Gelecek Ne Getirecek Toplum 5.0 İkinci Baskı, Özlem Çakır,Zerrin Toprak, Editör, Nobel Yayınevi, Ankara, ss.133-151, 2022
Güvenlik, her yeni global değişim ve dönüşümle birlikte ilave kelimeler kazanarak, anlamı güçlendirecek zengin terminoloji yüklenen, olgusal içerikli bir kavramdır. İnsan sağlığı ve besin zinciri bütünlüğünde karşılaşılan yeni tehditlerin ilgi alanı virüs ve bakteri habitatı/ekolojisi içinde kalacak şekilde insan yerleşimlerin genişletilmesine ilişkindir. Hayvanların taşıdığı mikropların insan için bir tehdit hâlini alması, tarım faaliyetleri için yeni alanlar açılmasıyla başlamıştır. Bulundukları alanda canlılık ve sürdürebilirlik sağlayacak temel duruşuyla, toplumun çeşitli risklerden uzaklaşabilmesi için; kültürlerarası farklılıklardan istifade edebilme, tehditleri dayanışma ve işbirliği projeleriyle kazanca çevirme, ilgi gruplarından istifade edebilme, bilgilendirilmiş toplumun, genç, yaşlı, kadın, erkek gibi çeşitli gruplarından gelen bilgi ve çabaları değerlendirme, geçmişin ve bugünün bilgi ve tecrübelerini, hedeflere ulaşmada buluşturup kullanabilme araçlarının etkin kullanılması akıllı kentler yaklaşımı içinde hedeflenmektedir. Bu süreçte ülkeler, toplumsal sermayelerini güçlendirmek, dijital siber eko-sistemde güç kazanmak, akıllı teknolojileri kullanmak ve çeşitli yöntemlerle bu rekabet ortamına kendilerini geliştirmek zorundadır. Bu çalışmada “sağlık güvenliği” konusu bir adım öteye taşınmış ve diğer unsurlarla ilişkisi dikkate alınarak incelenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Gıda Güvenliği, Toplum 5.0, Coronavirus Pandemi, Sürdürebilirlik, Paydaş katılımı, Disiplinlerarasılık
İngilizce olarak basılmış makaleye aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. Türkçe metin daha kapsamlıdır.
bk. https://www.scirp.org/journal/paperinformation.aspx?paperid=103233
GIDA GÜVENLİĞİ VE TOPLUM 5.0
Prof.Dr.Zerrin Toprak, Karaman
Dokuz Eylül Üniversitesi,
İk. İd.Bil.Fak.
Buca, İzmir
zerrin.toprak@deu.edu.tr
GİRİŞ : GIDA
GÜVENLİĞİ KAVRAMINI YENİDEN ANLAMLANDIRMA SÜRECİNDE AKILLI TOPLUM
Güvenlik, her yeni global değişim ve dönüşümle
birlikte ilave kelimeler kazanarak, anlamı güçlendirecek zengin terminoloji yüklenen,
olgusal içerikli bir kavramdır. Ulusal Siber Güvenlik Strateji rehberinde (2016-2019)
kritik hizmet ve altyapının çökertilmesiyle, kamu düzeninin bozulması ve
güvenlik ilişkisi kurulurken; can kaybı, ekonomik zarar ve hizmetlerin aksaması
ve/veya ortadan kalkması unsurlarına yer verilmiştir. Akıllı toplum, güvenlik olgusunun
neresindedir?. Akıllı olma sözlüklerde, doğruyu
yanlıştan “ayırt etme” kabiliyeti olan, sağduyulu, anlamında
tanımlanmaktadır. Felsefesi itibariyle süreklilik taşıyan günün getirdiği
değişikliklere uyum sağlayan bir tanımlamaya ihtiyaç duymaktadır. Başka bir
ifadeyle ucu açık bir kavramdır. Uygun sayısallıkta, yenilikçi, birlikte sinerji
yaratabilme yeteneği, örgütlenebilme kapasitesi olan bireylerin yaşadığı
yerleşimlerde sektörel bütünleşik düşünebilen yaratıcı, yenilikçi, girişimci vb
özellikleri ile daha çok nüfuslu alanlar itibariyle akıllı (smart) kent[1]
tanımları içinde de yer almaktadır.
İnsan sağlığı ve besin zinciri bütünlüğünde karşılaşılan
yeni tehditlerin ilgi alanı virüs ve bakteri habitatı/ekolojisi içinde kalacak
şekilde yerleşimlerin genişletilmesine ilişkindir. Hayvanların taşıdığı
mikropların insan için bir tehdit halini alması, tarım faaliyetleri için yeni
alanlar açmalarıyla başlamıştır. İnsanların yaşam alanlarını nüfus artışı ve
gıda ihtiyacı nedeniyle genişletmeleri ve kırı istila etmeleri içinde
yaşadığımız yüzyıla özgü bir olgu değildir. Kızamık, tüberküloz, boğmaca ve
grip için farklı hayvanlara işaret edilmektedir. Günümüzdeki diğer bir tartışma
konusu, donmuş toprakların iklim
değişikliği nedeniyle ısınması ve insanların yerleşimine giderek uygun hale
gelmesidir. Oysaki donmuş toprakların bakterilerin uzun süre, belki de
milyonlarca yıl canlı kalması için ideal ortam sağladığı bilinmektedir.
Virüslerin de uzun süre dayanabildiği gözlemlenmektedir. Bir araştırmaya
göre, buzulların erimesi ile de geçmişin bakteri ve virüsleri yeryüzünde etkili
hale gelmektedir (BBC, 2017). Araştırmacıların
2014'te, Sibirya'da 30 metre derinlikte 30 bin yıllık iki önemli virüsü
(Pithovirus sibericum ve Mollivirus sibericum) yeniden canlandırdığını
hatırlamak yerinde olacaktır (Legendre, 2015: 8). Endüstriyel faaliyetlerin de tetiklediği iklim
değişikliklerine bağlı olarak, bu tür olayların nadir olmayacağı maalesef
araştırmanın sonucunda belirtilmektedir. Bu şekilde bilinmeyen virüs ve
bakterilerle yeniden karşılaşma ortamı oluşturulmaktadır.
Bütün bu değişmeler, kişisel sağlık da dahil olmak
üzere, mekânsal stratejik yeni taktikler gerektirmektedir. Bulundukları alanda
canlılık ve sürdürebilirlik sağlayacak temel duruşuyla, toplumun çeşitli risklerden uzaklaşabilmesi
için; kültürlerarası farklılıklardan istifade edebilme, tehditleri dayanışma ve
işbirliği projeleriyle kazanca çevirme, ilgi gruplarından istifade edebilme,
bilgilendirilmiş toplumun, genç, yaşlı, kadın, erkek gibi çeşitli gruplarından
gelen bilgi ve çabaları değerlendirme, geçmişin ve bugünün bilgi ve
tecrübelerini, hedeflere ulaşmada buluşturup kullanabilme araçları etkin
kullanılması hedeflenmektedir. Başka bir ifadeyle akıllı toplum, ileriye
yönelik sürdürülebilir refahın sağlanmasında, görev ve sorumluluklarının her alanda farkında
olabilecek şekilde, bireysel ve toplumsal risk yönetimini uzlaştırma ve krizi
yönetebilme anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım, bir sürdürülebilirlik sürecidir.
Bu süreçte ülkeler, toplumsal sermayelerini güçlendirmek, dijital siber
eko-sistemde güç kazanmak, akıllı teknolojileri değerlendirmek, yerleşiklerin
hareketliliğini çeşitli nedenlerle, örneğin salgın hastalıklar ile çok yönlü
suç olasılığında ve gerçekliğinde,
yerleşiklerin mekânsal takibini sağlamada gizli veya açık yöntemlerle,
“toplumun güvenliği ve özgürlük adına”, “rekabet” ederek kendilerini zorunlu
olarak geliştirmektedir.
Küresel ve/veya bölgesel risklerden bilinen ana
başlıklardan herhangi biri görünür hale geldiğinde veya bir adım öne
çıktığında, doğrudan veya dolaylı; diğer tehditler de konunun bir yanında yer
almaktadır. Son zamanlarda jeolojik ve meteorolojik tehditler kadar
teknolojinin geliştirdiği biyolojik ve siber saldırılar öne çıkmıştır.
Karşılaşılan risklerin merkezinde her zaman gelişmişlikleri farklı olsa da,
kalabalık ve sıkışık nüfusa sahip yerleşimler yer almaktadır.
2019 yılının sonu itibariyle etkileri itibariyle
ölümcül sonuçlar yaratan bir “küresel virüs salgını” konusu Çin yönetimi
tarafından gündeme getirilmiştir. Diğer salgınlar gibi atlatılacağı beklentisi
yerine, kısa zamanda, kalıcı olabileceği endişesi başlamıştır. Olgu taşıdığı
riskler itibariyle, gerçek dünyamızı zorlasa da “ölüm korkusu” ile 2020 Nisan
ortalarında artık hayatımıza yerleşmiş ve küresel ölçekte de kamu
politikalarını etkiler hale gelmiştir. Artık uzaylılar gelse şaşırmayız denilen
“küresel fantastik gerçeklik ortamındayız”. Nihai tahlilde, bütünleşik risk
yönetimi terminolojisini güçlendiren “bütünleşik tetikleyici risk yönetimi”
kavramı öne çıkmıştır. Neredeyse bütün riskler birbirini güçlendirmek için
adeta kol kola girmektedir. Bu kavram da, “kol kola girmiş riskler” anlamına
gelmektedir.
