Uzam-Zaman Kavrayışındaki Değişimin Sanata Etkisi


Creative Commons License

İkizoğlu S.

ICHES Uluslararası İnsani Bilimler ve Eğitim Bilimleri Kongresi, İzmir, Türkiye, 8 - 10 Kasım 2019, ss.266-276

  • Yayın Türü: Bildiri / Tam Metin Bildiri
  • Basıldığı Şehir: İzmir
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.266-276
  • Dokuz Eylül Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

XX. yüzyıldan itibaren gerek bilim ve teknolojideki gelişmeler, gerekse toplumsal alandaki değişimler bireylerin uzam ve zamanı kavrayışına etki etmiştir. Özellikle ulaşım ve bilişimdeki gelişmelerin sonucunda hız ve teknolojinin, algı eşiğini aşan bir deneyime ve bedensel deneyimin saf dışı kaldığı bir kavrayışa neden olması sonucunda gerçeklik algısı değişime uğrar. Bedensellikten kopuk biçimde gerçekleşen, kişilerin kendini konumlandırmakta zorluk çektiği hiper uzam (Jameson, 1990) ya da hız uzam (Virilio, 2003) deneyimi, bireylerin içselleştirme süreçlerine zarar vererek özne ve nesne arasındaki eleştirel mesafenin körelmesine yol açar. Böylesi bir algısal tahribatın etkilerininse Deleuze (2003)’ün deyişiyle bir “mekân-zamanlar yaratma düzeyi” olan sanatta görülmesi kaçınılmazdır.

Nitekim, kübizmin parçalanmış formları gibi Sürrealizmin makineli tüfekleri andıran otomatik yazı tekniği de savaş teknolojilerinin yarattığı algısal ve ruhsal tahribatın göstergeleridir. Diğer yandan, Virilio (1994)’ya göre plastik sanatların statik uzamı, teknolojik gelişmelerin sonucu olan hızın ve sanal imge bombardımanının yutucu gerçekliği karşısında geride kalır. Sanatın kazaya uğradığı bu durumda içsellikten yoksun, anlık bir etkiyi aşamayan “buradalık sanatı”nın formları çağdaş dünyanın gerçekliğinin dolaysız sunumları olarak karşımıza çıkar (Virilio, 2003).

Hazır nesnenin sanat eseri niteliği kazandığı postmodern dönemdeyse sanatın gerçekliğin temsiline bağlı anlamı değişime uğrar ve sıradan bir nesnenin, sanat eseri olup olmadığına dair verilecek hükmün gerekçeleri tartışmaya açılır. Sanatın ne olduğu çağdaş sanat felsefesinin konusu hâline gelir (Danto, 2014). Felsefenin sanata yön veren bir karar merci olduğu böyle bir durumun sonucunda artık, duygudan gücünü olan yaratım önemsizleşir; nesnelerin bağlamının değişmesi ve semiyolojik anlamlarına bağlı olarak estetikleşmesinden ötürü dilsel ifade önem kazanır. Sıradan olan estetikleşirken, geleneksel yaratım ilkelerine dayalı estetik hükmünü yitirir (Baudrillard, 2012a). Zihin temelli sanat anlayışının eserleri ise insan doğasının yaratma eylemine sinmiş varoluşsal özüne sahip değildir (Kuspit, 2012). Sanatın duygusal bağlamından noksan kaldığı, insansızlaştığı bu durumda yaratımın duygu, düşünce dünyasıyla ilişkiselliğini tekrar tekrar düşünmek gerekir.