Efe Akademi, İstanbul, 2023
nsan, yaşamın merkezinde yer alır. Dünya ve kâinat üzerindeki tüm yaşamsal unsurlar,
insanın daha uygun koşullarda hayatını sürdürebilmesi için kurgulanmıştır. Bu
kurguların bir kısmı yaradılıştan gelmekte bir kısmı ise insan çabası ile
oluşturulmaktadır. Dolayısıyla “her şey insan için insana dairdir”. Sosyal güvenlik de bu
felsefi düşüncenin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira her şey insan için ve
insana dair ise insanın yaşamını sürdürebilmesi için asgari refah koşullarını tasarlamak,
planlamak, oluşturmak ve uygulamaya geçirmek gerekir. İnsanın bireysel güvenliğini,
rasyonellik gereği düşünmesi ve sağlaması gerekirken, bunu gerçekleştirmesi çoğu
zaman dışsal faktörlerden dolayı mümkün olamaz. Zira insan, diğer insanlarla, varlıklarla
ve unsurlarla ilişkilerinde devamlı bir tehdit ve risk altında olduğundan sosyal güvenliğe
ihtiyaç duyar. Sosyal güvenlik, insana dair, insanın yaşamını ve yaşama kalitesini
etkileyen, bozan, buna öyle ya da böyle zarar veren tüm unsurlara karşı bir koruma
kalkanı olarak yorumlanabilir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 22. maddesinde
“Herkes toplumun bir ferdi olarak sosyal güvenlik hakkına sahiptir, sosyal güvenlik bireyin onuru,
kişiliğinin geliştirilmesi için kaçınılmaz, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların tatmin edilmesi
temeline dayanır” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla sosyal güvenlik hem temel insan
hakkı olarak kabul edilmiş, hem de bunu sağlamak için devletlere sorumluluk
yüklenmiştir. Sosyal güvenlik Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK)
yaptığı tanımlamada, sosyal güvenlik; “insanların gelirlerine bakılmaksızın toplum huzurunu ve
refahını bozan sosyal tehlikelerin verdiği zararlardan “insan hakkı” ve esas itibariyle de “devlet
görevi” olarak primli ya da primsiz sistemlerin kullanılması, kişilerin sosyal tehlikelerin
zararlarından kurtarılma güvencesidir” olarak belirtilmiştir. Dünya nüfusunun çoğalması ve
insan yaşamını tehdit eden faktörlerin nitelik ve nicelik olarak artması sosyal güvenlik
hizmetlerinin sunumunu daha önemli hale getirmiştir. Devletler sosyal güvenlik
harcamalarını kaçınılmaz olarak artırırken, bu durum beraberinde süregelen ve büyüyen
yeni bir sorunu getirmiştir. Bu sorunun adı “sosyal güvenlik finansmanı ve
sürdürülebilirliği”dir. Artan sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamaya yönelik hizmetler nasıl
ve ne şekilde finanse edilecektir? Kaynakların kıtlığı da dikkate alındığında,
sürdürülebilirlik nasıl ve ne şekilde sağlanacaktır? İşte editörlüğünü üstlendiğimiz ve
alanyazına büyük katkı sağlayacağını düşündüğümüz bu kitap çalışmasında, cevabını
aradığımız temel sorular bunlardır. Giriş bölümü dahil toplam 40 bölümden oluşan ve
52 akademisyenin katkıları ile hazırlanan kitabımızın literatüre, ilgililerine ve
okuyucularına katkı sağlamasını temmenni ederiz.
Bu kitabın telif hakları kamuoyuna aittir.