Tefsîr-i Mi’râcu’n-Nebî


Creative Commons License

Şengün N., Çavuşoğlu R., Tekdemir H. K.

İlahiyat, Ankara, 2016

  • Yayın Türü: Kitap / Araştırma Kitabı
  • Basım Tarihi: 2016
  • Yayınevi: İlahiyat
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Dokuz Eylül Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Âlemlerin rabbi olan yüce Allâh’a, bizleri yoktan var eden sonra da varlığından haberdâr eden Mevlâmıza hamd ve şükürler olsun. Onun kutlu elçisi, rasûl-i zîşân efendimiz, Muhammed Mustafa (sav) hazretlerine, onun her biri “gökteki yıldızlar gibi olan” tüm sahâbe-i kirâmına, ailesine, pâk, mutahhar, temiz zevcelerine binlerce salât ve selâm olsun.

Hiç şüphesiz Türk İslâm Edebiyatı’nın en önemli nazım türlerinden biri mi’râciyyeler, diğer bir adıyla mi’râc-nâmelerdir. Kur’ân-ı mübîn’in ifadeleri ile Hz. Peygamber’in bir gece, “Mescîd-i harâm’dan alınarak çevresi mübârek kılınan Mescîd-i Aksâ’ya, Allâh’ın âyetlerinin kendisine gösterilmesi maksadıyla” gerçekleştirdiği gece yolculuğuna isrâ; oradan da yedi kat semâya yaptığı yolculuğa da mi’râc adı verilmektedir. Bu önemli hâdise, Hz. Peygamber’in risâletinin daha da pekiştirilmesi adına, hem Hakk’ın bir lûtfu hem de yeni Müslüman olmuş kalplere ve gönüllere Allâh Teâlâ ile Hz. Peygamber arasındaki kuvvetli bağın ızhârı hükmündedir. Öte taraftan, bu mühim ziyâretin, Hz. Peygamber’in en önemli destekçilerinden ve dert ortaklarından biri olan Hz. Hatîce – ki ona ilk inananlardan ve sürekli onu maddî ve manevî açıdan destekleyenlerden biri idi – ile amcası Ebû Tâlib’in vefatının hemen akabinde gerçekleşmiş olması da Hz. Peygamber’e zorlu ve sıkıntılı risâlet yolculuğunda bir ferahlama ve inşirâh sağlamıştır. Âdeta iki önemli dost ve yardımcısını kaybeden Hz. Peygamber’e yüce Allâh üzülme, biz seninle beraberiz mesajı vermiştir.

Rivâyetlere göre; M. 619 yılının Recep ayının 27. gecesi gerçekleşen mi’râc hâdisesi, Müslüman müellif ve şâirler tarafından pek çok esere konu edilmiştir.  Bu eserlerden bir kısmı, bu hâdisenin maddî olarak mı yoksa mânen mi gerçekleştiği tartışmalarına aittir.  Hâdisenin cismen ve bedenen mi yoksa rûhen ve mânevî âlemde, rüyâ âleminde mi gerçekleştiği yönündeki tartışmalar, hatırı sayılır miktardadır. Lâkin biz burada, bu tartışmalardan sarf-ı nazar ederek, tartışmalara pek itibar etmeden, hâdisenin bizzat kendisi ile ve Müslüman milletlerin zihin dünyâlarında ve muhayyilelerinde nasıl ma’kes bulduğu meselesi ile daha yakından alakadarız. Gözlerimizi bu yöne çevirdiğimizde, zâten Hz. Peygamber’e büyük bir aşk ve muhabbet ile bağlı bulunan, onun yaşadığı her ânı, her hâdiseyi büyük bir dikkat ve kabul ile takip eden müellif ve şâirlerin eserlerini ön plana çıkarmayı arzû etmekteyiz. Çünkü edebiyat ve edebî eserler, her ne kadar birtakım tartışmaları beraberinde getirse de, daha çok bir milletin gönül dünyasını, duyuş ve his dünyâsını, şuurunu ortaya koyan en önemli göstergeler arasındadır. Bu minvalde değerlendirildiğinde, özellikle Müslüman şâirlerin Hz. Peygamber’in mi’râcını nasıl hissettikleri, nasıl algıladıkları, nasıl duyup gördükleri daha da önem kazanmış bir husustur.