Dikkat edilirse,
söz konusu tehlike ne tip olursa olsun, aslında taşıdığı özellikler ve
yarattığı tehditlerin toplumsal ortaklığından bahsedilebilecektir. Mekânın korunmasında
daha önceki tehditlerde öne çıkan askeri ve askeri olmayan sanal ve gerçeklik
ortamında korunması listelenen araçlar (klasik ve modern): ülkesel olarak
normlar, toplumun sosyo-kültürel değerleri iken; Covid -19 virusunun sahip olduğu bilinen
tehditler ve bilinmeyen riskler nedeniyle konu sağlıklı yaşam olduğunda, söz
konusu kültürel davranış kalıplarının bir kısmından da korunma anlamı öne
çıkmıştır. Söz konusu, bir kısım kültürel değerlerin tehdit edici boyutu ise
yüzyıllardır korunan değerler olup, onları görmezlikten gelmek kolay
bırakılacak bir konu olamamaktadır.
Covid-19 için tanımlanan “pandemik” sözcüğü; pandemi, eski Yunanca'da tüm anlamına gelen
παν (pan) ile insanlar anlamına gelen δῆμος (demos) kelimelerinden
türetilmiştir. İlk defa bütün dünyada evlerde kalarak veya diğer kişilerden
“izole” olarak küresel ölçekte bir tecrübe yaşanmıştır. Eğer bir
olay yaşanmasaydı, fantastik gerçeklik/realism tipi bir romanın sayfalarında
kalan bir hikaye değeri taşıyabilecekti. Oysaki bu salgın, üzerinde çok yönlü çalışılması gereken toplumsal
bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Artık “sarılma, öpüşme, el
sıkışmadan başlayarak, en keyif aldığımız toplu yürüttüğümüz ritüeller, kültürel
ve sanat faaliyetler yanında dokunarak bir kumaş veya meyve seçmek gibi
alışkanlıklarımız, “küçüklerin
gözlerinden, büyüklerin ellerinden” selamlaşması rafa kalkmış görünmektedir. Belki
asla raf ömrü bitmeyecektir. Kültürel alışkanlıklar konusu aslında bu tebliğin
temasını oluşturmamakla birlikte, virüs ile mücadelede çok önemli role
sahiptir. Ancak anlatım bütünlüğü açısından zaman zaman değinilmesi de
kaçınılmaz olmaktadır.
Birleşmiş Milletler (1992, 1994),
güvenlik tanımlamasındaki kriterler; özellikle yavaş veya aniden ortaya çıkan
ve ekonomik, doğal - siyasi nedenlerden kaynaklanan, günlük hayatın işleyişini
bozan güvenli olmayan ortamlar yaratan olgulara işaret etmektedir. Bu olgular
tehlike yaratma anlamında birbirini etkileyebilen ve tetikleyebilen özelliğe
sahiptir. Belirtilen konular, ekonomik, sosyo-kültürel vb risklere işaret
etmektedir. Güvenlik tanımlamasını yukarıda da belirtildiği gibi günün
getirdiği koşullarda bazı betimlemeler güçlendirici etki yapmaktadır. Çeşitli
afetler nedeniyle gıda mukavemetinin azalması veya ortadan kalkması ulusal
güvenliğin tanımlarına, “bir devletin vatandaşlarını korunması ve güvenliğini
sağlaması için yiyecek ve içecek sağlama sorumluluğu olarak (FAO, 2020)
güvenlik
unsuru ile ilişkilendirilmiştir. Nitekim
bütün dünyada insanlar gıda stoku yapmaya yönelmişler ve gelişmiş ülkeler
yönetimleri “gıda stokunun yetecek düzeyde olduğu” teminatını vermektedirler.
Türkiye’de bu konuda başarılı olan ülkeler içinde yer almaktadır.
Küresel
güvenlik yönüyle; doğa kaynaklı ve diğer pek çok insani faaliyetin ortaya
çıkardığı global dinamiklerinin de etkisiyle devletlerin işbirliği gerekmektedir.
Ancak, ne zaman biteceği öngörülemeyen bu konuda, birbirine “koruyucu maske”,
başta olmak üzere eşya yardımı yapan yönetimler, “gıda yardımı” da yapmaya ne
kadar istekli olabileceklerdir?. Ya da kendi üreticimiz destek beklerken,
dışarıdan tarım ürünleri ithalini sürdürecek miyiz? Mamafih, Türkiye’de yasal
karar alıcıların, tarım faaliyetlerini desteklemesi ve işgücünü “karantina
kapsamı” dışında bırakması, akılcı bir yöntemsellik olarak uygulamaya
girmiştir.
Geliştirilmiş güvenlik
tanımı çok çeşitli güvenlik alanlarını belirlemektedir. Bu alanlar aşağıda yer
almaktadır (UN, 2009: 6).
1.
Ekonomik: istihdamın yaratılması ve yoksulluğa karşı önlemler.
2.
Yiyecek: açlığa ve kıtlığa karşı önlemler.
3.
Sağlık: hastalığa, güvenli olmayan gıdalara, yetersiz beslenmeye ve temel
sağlık hizmetlerine erişim eksikliğine karşı önlemler.
4.
Çevresel: çevresel bozulmaya, kaynakların tükenmesine, doğal afetlere ve
kirliliğe karşı önlemler.
5.
Kişisel: fiziksel şiddet, suç, terörizm, aile içi şiddet ve çocuk işçiliğine
karşı önlemler.
6.
Topluluk: etnik, dini ve diğer kimlik gerilimlerine karşı önlemler.
7.
Politik: politik baskı ve insan hakları ihlallerine karşı alınacak önlemler.
Mamafih her bir
konu içine terör baskısı da eklenebilir. Bu konular birlikte, 10 Aralık 1948
günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen, İnsan Hakları Evrensel
Bildirisinin temel felsefesinde yer almaktadır. Oylamaya katılan BM üyesi 48
devletin temsilcileri “olumlu” oy vermiştir. Türkiye de, “olumlu” oy verenler
arasındadır. Bir bütün olarak, “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin
hakkıdır” (md.3) ve “Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa
tarafından eşit korunma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildiriye aykırı her
türlü ayrım gözetici işlemlere ve ayrım kışkırtıcılığına karşı eşit korunma
hakkı vardır” (md.7)hükümleri konuyla doğrudan ilişkilidir. Dünya Sağlık
Örgütünün tanımına göre tehditkâr ve tehlikeli ortamlar her tip terör için
uygun ortamlardır.
Bu çalışmada,
“sağlık güvenliği” konusu bir adım öne çıkarılarak, kuşkusuz diğer unsurlarla
ilişkisi de dikkate alınarak incelenmiştir. Ulusal güvenliğin gıda boyutunu
güçlendirirken, yerleşimlerin stratejik altyapı ve üst yapı donatımlarını
güçlendirici çalışmalar da önemsenmektedir. İnsan güvenliğini esas alan temel
unsurlar a) çok sektörlü, b) kapsamlı, c) özgün koşullar sahipliği ve d)
önleyici olma özelliklerine sahip bulunduğundan; sağlıklı kalan bireyin
gıda-toplum mukavemeti ilişkisi bütünselliği geliştirilmiş bir model üzerinden
incelenecektir. Gelecek sağlık koşullarının korunması ile sağlık ve su
istihbaratı üzerinden gelişecek gibi görünmektedir. Özetle, incelenen konuların
çok çeşitli olması, disiplinlerarası ve disiplinler üstü çalışmaları gerekli
kılmaktadır. Bütün gelişmelerin izlenmesi ve bilginin yol göstericiliğinde
kurallara uyma, uymama halinin toplumsal kaos ortamına yol açması, bilgili ve
akıllı toplum zamanına işaret etmektedir.
KAMU YÖNETİMİ YAPILANMASINDA GÜVENLİK YAKLAŞIMI
Güvenli (safety) kişinin veya ortamın
korunması için gereken koşulların sağlandığını güvende olma halini anlatmak
için kullanılırken; güvenlik (security) ise, tehdit yaratan durumların engellenmesi,
tehlikeden uzak olma halini sağlayan sistem için kullanılmaktadır. Bu kavramlar
birlikte, toplum için güvenli bir alan oluşturmak, her türlü can ve mal
kayıplarının önlenmesini amaçlayan eylemleri ve yönetimini ifade
etmektedir.
Cumhurbaşkanlığı
Teşkilatı Hakkında, Cumhurbaşkanlığı 1 Sayılı Kararnamesi Hükümleri gereğince,
aşağıdaki güvenlikle ilişkili gördüğümüz konular Devletin başı olma sıfatıyla,
yürütme yetkisine sahip, Cumhurbaşkanı ile doğrudan ilgilidir. En yüksek Devlet
memuru olarak İdari İşler Başkanı, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığının
en üst amiridir( CK1, md.5). Görevlerinin içinde ayrı bir başlık olarak “İç
güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda koordinasyonun sağlanması
için gerekli çalışmaları yapmak” (CK1,md.6/ç) yer almaktadır. Bu amaçla
kurulmuş Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün (CK1,md.9) görevleri
aşağıda yer almaktadır:
a)Devletin
güvenlik politika ve stratejileri ile ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile
koordinasyonu sağlamak, belirlenen politikaların uygulamasını izlemek,
değerlendirmek ve raporlamak,
b)
Olağanüstü hâl ilan edilen bölgelerde, olağanüstü hâl ilanına esas olan
konularda bilgileri derlemek, değerlendirmek ve bu hususlarda koordinasyonu
sağlamak,
(a)
ve (b) bendinde belirtilen konularda ilgili politika kurullarının görüşü
alınmaktadır.
Terör
ve koruma tedbirlerine ilişkin işlemler, kamuoyunu bilgilendirme olarak
belirtilmektedir.
Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri ile belirlenen yeni kamu yönetimi yapılanmasında,
Cumhurbaşkanlığı bünyesinde, 1 sayılı Kararname ile oluşturulan merkezi
düzeydeki güvenlik yapılarını destekleyen “Cumhurbaşkanlığı Politika
Kurulları”(CK1,md.20)[2], toplumsal
sermayeyi dikkate aldığı koşullarda etkin bir yönetim aracı modelidir.
