MORAL OKÜLT ve MELODRAM SİNEMASI’NDA AŞK’IN HALLER “Hollywood ve Yeşilçam Arasında Sınırlı Bir Karşılaştırma”


Creative Commons License

Tunalı D.

Sinemasal Melodram, Dilek Tunalı,Zehra Cerrahoğlu, Editör, Doğu Batı Yayınları, Ankara, ss.26-47978, 2021

  • Yayın Türü: Kitapta Bölüm / Araştırma Kitabı
  • Basım Tarihi: 2021
  • Yayınevi: Doğu Batı Yayınları
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Sayfa Sayıları: ss.26-47978
  • Editörler: Dilek Tunalı,Zehra Cerrahoğlu, Editör
  • Dokuz Eylül Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

        Peter Brooks’un The Melodramatic Imagination adlı kitabı edebiyatta ve sinemada melodram konusuna odaklananlar için temel bir referanstır. Brooks, Balzac ve Henry James’in eserlerinde “melodram” ve “aşırılığın üslubunu araştırdığı bu çalışmasındaki temel kavram moral okült (moral occult) olarak tanımladığı aşkın, spritüel, metafiziksel, ahlaki; özetle soyut, manevi, ruhani, kutsal ve mitsel bir alanla ilintili olarak görünenin ardındaki görünmeyen dünyayı imler. Doğal olarak edebi eserlerde betimlemenin gücü, görünen dünyada kopan fırtınaların, çakan şimşeklerin, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurların karakterin görünmeyen iç dünyasındaki hüznüne, melankolisine ve acısına içkindir. Ya da tam tersi karakterin ruh hali; ayrılık acısı, korkusu, kaygısı, yalnızlığı, mutsuzluğu ve kuşkusu siyah bulutlara, kayalara vuran dalgalara, soluk ve gri gökyüzüne doğru genişler. Tam da duyguların kendi kabından taşması, aklın hükmünü yitirmesi ile aşırı uçların tanımı haline gelen 19.yy.’ın sonundaki Romantizm’i anlatır gibiyiz. Anlatılmak istenen de edebiyattan, sinemaya kadar (hatta günümüz film ve TV dizilerine kadar) uzanan duyumun moral okült ile birlikte melodramın tüm yapısını belirleyen bir kavram haline gelmesidir. Bu sadece moral okült ve romantizmin değil, aynı zamanda edebiyata realizm geleneğinin de dahil olduğu bir yapıdır.

        Melodram Aydınlanma dönemi öncesi ve sonrasının izlerini bünyesine katarak, bu dönemde Rousseau tarafından Pygmalion isimli eserin ilk kez ‘mélo-drame’ olarak nitelendirilmesinin ardından, birbirine karşıt akımlar olarak ortaya çıkan realist ve romantik geleneği de içine alarak ilerler.  Kısacası Robert Phillip Kolker’ın tabiriyle “melodramın her şeyi kendi içine emebildiği” (Kolker, 1983: 241) düşüncesiyle uyum sağlar.

        Melodramın sadece onulmaz aşkları, ayrılan, birleşen ya da hiç birleşemeyen aşıkları ele aldığı o çok yerleşik algısının aksine, melodramın her biçime, her türe, her oluşuma, her ideolojiye, her kültüre ve her ilişki, iletişim biçimine girebildiği, böylece içine girdiği her yapıyı kendi lehine çevirebildiğine ilişkin düşünce sadece Kolker’ın değil, Thomas Elsaesser’in ve özellikle Tragedy and Melodrama adlı eseriyle bilinen Robert Bechtold Hailman’ın da hemfikir olduğu bir yaklaşımdır.

        Melodramın ve moral okült’ün her yapıda varlık gösterebilme yeteneği, arkaik zamanların dış dünyayı algılama biçimlerinin aktarılmasıyla da ilişkilidir. Özde hala değişmeyen bir algılama biçiminin bazı değişikliklerle günümüzde hala varlığını koruduğu söylenebilir. Bu bir bakıma Brooks’un moral okült’ü tanımlarken ‘maniheizm’ üzerinden kurduğu dünyayı anlatır. İlkel insanın aşırı uçlarda gezinen duygusal dünyasından ve etrafındaki gizemli ve doğaüstü varlıklarla çevrilmiş atmosferinden “gerçeğin görünen yüzü aracılığıyla maskelenen ve bununla birlikte işleyen spritüel değerlerin etki alanı” (Brooks, 1976:4)’na kadar moral okült dolayımıyla duygusal, soyut ve kutsallık içeren geniş bir alan melodrama dahil olur.

        Bu alan Batı’da Hıristiyanlık öncesi kültlerden, pagan Hıristiyanlığın ‘miraculum’larına uzanır. ‘Moralite’ denilen oyunlarda ise İsa ve Meryem’in kavramlaştırıldığı, günümüz melodram anlatılarındaki kadın ve erkek streotiplerine kadar ulaşır. Bu biçimler Hıristiyanlık mitolojisindeki Dantevari betimlemelerden, kıyamet düşüncesine, kıta Avrupa’sından, Amerika’ya Hollywood Sinemasını şekillendiren Püriten yapıya kadar gider. Diğer yandan melodramın coğrafyaya ve zihniyete göre biçimlenerek ulaştığı her yerde o kültürel dokuyu içselleştirdiği gibi moral okült kavramı da kültürün ve zihniyetin şeklini alır. Hollywood Sineması’nda Hıristiyanlık stereotiplerinin; İsa’nın acısının, Meryem’in masumiyetinin ya da filmlerdeki karakterlerin ruh haline uygun bir şekilde değişen mizansen, müzik ve atmosferin Yeşilçam Sineması’ndaki karşılığı daha yerel, daha tasavvufi ölçütlerde olacaktır. Moral okült’ün Batı ve Doğu’daki dokunuşları aşkı güncel halinden çıkararak doğaüstü ve akıldışı bir öte âleme taşıyacaktır.

        Aşkın moral okült yoluyla ‘aşkınlaştığı’ bu hal, melodramı irrasyonel bir tutkunun bitmek bilmeyen bir takipçisi ve kapsayıcısı yapar. İsa ve Meryem’den, Tristan ve Isolde’den, Abelard ve Heloise’den, Paul ve Virginie’den devralınan bu aşk, biçim ve içerik değişikliğiyle Leyla ile Mecnun’un, Arzu ile Kamber’in, Hüsrev-ü Şirin’in ya da daha tasavvufi bir yerden Mevlana ile Şems’in seven-sevilen dikotomisindeki ‘aşktan da öte’ bir aşkınlığa dönüşerek Yeşilçam melodramlarında kendisine yeni aşklar, yeni aşıklar bulacaktır. Bu aşkın moral okült aracılığıyla bağlandığı yer tanrısal aşktır ve “Bir” olanı işaret eder. Bu nedenle Doğu’daki ve Batı’daki görünümü birbirine benzer görünmekle birlikte kültürel ayrımlarla farklı bir estetik, farklı bir içerik ve moral okült’ün değişen yüzüyle farklı bir melodram çıkar ortaya.