Türkiye’de Tarihi Çevrelerin Korunmasında Katılımcı Planlama Olasılığı: İzmir Örneği


Creative Commons License

Aydoğan M.

Ege Mimarlık, sa.95, ss.30-33, 2017 (Hakemli Dergi)

  • Yayın Türü: Makale / Tam Makale
  • Basım Tarihi: 2017
  • Dergi Adı: Ege Mimarlık
  • Derginin Tarandığı İndeksler: Design & Applied Arts Index
  • Sayfa Sayıları: ss.30-33
  • Dokuz Eylül Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Çağdaş toplumların Şehir Planlama disiplininden temel beklentilerinden biri, tarihi çevrenin korunmasıdır. Bu beklenti, aydınlanmacı planlamanın koruma-kullanma dengesini sağlama görevinin çok ötesindedir. Artık “koruma”: planlamanın yaşanabilirlik, erişilebilirlik gibi temel ilkelerinden biri haline gelmiştir. Tarihi yapıların tekil olarak değil, tarihi kent dokusu içinde korunması (ICOMOS’un 1964 tarihli Venedik Tüzüğü’nden beri), hatta çevreleyen doğal/yapay peyzaj ile birlikte korunması (ICOMOS’un 1987 tarihli Washington Tüzüğü’nden beri) uluslararası normlar olarak görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin yüzyılı aşan deneyimleri; tarihi çevrelerin korunmalarının sadece yöneticiler eliyle sağlanamayacağını, halkın ikna edilmesinin ve sürece katılmasının zaruri olduğunu öğretmiştir.

Türkiye’de de uluslararası anlaşmalara paralel olarak yasal düzenlemeler yapılmakta ve tarihi çevrelerin korunması için farklı ölçek ve tekniklerle planlar hazırlanmaktadır. Ancak mevzuat ve planlarla tanımlanan durum ile uygulama farklılık göstermektedir. Büyükşehirlerin hızlı büyümeleri, yaşanan ekonomik, sosyal ve mekânsal dönüşümler, tarihi çevrelerin korunması sürecinin: Avrupa ülkelerindeki gibi rutin bir planlama uygulaması olarak yürütülmesine olanak vermemektedir. Ülkemizdeki tarihi kent dokularının bazılarının çöküntü bölgeleri haline geldiği, bazılarının kontrolsüz turizm yığılmasıyla karnavallaştırıldığı, bazı sembolik alanların ise sosyoekonomik ve ideolojik kırılmaların mekânsal sembolü olarak, ülke gündemine oturan çatışma alanları haline geldiğini görmekteyiz.

Kentlerin gelişiminde, koruma-kullanma dengesini, “her koşulda, daha fazla kullanma” hatta “tüketene kadar kullanma” yönünde bozmayı ve daha verimli yatırım alanları yaratmayı hedefleyen bazı sermaye çevreleri karşısında, toplumsal grupların seslerini yükseltmeye başladıkları görülmektedir. Bu grupların planlama sürecine katılımları; çoğu zaman ansızın ortaya çıkan projelere reaksiyon şeklinde olmaktadır. Kimi zaman toplumsal çatışmaya, direnişe ve hatta şiddet olaylarına varan bu toplumsal reaksiyonlar, iyimser bir bakışla, kamu yönetimine katılımın bir boyutu olarak değerlendirilebilir. Ancak gerek halk katılımından beklenen faydayı arttırmak; gerek toplumsal huzurun sağlanması için; katılım süreçlerinin çok daha iyi kurgulanmış süreçler olarak sunulması ve topluma öğretilmesi gereklidir.