.
Uluslararası
Habitat toplantılarının temalarını oluşturan “sağlıklı kentler” anlatımı
içinde, nüfusun profilini kontrol etmek, arazi ve kent planlamasını, kalkınma
ve kent ekonomisini içinde değerlendirmek ve konut ile temel hizmetleri
yönetişim ve insan hakları, hukukun üstünlüğü ve etik/evrensel değerler ile
birlikte düşünmek yer almaktadır. Her bir konu alanını yaşam kalitesi
standartlarında muhafaza edebilmek, kendi dinamikleri içinde veya beklenmedik
değişikliklere tahammül etme derecesini artırmak önem taşımaktadır.
Çağdaş
toplumlarda, her bir konu içinde, geniş bir bakış açısıyla disiplinlerarası
çalışmalar, teorik dikkati artırmaya odaklanarak uygun cevaplar aramaktadır. Sağlık
konusunda “toplumsal mukavemet”, kişinin sağlığından başlamak üzere, etkileme
yönüyle birçok temel konuyu içermektedir. Burada önem verilmesi gereken,
toplumun da kişi sağlığını korumada sorumlulukları olduğu ve yasal karar alıcı
ve yürütücüleri etkileme gücünü elinde bulundurduğudur. Oysa genelde, bu konu
kişi, ortam ve sağlık hizmeti ile dar anlamda ilişkilendirilmektedir.
Belirtilen
disiplinlerarası işbirliği ihtiyacından hareket edilerek temalar ve disiplinler
yönüyle aşağıda seçilmiş bazı örneklere yer verilmektedir. Eğer kentler büyük
rakamlarla (binlerce) göç alıyorsa, bu güvenli kent olma hususunu (sosyal,
ekonomik, kültürel faktörler yanında sektörel konut ve konuta bağlı hizmetler
ile sağlık gibi ) yakından etkileyecek anlamına gelmektedir. Covid-19 pandemisi
Türkiye’yi meşgul eden, “sığınma arayanlar” ın barındıkları alanlarda ne kadar
tehdit altında olduğu ve sağlık etkisi ile tehdit yaratabileceği sorgulanabilir
bir değere sahiptir.
Yurt içi nüfus
hareketliği ile ilgili olarak da, bir kısım nüfus, daha güvenli olduğunu
düşündüğü göç ettiği önceki “yerleşimlere” geri dönerken, özellikle kıyılarda mülkü olan ikincil konut
sahiplerinin de daha az nüfuslu kıyı bandındaki ilçelere yönelmesi de ayrı bir
tip nüfus hareketliliğini oluşturmaktadır. Belirtilen bu profil nüfus özelliği
olarak beldeye ekonomik olarak yük bindirmese de, yetersiz kalabilecek sağlık
hizmetleri nedeniyle kıyı belediyelerinde hazırlıksız yarattığından güvenli
kent olgusunu konumuz itibariyle zedelemektedir. Aslında, rutini içinde,
genelde o belde daimi yerleşiklerinden ziyade, daha çok dışındaki
yerleşimlerden buraya tatil dönemi için gelerek gıda ve diğer ihtiyaçların
planlanması gerçeği hatırlandığında konuyu “sağlık ve hastane” ile
sınırlandırmamak gerekir. Bu durum da bir ilden diğerine seçilmiş bazı illeri
ve büyükşehir belediyesi olan iller için il sınırından geçiş kısıtlaması getirilmiştir.
Bu durumda, 1982 Anayasasının “yerleşme ve seyahat özgürlüğü” ile ilgili 23.
Maddesine uygun bir uygulama sağlanmış ise de,
Anayasal dayanak olarak gösterilmemiştir. Yeri gelmiş iken, üyesi
olduğumuz Avrupa Konseyinin Covid-19 salgını ve özgürlükler ilişkisi içinde
geliştirdiği düzenleme aşağıda yer almaktadır.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması
Sözleşmesi(ETS No.5), hükümleri 15. Maddesi itibariyle Covid-19 Salgını ile
ilişkilendirilmiştir. Sözleşmenin 15. Maddesi “Acil Durumlarda İstisna” ile
ilgilidir. Nitekim, savaş veya ulusun kamusal yaşamı tehdit eden diğer acil
durumlarda, sözleşmenin tarafları, durumun zorunluluklarının gerektirdiği
ölçüde ve mevcut ulusal tedbirlerin ve uluslararası hukuka göre saptanmış diğer
yükümlülüklerin bu olayda tutarsız olması şartıyla, bu Sözleşme kapsamındaki
yükümlülüklerinden sapan önlemler alabilir(md.5/1) düzenlemesine yer vermiştir.
Ancak söz konusu tedbirler yürürlükten kalktığında Sözleşme hükümleri yeniden
tam olarak yürürlüğe girecektir (Council of Europe, 2020a).
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sağlığını daha iyi koruyabilme
öngörüsü ile kırsal alanlara yönelen nüfus hareketliliği belediye hizmetlerini
ve gıda talebini de öngörülen takvim dışında değiştirecektir. Bu konu “kültür”
ile izah edilebilen, “bencillik” , hususuna bizi yaklaştırmaktadır. İkincil
konut sahiplerinin ekonomik yeterliliği ve eğitimi olsa da bu olayda kendini
koruma refleksi ile belirli zamanlarda gittiği alanlara yüklenmesi, bir
güvenlik tehdidi oluşturma riski yaratmaktır. Bu bakımda idare haklı olarak
seyahati durdurarak önlem almaktadır. Yukarıda yazılan bu hususlar, literatürde
daha önce karşılaşılmadığından “küresel salgın” faktörü ortamı içinde incelenmiş
değildir. Ancak güneş, deniz ve kumsaldan yararlanma vb farklı nedenlerle,
belli bir alana gelen aşırı nüfus etkileri analizleri bulunmaktadır(Toprak,
1990). Bu çalışmalarda elde edilen bilgiler yeni duruma uyarlanabilir özellik
taşımaktadır.
Sağlıklı ve
Gıda Mukavemeti olan kent için aşağıda yer alan hususlar tartışılabilir bir
özellik taşımaktadır. İdealleştirilmiş bir konunun sahiplenilmesi ve
kaynakların rasyonel kullanılması açısından disiplinlerarası geliştirilmesi
gereken bir işbirliği çalışmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Aslında
disiplinlerarası düşünmek yeni bir olgu da değildir. Tarihin tozlu raflarını
üflediğimizde, MÖ.4. yüzyılda Hipokrat (Hippocrates
,460-370 İ.Ö) , On Airs Waters, Places (Hava, Su ve Yer Üzerine)
adlı sağlık coğrafyası incelemesinde tıp, coğrafya ve antropoloji tarihçelerini
bir araya getirerek böyle bir birliktelik oluşturan en eski bir araştırmacıdır
(Hulme, 2016: 38). Görüldüğü gibi, bazı konular tarihin tozlu raflarında
kalmamaktadır.
Bir bütün
olarak değerlendirildiğinde: yerleşimlere yönelik yaşam kalitesi göstergeleri incelenirken;
doğa, fen bilimleri, sosyal bilimler ve beşeri bilimlerin sözcükleri ile
yerleşmiş anlamlarının disiplinler itibariyle birbirinden ödünç alınarak
geliştirildiğini ve ortaklaştığını; yine siyaset ile dini söylemler ve
pratiklerinin araçsal kullanımına ihtiyaç duyulduğunu görmekteyiz. Konu ve
disiplinlerarası ilişkileri okuyucuya bir fikir vermek için ortaya konulmuştur.
Disiplinlerarası birliktelik Şekil 1. yardımıyla gösterilmektedir. Disiplinlerarası çalışmanın önemini ortaya
koyan şekilden de görüldüğü gibi, doğa, teknik ve sosyal birimlerin
ortaklığında ancak bütünsel sorgulama ve çözümleme sağlanabilmektedir. Biri
veya birkaçının ihmal edilmesi, sonuca götüren iyi bir araştırmanın önünü
kesmektedir.
Oysaki, genelde
sağlık, sosyal ve teknik konular örneğindeki gibi, gruplaşmalar olmakta, bir
çalışmanın sonuçlarından diğerinin fayda sağlaması mümkün olamamaktadır. Buna
en güzel örnek “Sağlıklı Kentler” ismi altında yapılan çalışmalardır.
Bağlantılı olarak aşağıda bahsi geçen
konuya yer verilmiştir.
SAĞLIKLI
KENTLER TEORİK YAKLAŞIM
1977 yılında Dünya Sağlık Asamblesi (the World Health
Assembly), çok önemli bir sosyal hedefi hükümetlerin önüne koyarak, “Herkes
İçin Sağlık” çağrısı yapmış ve 1981 yılı “sağlık ” temasının harekete
geçirildiği bir doğum yılı olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 2000 yılına
kadar Dünyadaki herkesin sosyal ve ekonomik açıdan üretken bir hayat
sürebilmesi için gerekli sağlık düzeyine erişebilmesini hedef olarak
belirleyerek, global stratejik çalışmaların eylem planlarının hazırlanmasını
başlatmıştır. Bu seferberlik çağrısına esas teşkil eden çalışmaların felsefi
dayanağında ortaya konulan önemli bir nokta; “Herkes İçin Sağlık” anlatımının,
hastalıkların ve yapılamazlıkların sona ermesi veya doktor ve hastabakıcıların
herkesin sağlığını gözeteceği anlamına gelmediği aksine, “sağlıklı olabilmeyi
sağlayacak kaynaklara ve temel sağlık bakımlarına herkesin erişebilmesi”
anlamını içerdiğidir.