Müslüman şâirlerin Hz. Peygamber’in mi’râcına ayrı bir önem atfettikleri kesindir. Zîrâ ister Arap dünyasında ister Fars dünyasında isterse de diğer Müslüman milletlerin şâirlerinde bu hâdise çok önemli bir yer edinmiştir. Bu hususta elimizde yeteri kadar veri mevcuttur. Müslüman milletlerin Hz. Peygamber’in mi’râcını konu alan Arapça, Farsça veya diğer dillerde kaleme alınmış eserleri, kütüphânelerimizdeki yerini almıştır.

Hiç şüphesiz, Hz. Peygamber’e ayrı bir muhabbet ve sadâkat ile bağlı olan Müslüman Türk şâirleri de kendilerini Hz. Peygamber’in mi’râcını anlatmaktan alamamışlardır. İslâm kültür ve medeniyeti dairesine sonradan giriş yapan Türkler, sanat, edebiyat ve dil alanlarındaki açıklarını pek mâhirâne bir şekilde ve kısa bir sürede kapatmış, bu giriş döneminden kısa bir müddet sonra Arapça ve Farsça yazılmış eserler ile boy ölçüşebilecek bir kabiliyete ulaşmıştır. İlk zamanlardan bugüne kadar Müslüman Türk şâirlerinin yazdığı mi’râc-nâmeler, özellikle el yazması eser kütüphânelerini doldurmuştur. Bu hususta önemli bir çalışmaya imza atan Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987) adlı eserinde ayrıntılı bilgiler ortaya koymuştur.

Yine ifade etmemiz gerekir ki, Hz. Peygamber’in mi’râcını konu alan eserler, klasik Türk edebiyatının sona ermesiyle birlikte tarihin karanlık dehlizlerine hapsolmuş bir nazım türü değildir. Elinizdeki eser, bunun en önemli kanıtlarından biridir. Zira Kars’ın Sarıkamış ilçesi’nde doğup büyüyen Muhammed İlhâmî adlı şâirin hazırlamış olduğu Tefsîr-i Mi’râcu’n-Nebî adlı eser, 1940’lı yıllarda kaleme alınmıştır. Bu durum bize, Agah Sırrı Levend’in; Türk edebiyatının ulaştığı en ücrâ muhitler ve burada yetişen edîb ve şâirlerin araştırılmadan, eserleri incelenmeden, sadece merkezde yaşamış edîb ve şâirler üzerinden edebiyat tarihi yazılamayacağı, yazılsa bile eksik kalacağı yönündeki düşüncesinin ne kadar da haklı olduğunu göstermektedir. Zira merkezden epeyce uzakta, ücrâ sayılabilecek bir muhitte, adeta gizli bir hazîne gibi kalmış olan bu eser, bugün hayatta olan ve İzmir’de yaşayan çocukları ve torunları tarafından bize ulaştırılmıştır. Harf devriminin gerçekleştirildiği tarihten on beş yıl kadar sonraki bir tarihte, Türk milletinin hafızasında doksan bin şehidi dolayısıyla ayrı bir yer edinmiş olan Kars Sarıkamış’ta, Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınan ve el yazması olarak bize ulaşan eseri, hem Muhammed İlhâmî’nin çocuklarının ve torunlarının kendisine bir vefâ borcunu ödemesi hem de büyük Türk edebiyatı tarihi binasına bir tuğla ilave etmek bakımından Latin alfabesine aktardık ve günümüz okuyucusunun istifâdesine sunduk. Böylece kendisinden bugüne kadar haberdâr olamadığımız bu mühim eseri, yaklaşık yetmiş beş yıl sonra nisyân rüzgârının savurduğu ve yok ettiği bir eser olmaktan kurtarmaya çalıştık.

Çalışmamızın baş tarafında Muhammed İlhâmî’nin kısa bir hayat hikâyesini yazdık. Eserlerini tanıtmaya çalıştık. Daha sonra eseri Latin alfabesine aktardık. Ancak bu aktarımı yaparken Osmanlı Türkçesi imlâsında var olan bazı hususları dikkate almadık. Eseri günümüz diline en yakın şekliyle aktarmaya gayret gösterdik. Bunu da okuyucunun kafasını karıştırmamak ve eserden daha rahat istifade etmesini sağlamak için yaptık. Eser halk diliyle kaleme alınmıştı. Eserin Türkçe ve sade bir dille yazılması sebebiyle metin tahliline gitmedik. Ancak eserde bulunan özellikle Arapça, Farsça ve Eski Anadolu Türkçesi kelimelerin, okuyucu tarafından anlaşılmayacağını düşündüğümüz kelimelerin mânâlarını verdiğimiz küçük bir sözlük ilave ettik.

Azim, kararlılık ve çalışma bizden tevfîk ise Allâh’tandır.