuların dansitelerinin
değerlendirilmesini sağlamaktadır.2,59 MR – DCG ‘nin serum fizyolojik (SF) ile dilue
gadolinyum enjeksiyonu ile 5- 10 dakika içinde yapılabilmektedir. Bazı
araştırmacılar göz yaşı damlası kontrast MR-DCG ‘nin DS-DCG’den daha güvenilir
olduğunu bulmuşlardır. Hızlı T2 ağırlıklı puls sekansları (HASTE, SSFSE, B-FFE
gibi) ile topikal SF ile fonksiyonel olarak görüntülenebilir. Konvansitonel MR
kesitleri ve kesitsel görüntüleme de lezyonların değerlendirilmesinde yararlı
olabilir (Resim 102).2,59
Nasolakrimal kanal fonksiyon bozukluğu yaygın bir oftalmolojik
problemdir. Klinik olarak epifora, lakrimal kese kitlesi ve enflamasyon
görülür. Duktal yapıların konjenital yokluğu veya kusurlu olması, yetişkinlerde
darlık ve tıkanmaları görülebilir. Primer kese ve kanal tümörleri çok enderdir.
Genellikle epitelial tümörler kese tümörlerinin büyük çoğunluğunu; sarkomlar,
melanomlar, nöral tümörler, lenfoma ve diğer nadir lezyonlar geri kalan kısmını
oluştururlar. En yaygın benign epitelial tümör papillomdur ve in situ skuamöz
hücreli karsinom odakları oluşturabilirler (%10-15 oranında). İnverted
papllomlar etmoid hücreler veya nazal kavite içine doğru büyüyebilir (59). En
sık malign tümörleri skuamöz hüreli, transisyonel ve mukoepidermoid
karsinomlardır. SCC’nin MR bulguları nonspesifiktir. T2 ağırlıklı kesitlerde
lenfoma ve psödotümörde olduğu gibi hipointens olarak izlenir (102). Lenfomalar
sinonazal pasajda gelişen, sekonder olarak nasolakrimal kanalı invaze eden
nöral kılıf tümörlerinden daha sık görülür (Resim 103).59 Enfeksiyon
çocuklarda daha sık görülür, fakat yetişkinlerde de en sık görülen nazolakrimal
duktal sistem hastalığıdır.59
Lakrimal bez ve lakrimal
fossa lezyonları
Lakrimal gland hastalıkları çok ender olarak görülür. Bu nedenle bu hastalıkların
ayırıcı tanısındaki deneyimler kısıtlıdır. Cerrahi veya konservatif tedaviye
karar vermek için yol gösterici bulgulara sahip olmak önemlidir. Tanı için
biopsi gerekebilir. Sistemik hastalıklar, enflamatuar hastalıklar ve neoplazik
hastalıklar olası tanı yelpazesinde yeralırlar.
Lakrimal bezi etkileyen patolojiler klinik öykü ve bakı temelinde ikiye
ayrılır. Birinci grup epitelial kökenli benign neoplazmlardır. İlerleyici
ağrısız şişkinlik ile gelirler ve radyolojik olarak invazyon bulgusu saptanmaz.
Bunlardan pleomorfik adenomda lokal ekim olabileceği için biopsi yapılmamalı,
tümüyle çıkarılmalıdır (61, 103). Bu tümörlerde lakrimal fossanın görünüşü ve
kitlelerin konturu ile tanımlama yapılabilir. İyi sınırlı, lakrimal bezin
orbital yüzeyini tutan ve çevreleyen kemikte destrüksiyon yapmayan ancak
skleroza neden olabilen lezyonlardır (Resim 104-106). İkinci grupta diğer %50
epitelial tümörler bulunur, bunlar adenoid kistik veya mukoepidermoid karsinom,
metastaz, lenfoproliferatif hastalık (primer veya sekoder) gibi malign veya
orbitanın idiopatik enflamasyonu (psödotümör) ve Wegener hastalığı gibi
enflamatuar hastalıklarıdır. Burada öykü kısadır, radyolojik olarak uyarıcı
bulgu bulunabilir. Görüntüleme nonspesifiktir (Resim 61,62). Tanıya yardımcı
anahtar bulgular sıklıkla 4. dekadda genç hastada sert kitle ile birlikte
ağrıdır. Kemik erozyonu görülebilir. Kalsifikasyon malign tümörlerde pleomorfik
adenomdan daha fazla görülür. Mukoepidermoid karsinom T1’de hiperintens
olabilir. Lenfoma ve psödotümör bezi infitre edebilir (61).
KAYNAKLAR.