Türkiye’de bu
gelişmelerin dışında kalmamıştır. Sağlıklı Kentler Birliği örgütlenmesi 2005
yılında kurulmuş olup, 2020 yılı başlarında 74 üye belediyesi bulunmaktadır.
Çalışmaları, “sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir kentler” teması üzerine
oturtulmuştur (Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği, Tarih belirtilmemiş). Birlik, Türkiye’de
bulunan Sağlıklı Kentleri ve aday kentleri bir araya getirerek ve bu kentler
arasında sağlık ile bütünleşik planlama, sürdürülebilir gelişme, yönetişim ve
sosyal destek yaratmak, kent içi ve kentler arası eşitsizlikleri azaltarak,
sağlıklı kentler yaratmak ve yaşatmak” olarak çalışmalarının dayanağını açıklamıştır.
Açıklamanın bütününde “disiplinlerarası” ifadesi olmamakla birlikte,
genişletilmiş bir yorumla, birçok disiplinden çalışmalara destek verilerek
beklenen fonksiyonelliğini/işlevselliğini sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Kuruluş
yıllarında, adından ötürü ilk anlamlandırma tepkisiyle; üye koordinatörleri tercihen ağırlıklı
“doktor” gibi sağlık çalışanları iken, 2019 yılı sonu itibariyle “Doktor, Kent
Plancısı, Çevre Mühendisi, Sosyolog, Peyzaj Mimarı, Veteriner Hekim, Gazeteci,
Hemşire, Harita Teknikeri, Memur, İş Güvenliği Uzmanı, İktisat ve İşletme
Mezunu, Diş Hekimi, Mütercim, Halkla İlişkiler, İç Mimar, Kimyager” gibi meslek
gruplarının da katılımı ile disiplinlerarası farkındalığın Türkiye ölçüsünde
arttığı görülmektedir.
Birlik
Müdürü Sayın Murat Ar’a yönettiğimiz, Disiplinlerarası (inter) ve disiplinlerötesi
(trans) çalışmalarına ilişkin, proje ve
yayınlarınızda konu kriteri ve meslek ortaklıkları bu tip çalışmalarda ne
ölçüde sağlanmaktadır sorusuna, (08.11.2019 tarihli bilgilendirme) ; “Bağımlılıkla
Mücadele, Küresel Isınma, Sokak Hayvanları, Fiziksel Aktivite, Sera Gazı
Salınımı, Atık Yönetimi, Kent içi Bisiklet Kullanımı, Işık Kirliliği, Engelliler
ve Erişilebilirlik vb.” konular olarak cevap verilmiştir. Belirtilen
konularda, uzman akademisyenlerle birlikte çeşitli farkındalık çalışmaları,
ulusal ve uluslararası kongreler, konferanslar, çalıştay ve eğitimler,
kurumlarla etkileşim içinde düzenlenmektedir.
Gözlemlerimize
dayanarak, ülke düzeyinde bir değerlendirme yapmak gerekirse, genelde bir konu
etrafında yapılan bu çalışmalarda, kamu, özel ve sivil ortaklılık sağlanmakla
birlikte, toplantılarda başı çeken disiplin ve en iyi ihtimalle komşu
disiplinlere yer verilmektedir. Yukarıdaki satırlarda da belirtildiği gibi; sosyal bilimler ile fen bilimleri nadiren bir
araya gelmektedir. Bir bütün olarak yeni fikirlerin geliştirilmesi ve çoğaltan
etkisi, çoğu kere yeniden değerlendirmeler yazılı hale getirilmediği için zayıf
kalmaktadır.
TÜRKİYE’DE
TOPRAĞIN KORUNMASI VE GIDA YÖNETİMİ
Türkiye’de toprağın mülkiyet ilişkisi ile verimli
işletilmesi ve çiftçi ilişkisi Anayasa’da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek,
erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı
bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli
tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre
toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı
bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların
küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.
Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras hükümleri dışında başkalarına
devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından
işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri
alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir (AY, md.44). Bu hüküm
çerçevesinde, koruma ve kullanma dengesi içinde ama asla tarım topraklarının
kaybına izin vermeyen bir anlayış ortaya konulmuştur.
Ayrıca, “Tarım, Hayvancılık
ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların Korunması” başlığı altında önemli bir
boyuta dikkat çekilmiştir. Bu hükme göre; “ Devlet,
tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini
önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve
hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların
işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.
Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek
değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” (AY,
md.45) hükmüne yer verilmiştir. Ancak, tarım toprakları gerek idari
düzenlemelerle veya kendi doğası içinde kentlerin genişlemesi ve nüfus baskısı
ile gerekse tarım üretiminden gerekli idari desteği görmeme başta olmak üzere
çeşitli nedenlerle çekilme verimli kullanımını ortadan kaldırabilecek bir
özellik taşımaktadır (Toprak, 2019a). Ayrıca afetlerin giderek farklılaşması ve
şiddetini artırması tarım sektörünü geriletmektedir.
Türkiye’nin coğrafi
özellikleri nedeniyle bir yarımada olması ve kıyılarının uzunluğu (adalar dahil
8333 km kıyı şeridi) ile kıyılar konusunun da ayrı bir madde olarak
düzenlenmesine yol açmıştır. Kamu Yararı başlığı altındaki Kıyılardan
yararlanma maddesinde, “Kıyılar, Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır… Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış
amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve
şartları kanunla düzenlenir” (AY, md.43).
Kıyıların da bütünleşik planlama kavramı içinde yer alması, kıyılardaki başta
doğa etkisi olmak üzere olumsuzlukların giderilmesi amacıyla Kıyı Kanunun
gözden tekrar geçirilmesi önem taşımaktadır. Ayrıca kıyıda hastane yapılmaması
da önem taşımaktadır (Toprak, 2019b).
Yerel Yönetimler açısından, da tarım alanlarının
kullanımına ilişkin hükümler Büyükşehir Belediyesi Kanunu (5216 sk) ve Belediye
Kanunu(5393 sk) bütünleştirilmiştir. Büyükşehir Belediyesinin görevleri içinde,
“Sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım
alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak; ağaçlandırma yapmak;
gayrisıhhî işyerlerini, eğlence yerlerini, halk sağlığına ve çevreye etkisi
olan diğer işyerlerini kentin belirli yerlerinde toplamak; inşaat malzemeleri,
hurda depolama alanları ve satış yerlerini, hafriyat toprağı, moloz, kum ve
çakıl depolama alanlarını, odun ve kömür satış ve depolama sahalarını
belirlemek, bunların taşınmasında çevre kirliliğine meydan vermeyecek tedbirler
almak; büyükşehir katı atık yönetim plânını yapmak, yaptırmak; katı atıkların
kaynakta toplanması ve aktarma istasyonuna kadar taşınması hariç katı atıkların
ve hafriyatın yeniden değerlendirilmesi, depolanması ve bertaraf edilmesine
ilişkin hizmetleri yerine getirmek, bu amaçla tesisler kurmak, kurdurmak,
işletmek veya işlettirmek; sanayi ve tıbbî atıklara ilişkin hizmetleri
yürütmek, bunun için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya
işlettirmek; deniz araçlarının atıklarını toplamak, toplatmak, arıtmak ve
bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapmak (5216, md.7/i);
ve il sınırları ile büyükşehir belediyesinin
sınırlarının ayni olmasını sağlayan 6360 sayılı kanun ile de, (Ek fıkra: 12/11/2012-6360/7 md.) “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı
desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler” hükmüne yer verilmiştir. Bu şekilde,
artık belde (büyüklüğüne bakılmadan bütün belediyeler) için “tarımsal olmayan
üretim” fonksiyonuna dayandırılmış “kent” tanımı değişmiştir. İdari olarak, köyleri,
mahalleye döndürülmüş , köy idaresi bulunmayan 30 Büyükşehir Belediyesinde,
kırsal alan faaliyetleri de teminat altına alınmıştır. Bu durum, aslında uzun
zamandır akademik olarak değerlendirilen “kır ve kent” bütünlüğü kavramının, il
düzeyinde yasal düzenleme ile ilişkilendirilmesidir. Teorik olarak, kır ve kent
bütünlüğünü mekânsal strateji planları ile düzenlemek, kenti akıllı hale
getirirken, kırın gıda gücünden de yararlanarak, toplumsal mukavemeti artırmak
önemli bir hedef olarak mevzuat düzenlemeleri içinde yer almaktadır. Uygulamada
da bu felsefeye dayandırılan hukuki prosedüre uygun davranılması önem
kazanmaktadır.
5393 sayılı Belediye Kanunu açısından incelendiğinde;
arsa ve konut ilişkisi içinde hareket ederken belediyeyi, özel kanunlarla
korunması gereken “tarım arazilerinden”, “uzak” tutma hedeflenmektedir.
Nitekim, “ Belediye; düzenli kentleşmeyi
sağlamak, beldenin konut, sanayi ve ticaret alanı ihtiyacını karşılamak
amacıyla belediye ve mücavir alan sınırları içinde, özel kanunlarına göre
korunması gerekli yerler ile tarım arazileri hariç imarlı ve alt yapılı arsalar
üretmek; konut, toplu konut yapmak, satmak, kiralamak ve bu amaçlarla arazi
satın almak, kamulaştırma yapmak, bu arsaları trampa etmek, bu konuda ilgili
diğer kamu kurum ve kuruluşları ve bankalarla iş birliği yapmak ve gerektiğinde
onlarla ortak projeler gerçekleştirmek yetkisine sahiptir”(5393, md.
69).
Bu düzenlemeler bütününde tarıma
önem verilmesinin ön planda olduğu bir hukuki yaklaşım olsa da, 30 Büyükşehir
ve diğer 51 il içindeki kırsal alan faaliyetleri oldukça gerilemiştir. TÜİK
verilerine göre Türkiye’de idari olarak kırsal nüfus oranı 2018 yılında ancak %
1,47 civarındadır. Bu yılda 82.003.882 nüfusun, il ve ilçe merkezlerinde
yaşayanların oranı %92,5 iken köyler ve küçük
belediyelerde yaşayanların oranı ise %7,5 olarak tespit edilmiştir. Konunun bir boyutu da tarımın GSMH
içindeki payının, 2012 yılının sonunda gelindiğinde %7.9 ve 2016 yılı
başlarında ise %7.4’e gerilemeye devam ederken; Türkiye'nin
(2005–2015) dönemindeki tarım karnesinin ortaya koyduğu tabloya göre; çiftçi 27
milyon dekar tarım arazisini ekmekten vazgeçmiş, 600 bin çiftçi üretimden
çekilmiş olup, 14 milyon hektar buğday ekim alanı daralmıştır. 2012–2015
döneminde de patates ekim alanları 600 bin dönüm azalmıştır (Tarımdan Haber,
2015). 2019 yılı itibariyle, Türkiye’de çiftçi sayısının
son 10 yılda % 38 azalarak, tarım alanlarının da son 15 senede % 12’ye ve sebze
bahçeleri alanının ise %15’e küçüldüğü tespit edilmiştir (Euronews, 2019). Tarımda
gerilemeye karşılık sürekli nüfus artışı yanında, Türkiye’ye dış
göçle gelen ve ülkede doğan, doğurma oranı yüksek profilin oluşturduğu gıda,
eğitim ve barınma vb diğer ihtiyaçlarının karşılanması gereken 12.8 milyon
ilave nüfus (International Federation of Red Cross and Red Crescent Societies,
2018: 9)[3] hareketliliği 2018 yılı Dünya
Afet Raporuna girmiştir.
Türkiye’nin ¾’ün dağlık alan olması aslında güçlü yan
ve fırsat olarak görülmelidir. Kent tanımı içine alınsa da, yükseltiler ve
kolay erişilemez özelliği, kırsal alan ve orman varlığını korumuştur. Daha önce
de belirtildiği gibi 5393 sayılı Belediye Kanunu hükümleri izin verdiğinden,
eğer yerel halk ve bağlantılı olarak belediyeler ilgi duyuyorsa tarım
faaliyetleri sürdürülebilmektedir. Bu durumda, tarımsal faaliyetlerin devam
ettiği alanlar, illere göre değişse de ülke bütününde toplamda %8’den daha
fazla oranda kırsal alan varlığımız olduğu öngörülebilir. Metodik olarak, “İl
ve Büyükşehir Bütünlüğü” idari sınırlar uygulamasından önceki 2012 rakamı
içindeki kır ve kent oranları içinde düşünülürse, en kötümser bir tahminle
Türkiye’de %25 oranında kırsal alan kullanımı bulunmaktadır. Giderek artacağı
ümidini toplum taşımaktadır.
Tarım bir ülkeyi hayatta
tutan en önemli mukavemet ölçütü iken, Türkiye’de hızlı bir tarımsal kayıp olgusu
yaşandığı, Covid -19 nedeniyle daha da fark edilir hale gelmiştir. Daha
önceleri, miktar yerine “fiyat” ile ilgilenen halk, bu fiyat artışını tek
başına “aracı” ile ilişkilendirirken, artık tarlalar neden yeşermiyor sorusu da
tüm boyutlarıyla medya aracılığıyla ve akademik olarak irdelenmeye başlamıştır.
Aslında, bir bütün olarak kentleşme hareketlerinin başlangıcından itibaren
(1960’lı yıllar), ekonomik ve sosyal baskılara karşı koyamayan siyasi irade nedeniyle, sağlıksız yerleşimler oluşmuştur. Bilimsel
veri yetersizliğinin çoğaltan etkisini de gözle görünür bu fiziksel bozulmada
aramak yerinde olacaktır. Toprak, orman, açık alanlar, plaj ve değerli sulak
alanlar gibi habitat alanları önlenebilir olan yok olma ve çok yönlü kirlilik
etkilerine açık hale gelmiştir. Aşağıda içinde toplumsal mukavemet için gerekli
potansiyel koruma alanları yer almaktadır.
Tablo 1 Toplumsal Mukavemet İçin Potansiyel
Koruma Alanları
Kentsel ve Kırsal* Yerleşim Merkezleri |
Yerleşim
alanlarının sınırları, temel ekonomik ve sosyo-kültürel işlevler, optimal
nüfus dağılımı, hizmet alanları, |
Açık Alanlar |
Doğal koruma alanları, milli parklar, kıyılar |
Tarımsal Alanlar |
Gelişmeye elverişli alanlar ve sektörler, tarımsal alanların korunması
ve başka kullanımlara dönüşmemesi, otlakların korunması, sulak alanlar |
Ormancılık |
Kereste üretim alanları, rekreasyon kullanımları |
Madencilik |
Çevresel zarara neden olmayacak potansiyel gelişme alanları |
Endüstriyel Alanlar |
İzin verilebilir endüstri alanları, mevcut endüstrinin olası
gelişmesi, yeni endüstrilerin katılımı, kirletici endüstrilerde
sınırlandırmalar |
Yerleşim Alanları* |
Mekansal stratejik planlama ve çevre düzeni planları |
Turizm ve Rekreasyon Alanları |
Gelişmeye ayrılmış merkez ve alanlar, gelişmesi büyük oranda
sınırlandırılmış alanlar, bütünleştirilmiş rekreasyon alanları |
Deniz Kullanımları |
Taşımacılık faaliyetleri, deniz güzergahları, balıkçılık alanları, liman
ve marina kullanımı, rekreasyon, |
Taşımacılık Ağı ve Alanları |
Ulaşım ağı: ulaşılabilir ve hiyerarşik ağ; demiryolu ağı: şehirlerarası
ve şehir içi ulaşım ağı, birbirine bağlantılı yol ağı; havaalanları: uluslar
arası, iç hatlar, charter seferleri, tarımsal, kargo; haberleşme: uydu ve kablolu ağ |
Diğer Altyapı Sistemleri |
Elektrik ağı: güç istasyonları ve yakıt kaynaklarının konumu, temel
iletme koridorları, dönüşüm istasyonları, modern enerji kaynakları; su
kaynakları: su depoları, borular; kanalizasyon sistemi; petrol rafinerileri:
depolama ve boru hatları; sulama sistemi |
Kaynak: kşl Guidelines for
Integrated Coastal and Marine Areas Management, United Nations Environment
Programme, Priorty Actions Programme, Second Draft, 1993s.26.* yazar tarafından
eklemeler yapılmıştır.
Belediye
görevleri içerisinde yer alan imar faaliyetleri, iç ve dış göçlerle göçün
tipine göre başta kıyı olmak üzere kıyı beldeleri için çok önemli boyutlara
ulaşmaktadır. Nüfus hareketlerinin kıyılarda zorladığı imar faaliyetleri, gerek
kıyı bandını gerekse iç kesimleri tamamen kapsayacak biçimde tarım topraklarının
tarım dışı kullanımı ortaya çıkaran en önemli nedenlerdir. Ayrıca kamu arazisi
üzerindeki hatalı kamu politikaları nedeniyle yapılan faaliyetler ve
yapılaşmalar, hiç de Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının temel ilkelerine ve yukarıda
ayrıntılı yer verilmiş düzenleyici yaptırımlara uygun gitmemektedir.
GIDA
GÜVENLİĞİ YÖNETİMİNDE ULUSAL VE ULUSLARARASI ETKİLEŞİM
Uluslararası
örgütler, kuruluş misyonuna uygun olarak çevre merkezli çalışmalarını günün
getirdiği koşullara uygun sürdürmektedir. İlkeleri de günün getirdiği
koşullarda temel felsefesini bozmadan anlamlandırmak mümkündür. Aşağıda bu
yönde değerlendirmelere yer verilmiştir.
Rio
Deklarasyonu’nun (1992); 17. İlkesi
“çevre üzerinde olumsuz etkiler doğurabilecek ve ulusal bir otoritenin iznine
tabi faaliyet önerileri için Çevresel Etki Değerlendirmesinin, ulusal bir araç olarak kullanılması(nın)
gerek(tiğini)” belirtmekte ve 19. İlkesi
ise “önemli sınırlar ötesi çevresel sorunlar yaratabilecek faaliyetlerde
bulunan ülkeler, bunlardan etkilenme potansiyeli bulunan ülkeleri önceden ve
zamanında haberdar etme(li), bilgi(lendirmeli), erken bir aşamada ve iyi
niyetle (onlarla) istişarelerde bulunma(lıdır)” demektedir.
Avrupa Konseyi,
Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi anlaşmalarından Avrupa Kentsel Şartı
(1992) (Toprak, 2014), Kentsel Sağlık başlığı altında yer alan hususlar, Covid-19
ile ilişkilendirilerek yeniden yorumlanmıştır [4].
“Kentler, sağlık koşullarını iyileştirmede ve
sağlamada özel potansiyele sahiptir. Kişilerin bulunduğu sosyal ve fiziksel
çevre ile yaşam biçimleri, sağlığın başlıca belirleyicileri” olma
özelliğine sahiptir. Ayrıca Şartta, yerel yönetimlerin, kentsel mekândaki
etkili yönetim birimleri olarak kamu sağlığı politikalarını oluşturmada
rollerinden bahsedilmektedir. Bu tespit,
konu salgın hastalık için de ihmal edilememektedir. Sağlık
koşullarındaki eşitsizliklerin belirlenerek azaltılması, özel sağlık
gereksinimleri ve engelli grupların isteklerinin karşılanması, sektörler arası
çalışmalarla daha sağlıklı çözümler üretmek gibi hususlar, konumuz itibariyle
geçerli tespitlerdir. Dikkati çeken bir durum, sağlık konusunda ilgi gruplarını
da dikkate almada “politik bağlayıcılık
ve iradeyi ortaya koyan anlaşmaların” taşıdığı stratejik önemdir. Şartta yer alan “hepsinin ötesinde; kişilerin kendi kendilerine ve birbirlerine yetebilmelerini
sağlayacak; hastalık ya da kaza durumlarında bakımlarını üstlenebilecek sosyal
şartların oluşturulması özellikle önemlidir ”, konusu tam da hastanelerin hastalıkların
boyutuna göre “yetersiz kalabileceği” hallerde gündeme gelebilecek bir durumdur.
Ayrıca, kapsamlı
kentsel çevre politikaları oluşturarak çevre sağlığını korumak; iyi sağlık
koşullarının temini için kişilerin gelişim ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için
temel ihtiyaç maddelerinin güvenilir ve sağlıklı biçimde sunumunu sağlamak,
kente eşit olarak dağıtmak ve tüketiciler üzerinde gereksiz bir stres
yaratmamak temel ilkeler arasındadır. Ayrıca; sağlıklı ve güvenli içme suyunun
temini; günlük tüketim maddelerinin arz ve dağıtımının düzenlenmesi; besin
kalite kontrollerinin arttırılarak; gıda imalathanelerinin ve yiyecek tüketim
yerlerinin temizliğinin kesin yasal hükümlere bağlanması; temel kamu ve altyapı
hizmetlerinin öncelikli temini ve dağıtımında kesin politik kararlar
oluşturulması önerilmektedir.
Sağlıklı toplum; Avrupa
Kentsel Şartında(1992), “kişilerin kendi
kendilerine veya toplu olarak yetebilmelerini sağlayacak ve hastalık ya da kaza
durumlarında bakımlarını üstlenebilecek toplum” olarak
değerlendirilmektedir. Sağlıklı toplumun unsurlarına dikkat edilecek olursa, i)
bireysel ve ii) toplu olarak kendi kendine yetebilmek öne çıkmaktadır. Bu
tespitten yola çıkılarak, mahallelere kadar yaygınlaştırılmış sağlık merkezleri
oluşturarak; halk sağlığı ile yakından ilgilenen gönüllü grup ve kuruluşlara
çalışmalarına destek sağlama; kentlilerin
sağlık kuruluşları (sağlık ocakları, hastaneler ve poliklinik yönetimiyle
ilgili komisyonlar) gibi karar verici ve danışman kurumlarda çalışabilmelerinin
önünü açma; uzman ve gönüllülere,
koruyucu hekimlikle ilgili gerekli eğitimi verme konularının; yerel yönetimler ile ilişkilendirilerek bu
çalışmalara destek verilerek, katılımların teşvik edilmesi konuları listelenmektedir.
Kentsel Şart, kent
sağlığının uluslararası bir önem taşımasından dolayı, yerellik ve uluslararası
programlarlar ortaklığını vurgulamaktadır. Kentsel Şartta yer alan “ her kentin geliştirilecek bir ağ içinde,
yeni halk sağlık çalışmalarıyla ilgili tecrübe ve bilgilerini değiş tokuş
edebilmelerini; ortak davranış geliştirebilmelerini; sağlıkla ilgili ve özel
politik girişimlerini yasallaştırabilmelerini” önerilmektedir. Tehdit
derecesi arttığında, toplumların öncelikle kendi imkân ve araçlarını kendi
yerleşikleri için kullanmayı tercih ettikleri ve yetmediğinde “insani yardım”
çağrısı yaptıkları görülmektedir. Bu olgu da çok şaşırtıcı değildir.
Dünya Sağlık
Örgütünün (WHO), “herkese sağlık stratejisine dayalı” stratejileri Covid
19 için incelendiğinde, bireysel korumayı önemsediği; devletlerarası ve halka yönelik
bilgilendirmeleri tercih ettiği anlaşılmıştır. Web sayfasında ayrıca, ülkesel teknik rehber, durum
bilgilendirmeleri ve teknik gelişmeler yer almaktadır. Kentsel Şartta
öngörüldüğü gibi yerel yönetimler üzerinden bir strateji yürütmediği web
sitesinin incelenmesinden (WHO, 2020) anlaşılmaktadır. Bu durum da hastalığın küresel
olması ve merkezi düzeyde yönetilmesi gerektiği, grup yönetiminden ziyade,
bireysel tutumların yönetilmesinin önemine işaret eden yeni bir olgu
değerlendirmesini öne çıkarmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, idare ile kamuoyu
arasında köprü vazifesi gören gönüllü kuruluşları önemseyerek, desteklerini
alarak iletişim kurmuştur. Bu konuya göre ilgili gönüllü kuruluşların, gönüllü
faaliyetlerinden dolayı olayın gidişatını daha iyi yorumlayabilme kapasitelerinden
de yararlanma anlamına gelmektedir.
Kuşkusuz demokrasinin
temel unsurları içinde, “dayanışma, aktif
katılım ve çözümde ortaklık” gibi konular sürdürülebilir sağlık ilkelerini
sağlama ile örtüşmektedir. Avrupa Kentsel Şartında da ortaya konulduğu gibi, “Yerel demokrasinin esasları oturtulmadan,
kentlerdeki kişi haklarından söz etmek yersiz olur. Sosyal, bedensel ve
duygusal ihtiyaçların temini ve saygınlığı, resmi idare ve kent toplumunun tüm
fertlerinin birbirleriyle olan diyaloguyla sağlanabilir” yaklaşımının genel geçerli olduğu
anlaşılmaktadır.
Sağlık söz konusu
olduğunda da, kurallar ve kararlardan etkilenecek kişilere, bu kararların
duyurulması ve konu hakkında fikir etme hakkı tanınması ve karar verme
süreçlerine faal olarak katılabilmelerini sağlamak da önemlidir. Covid-19 dan
etkilenmiş her yaştan hastalığı atlatan kişilere, deneyimlerini anlattırma ve
görüşlerini alma uygulamalarının, kısacası “paylaşmanın”,
kamu oyunda olumlu bir etki yarattığını düşünebiliriz. Olgunun
değerlendirilmesi ve etki yaygınlaşması bakımdan uzman görüşleriyle, olguyu
yaşayanların birlikte değerlendirilmesinin önemi açıktır. Akıllı toplum
yaklaşımı daha kolay toplumsal destek bulan yapılar oluşturduğunu görmek
gerekir. Kentsel Şart daha çok dikkatini yerel yönetimlerde halkın demokratik
katılımına izin vermeye odaklanmış ise de, merkezi yönetim kademelenmesinde de
demokratik yapılar oluşturularak, halkı dikkate alacak ve tecrübelerinden
paylaşacak mekanizmalar oluşturmak ve bu sisteme katmak, sorunların
değerlendirilmesinde ve çözümlenmesinde etkinlik sağlayacaktır.
Hayatın
sürdürülebilirliği için sağlık ilkelerinin yönetiminde, yerleşimlerin
kimliklerinin önemi Kentsel Şartta vurgulandığı gibi öne çıkmaktadır. “Yerleşimin bölgesel ilişkileri, konumu,
nüfusu, fiziki sınırları, çevresi, iklimi, formu, yapısı, kökeni, tarihi,
işlevleri ve bunların tümü bir yerleşimin diğerinden farkını ortaya koyduğu”
vb hususlar dikkat çekmektedir.
Covid-19 Olgusu,
tam da Şartta belirtildiği gibi, “kentsel
öncelikler hakkında karar vermek ve öneriler geliştirmek, tek bir mesleğe, tek
bir birime veya şansa bırakılamaz. Bu ve benzeri kararlar; kentin
özelliklerini, potansiyelini, aktivitelerini, gelişme kapasitelerini ve
kaynaklarını kapsayacak bilgileri içeren ve belirli aralıklarla yenilenerek
güncelleştirilen analizlere dayandırılmalıdır” görüşüne uygun bir
yapısallık taşımaktadır. Yenilikçi ve yaratıcı yerleşimler için başta gençler
olmak üzere katılımın sağlanması, “iş,
konut, çevre, kültür, dinlence, eğitim, öğretim ve sağlık gibi” konuların
günün getirdiği yeni koşullarda yeniden yapılandırılması önem taşımaktadır.
Avrupa Konseyi’nin
özellikle yukarıda sayılan ilkelerine uygun olarak, yerel yönetimlere yönelik
çalışma programını Covid-19’a uyarlayarak, aşağıdaki hususlara yer verdiği
görülmektedir (Council of Europe, 2020b). Mevcut işbirliği çalışmaları,
Bosna-Hersek'te Mostar'a özel bir vurgu yapılarak yeni bir projenin
başlatılması ve Gürcistan, Moldova Cumhuriyeti ve Kosova'da, uygulanacak yeni
projelerin önerilerinin sonuçlandırılması ve izlenmesine uzanmaktadır. Ayrıca,
Ermenistan, Ukrayna, Fas ve Tunus'ta proje faaliyetleri bulunmaktadır. 13
Ukraynalı belediyeye daha etik, yenilikçi ve kapsayıcı politikalar ve
uygulamalar için yerel girişimlerini uygulama ve temsilcileri için çalıştay
düzenlenmesi planlanmaktadır. Dış ilişkiler alanındaki çalışmalar, Avrupa
Bölgeler Meclisi ile Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SKH) üzerine bir
çalıştay planlamayı ve Bölgeler Üst Düzey Grubunun Kongre / Komitesinin bir
toplantısını planlamayı ve Dünya Forumu'nun hazırlanmasına katkıda bulunmayı içermektedir.
Ayrıca Bölgeler Odası'nın (Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresinin organı)
gelecekteki faaliyetlerine yönelik teklifleri, karşılaşılan sorunların ve
mevcut krizden çıkarılacak derslerin bir analizini içerecek şekilde uyarlanmaya
başladığı anlaşılmaktadır. Özellikle bölgesel yönetimler, Covid-19 pandemisinin
topluluklar üzerindeki etkisine, sağlık alanındaki sorumluluklarını ve kendi
bölgelerindeki belediye faaliyetlerini koordine etme görevlerini de dikkate
alarak ve gerekli koordinasyonu sağlamanın ön saflarında yer almaktadır. Ulusal
makamlarla ve genellikle ulusal sınırların ötesindeki komşu bölgelerle
yapılması planlanan çalışmaların ve durum tespit çalışmalarının bir amacı
da, gelecekte bu tür ulus ötesi
krizlerle başa çıkmak için ortak bir Avrupa politikasının şekillendirilmesine
katkıda bulunmak olacaktır.
Tam da bu konuya
uygun olarak, Covid-19 ile ilgili, üye
ülke başkentleri arasında, bilgi paylaşımını sağlayacak bir site Ankara
Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde (2020) [5] kurulmuştur.
Covid-19 nedeniyle “evde kal
ve hayata tutun” benzeri sloganlarla halk evde kalırken, tarım faaliyetleri
toplumsal mukavemet için destek güç olması nedeniyle sürdürülmesi gerekli hale
gelmiştir. Kurumlar konunun farklı yönleriyle bilgilendirmeler yapmaktadır. Konumuza ilişkin olarak Tarım ve Orman
Bakanlığı ve İl Müdürlüklerinin web sayfasından (İzmir İl Tarım ve Orman
Müdürlüğü, 2020), bilgilendirmeler yapılmaktadır.
Ayrıca İllerdeki
iletişim çalışmaları, vali önderliğinde, il sağlık müdürü sorumluluğunda
yürütüleceği paydaş olarak, İl Milli Eğitim, Belediye, Yerel Medya, Servis
şoförleri, taksi ve diğer esnaf odaları, üniversiteler, il müftülükleri,
garnizon komutanlığı ile işbirliğinde fayda sağlayacağı görülen kurum, kurulu
ve “Sivil Toplum Örgütleri” ile işbirliği stratejisi ortaya konulmuştur.
Bilgilendirme amacıyla hazırlanan dokümanlar dijital olarak resmi web sitesi
https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/Covid19 yayına konulmuştur. İl sağlık
müdürlükleri yaptıkları aktiviteleri kendi web sayfalarında yayınlayacak,
kampanya web sayfasına yönlendirme yapacak ve varsa kurumsal sosyal medya
hesapları üzerinden paylaşım yapılacağı gibi bilgilendirmeler (Halk Sağlığı
Genel Müdürlüğü, 2020) adresinden kamuoyu
ile paylaşılmıştır. Ayrıca geri bildirim için de adres gösterilmiştir. Bu
bilgilendirmelerde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili bilgiler halkla ve
ilgi guruplarıyla paylaşılmaktadır.
Sağlık
konusu, beslenme imkânları ve gıdaya erişim ile öncelikle
ilişkilendirilmektedir. Bu yönüyle, “gıda güvenliği olmayan”, “gıda
güvensizliğine açık” ve “gıda güvenliği olan” gruplar olarak toplum 3 kısımda
incelenmektedir. Bu ayrımın tamamlayıcısı ise; yapısal, stok ve besin
dayanıklılığı ile ilişkilendirilmektedir. Güvenlik açığı, belirtilen
dayanıklılık göstergelerine bağlı olarak her üç grubu da etkilemektedir.
Güvensiz
gıda ortamı, mukavemet edilebilirliği dönüştürebilmektedir. Bu durum şokun
niteliğine ve süresine bağlı olarak değişmektedir. Stoklar kritik hale
geldiğinde gıda güvensizliği oluşarak, mukavemetsizlik ortamı içinde, aşama
aşama, yoksul gruplardan başlayarak tüm gelir gruplarının yer alacağı
öngörülmektedir. Aşağıda yer alan Şekil.2 tasarımında gıda mukavemeti ve
yönetim konusu kapsamlı gösterilmektedir.
Şekil.2.
Sürdürülebilir Etkin Gıda Bütünleşik Yönetimi
Şekil
2 :
Karşılaştırınız,
Hendriks ve Maunder, 2006: 26, şekil. 2.
Sağlık
konusu; ölümcül bulaşıcı hastalıklar, güvensiz gıda, yetersiz beslenme ve temel
sağlık hizmetlerine erişim kısıtları ile birlikte değerlendirildiğinde; sağlık,
ekonomi, sosyoloji, psikoloji, coğrafya, hukuk, yönetim, fen bilimleri/teknoloji (ziraat, çevre), vb
disiplinlerinin öncelikle ilgi alanına girmektedir. Disiplinlerarası
değerlendirmeler, çağdaş gelişmeler ve bilgi birikimi koşullarında birlikte hareket
etmektedir. Bilinen bilgi birikimi ile hesap verebilirlik de bu değerlendirmeyi
etkilemektedir. Bu bakımdan elde olan bilgileri; araştırmalar ve teknolojiler, kamu oyu
araştırmaları, bilgi bankaları oluşumları, çok aktörlü uzmanların yer aldığı
halkın katılım toplantıları vb konuları birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
Covid-19
pandemisinin kısa dönemde ortaya çıkan etkilerinden birisi de, metin içinde de
vurgulandığı gibi, insanın mukavemeti anlamına gelen, tarımsal mukavemet
konusudur.. Küresel komşuluğun getirdiği diplomatik-ticari ilişkiler
ağlarındaki mal ve hizmet dağılımında , ticari tercihlerin zaman içinde
ekolojik baskıya veya ekolojik emperyalizme dönüştüğü bir ortamda; birden
ülkeler kendi yerleşiklerinin gıdasını tek başına “gıda güvenliği nedeniyle”
temin etmek zorunda kalmışlar ve sınır kapılarını kapatmışlardır. Bu durum gıda
yönetiminde(administration), ulusal hakimiyete dönüş konusunu önümüzdeki
günlerde tartışma alanına alacak bir değişim yaratmıştır. Covid öncesinde,
üretim fazlasını ihraç etme yanında, bir bakıma rutin bir uygulamaya dönen; i)
kendi yerleşiklerinin tüketmediği “gıdayı” yabancı müşteri için üretmek veya
ii) ülke içinde zaten üretilen gıda maddelerini ithal ederken, yerli üreticinin
ne kadar yararına hareket edildiği hususu, birden ulusal ve uluslararası
düzeyde özellikle Çin ve ABD arasında son iki yılda zirve yapan ticari tehdit
konuşmalarından da “fark edilmiştir”. Bu nedenle şekil 2. de vurgu yapılan uluslararası ilişkiler ekolojik emperyalizmin etkilerine
göre şiddeti değişebilecek olabilirliğine de işaret etmelidir.
Bu fark ediş
gelecek senaryosunda hangi ülkeler için sürdürülebilirliğini ülke lehine
geliştirebilecektir?. Nihai tahlilde sorgulanmaya değer görülen bu konular,
idari gizliliğin olmadığı ve bilgiye erişilebilirlik koşullarında, gelecek yıllarda daha iyi
anlamlandırılabilecektir. Aslında bu konu dünya gündemini uzun zamandır meşgul
etmekte ve çeşitli toplantılarda işbirliği zemini aranmaktadır.
Öncelikle bir fikir geliştirmek, hayal etme ve uygulanabilirliği anlamak
önem taşımaktadır. Bu mantıksal çerçevenin oluşturulmasında, "kullanıcılar", "kullanıcı
ihtiyaçları" ve "kullanıcı etkileşimi" kavramları dikkat
çekicidir. Bilimsel çalışmalarda, herkese karşı bir sorumluluk bulunmaktadır.
Başka bir ifadeyle, yalnızca halka karşı hesap verebilirlik değil, paydaşların
katılımı, tüketiciler veya sektörel duyarlılık içinde hareket etmek gerekmektedir.
Disiplinlerarası çalışmalara daha da bir sorumluluk yüklemiş ve çeşitli
kanallardan doğrulatma eğilimi gelişmiştir. Kapsamlı olmayı gerektiren bilimsel
çalışmalar giderek daha pahalı hale gelmektedir. Bilimsel faaliyetler; “inanma” ve “mali destek” ile
yapılabilmektedir. Bu gelişim de çalışmanın
“avukatlığını yapmak” ve “kamuoyu desteğini de alarak meşrulaştırmak” felsefesine
dayanmaktadır. Kuşkusuz, bilimsel uzmanlığın koruyuculuğu, ispat edebilirlik
ile birlikte sağlanmaktadır. Bu da geçmişte olduğundan daha yıkıcı eleştirileri
araştırmacıların önüne getirmektedir. Ayrıca, toplum fayda sağladığı ölçüde çalışmaların
geçerliliğini onaylamaktadır. Aksi takdirde ikna edilebilirlik ortadan
kalkmaktadır. Gıda güvenliği ve toplumsal mukavemet konusu, bu görüşler ile
ilişkilendirilebilecek bir konudur. Tatbikî de fayda odaklı bu görüşlerin günün
getirdiği koşullarda eleştirilebilir özellikler de yüklenebileceğini öngörmek
gerekmektedir.
DEĞERLENDİRME
VE SONUÇ
“Sağlık
ve Gıda Güvenliği ve Yeterliliği” konusu,
kamu kaynaklarının kullanıldığı, geliştirildiği ve kamu yönetiminin ulusal
çıkarlar içinde hareket etmesi gereken bir bütünlük taşımaktadır. Tarım faaliyetleri için yeni alanlar açılmakta; iklim
değişikliği, yönetsel zorluklar ve en önemlisi kırdaki zorluklara göğüs
germekten vazgeçme ile tarımdan uzaklaşma gibi temel nedenlerle tarım alanları
fonksiyonelliğini kaybetmekte/kaybettirilmektedir. Bağlantılı
olarak, tarımı güçlendirmek, hukuki yaptırımlar getirmek, bilgi desteği için kamu
üniversitelerinin de, bütünleşik sektörel gücünden yararlanmak ve bu amaçla da
desteklemek gerekmektedir. Özelleştirme kamu hizmetlerini destekleyen bir
sınırlılık taşımalıdır. Afetlerin giderek arttığı ve çeşitlendiği küresel
komşulukta, maalesef ülkeler elindekini tutmakta, diğerine insani yardım
konusunda “cömert” olamamaktadır. Bu bağlamda, tarım sektöründe de kendine
yeterli ve üretken olmak her ülke için olduğu kadar, Türkiye için de genel
geçerli kural haline gelmiştir. Bu olgu da, virüsün tehditlerinin Türkiye için
fırsata döndürüldüğü, faydacı yönü olarak kamuoyunda değerlendirilmektedir.
Küresel
bir sorun, küresel işbirliğinin neden gerekli olduğunu hatırlatmaktadır. Bu
durumda, uluslararası kuruluşlara daha güvenle bakmak gerekmektedir. Mamafih,
küresel işbirliği görünür hale geldiğinde ancak inanma da artabilecektir. Bu
nedenle ortaklaştırılmış bilgilere erişim olmalıdır. Ayrıca, ortaklıkta eşit
sorumluluklara yer verilmelidir. Örneğin, dış göçlerde, 1950’lerden beri üye
olduğumuz “Avrupa Konseyi” ve işbirliği yaptığımız “Avrupa Birliği” üye
devletleri yönüyle de, hukuk dışı düzensiz dış göçler konusunda gerekli ve yeterli
destek gördüğümüzü söyleyemeyiz.
Sağlık
sistemleri, ülkelerin gelişmiş ve gelişmiş olmama yönüyle incelenirse de, bu
konu aslında küresel salgınlarda, “0 toplamlı olmayan bir oyun” gibidir. Mamafih,
gelişmiş ülkelerde de, sağlık sistemlerinde görülebilen zayıflıklar, bazı
grupları olumsuz etkileyebilmektedir. Gelişmemiş ülkelerde de tıpkı diğer afet
tiplerinde olduğu gibi, işsizlik ve yoksulluk bağlantılı olumsuz etkilemeler daha
fazla olmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki gibi eski haline dönme başarısı da
öngörülememektedir. Bilindiği gibi özellikle, küresel olaylarda küresel internet
erişimi zayıf ve güçlüyü hızla görünür kılmaktadır. Ancak “en zayıf halka kadar
güçlü olduğumuz” artık bilinmektedir. Ayrıca bilinen etik hukuk kuralları
çerçevesinde, başarısızlık da, yönetsel itibar kaybını ortaya çıkarabilecektir.
Bir eylem ancak
gayrimeşru, evrensel hukuka aykırı ve tutarsız olarak değerlendirildiğinde
terör ve gerçekleştiren de “terörist” olarak nitelendirme eğilimi
bulunmaktadır. Güvenliği tehdit eden olguları önleyen mekanizmaların yaygın
kullanılmasını engellemeye yönelik davranışlar, devlete karşı işlenmiş suçlar
kapsamında değerlendirilip, terör tanısına alınabilir mi? bu konu önemlidir. Örneğin
Covid-19 virusunun yaygınlaşmasına hizmet eden ve bireysel olarak koruyucu olma
özenini göstermeyen kişilerin davranışı suç ile ilişkilendirilerek, para
cezasına çaptırılmıştır. Hatta İtalya’da
hapis cezası da gündeme gelmiştir. Ancak toplumu koruma adına, güvenlik amaçlı,
idari tedbirlere uyulmamasında ısrar edilmesi “ceza alma” nın utandırıcılık da
sağlamaması bağlamında nasıl bir yöntemsellik uygulanacaktır. İnsan faktörüne
ve olaya göre terör taktiklerinin de değiştiğinin düşünülmesi koşullarında,
güvenliği tehdit eden her davranış terör sözcüğünün dayandığı, “korkutma”,
“korkutucu olma” ile ilişkilendirilebilecek bir özellik taşımaktadır. Örneğin,
terör kapsamında düşünülen, asker veya polis gibi kolluk güçlerine ve kamuya
açık yerlerde sivillere yapılmaya başlanan saldırılardır. İdarenin kurallarına
uymaya davet eden resmi güvenlik görevlisi veya görevlendirilen kişilere
saldırıp hatta tüküren kişiler terörist olarak değerlendirilerek devlete karşı
işlenmiş suçlar kapsamına alınmalı mıdır?
Bu
gibi virüs vakalarının devam edeceğine ilişkin “Coronalı Yeni Dünya Düzeninde”;
güvenli ortamlar ve “akıllı toplum” ilişkilerinin nasıl düzenlenmesi
gerekeceği, hızla ve dikkatle düzenlenmesi gereken bir konudur. Ortada,
bilgilendirmeye rağmen, ülkeden ülkeye değişse de, kişi özgür bırakıldığında, güvenliğin
kalmadığı ihtiyatlılıktan uzak bir ortam oluşmaktadır. Görülen o ki, yönetimin
afetlerde ikna üzerine daha bilimsel çalışması gerekmektedir. Kişilerin giderek
evde daha çok kalacağı durumlarda bunalıma düşmemesi için, çalışma kapasitesine
göre; kendini geliştirmesi ve meşgul etmesi, yoruluncaya kadar çalışması,
bittiğinde tekrar başlaması, moral açısından güçlü olmanın anahtar sözcüğü
haline gelmektedir. Bilgi toplumu ve yaşam kalitesi göstergelerine
erişebilirlik toplumun elinden kaymaması gereken bir konudur. Toplumun içinden
çıkan yönetici rollerini üstlenen kişilerin dikkatle, akıllıca seçilmesi
yanında; çok yakından sürekli izlenip,
denetlemesi de çağımızın gerekliliğidir.
KAYNAKÇA
[1] Akıllı
kentin kavramsal akrabaları arasında dijital kent (digital city), ileri teknoloji kent (U-City:Ubiquitous
City): Kentin idari işlevlerini ve süreçlerini sistemleştirerek yaşam
kalitesini iyileştirmek ve şehir değerini yükseltmek için her yerde bulunan
altyapılar, teknolojiler ve hizmetler üzerine inşa edilen ileri teknoloji
geleceğin şehri, bilgi kenti (information city), düşünen kent(thinking city),
yaratıcı kent(ingenious, creative city) kavramlar yer almaktadır
[2]
a) Bilim,
Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu, b) Eğitim ve Öğretim Politikaları
Kurulu, c) Ekonomi Politikaları Kurulu, ç)
Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu (Bölgesel
sorunlar, göç politikaları, afet ve acil durum halleri yönetimi, sivil havacılık
güvenliği, siber güvenlik, karayolu, demiryolu, havayolu (deniz yok) güvenliği,
bölgesel sorunlar, küresel gelişmeler, uluslararası ilişkiler),
d) Hukuk Politikaları Kurulu, e) Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu, f) Sağlık
ve Gıda Politikaları Kurulu, g) Sosyal Politikalar Kurulu, ğ)Yerel
Yönetim Politikaları Kurulu, (kentleşme,
göç ve iskân, çevre, orman ve su, kültürel miras-kentleşme, akıllı şehircilik,
Boğaziçi’nde kamu yatırımları, etkin çevre yönetimi
[3] Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri
Federasyonu Dünya Afet Raporuna göre (2018), özellikle Türkiye’de 2012 yılından
bu yana Suriye’den gelen 12 milyonu aşan sığınmacıların oluşturduğu dış göçle
gelen nüfus hareketleri öne çıkmıştır (International Federation of Red Cross
and Red Crescent Societies, 2018: 172,
185, bkz. şekil. 7.4, 7.18).
[4] Avrupa
Kentsel Şartının(1992), Metnin orijinali için bkz. (Council of Europe, Tarih
Belirtilmemiş)
Sağlık
Bahsinin değerlendirilmesinde tam alıntılar “tırnak içinde ve italik” olarak
gösterilmiştir.
[5] Ankara
Büyükşehir Belediyesi, öncü olarak, ‘Covid-19’a karşı Başkentler İttifakı’ adlı bir platforma bağlı bir web
sitesi kurarak, Covid-19 salgınına karşı mücadelede kentlerin deneyimlerinin
paylaşılmasını sağlamıştır: https://www.capitalsinitiative.org/
Erişim Tarihi 26.05.2020; erişim tarihi itibariyle ismi yazılı başkentler
sisteme dâhil olmuşlardır: Atina, Bağdat, Bangkok, Banjul, Bişkek,
Brüksel, Budapeşte, Buenos Aires, Bükreş, Dnipro, Doha, Guanco, İslamabad,
Kanberra, Karkiv, Kiev, Lefkoşa Türk Belediyesi, Londra, Lübliyana, Maputo,
Moskova, Nur-Sultan, Paris, Pekin, Priştine, Riga, Saraybosna, Sejong, Seul,
Shenzhen, Singapur, Tahran, Taipei, Talin, Tiflis, Tiran, Tokyo, Tunus, Ulan
Batur, Washington, Viyana, Zagreb.
Güvenlik, her yeni global değişim ve dönüşümle birlikte ilave kelimeler kazanarak, anlamı güçlendirecek zengin terminoloji yüklenen, olgusal içerikli bir kavramdır. İnsan sağlığı ve besin zinciri bütünlüğünde karşılaşılan yeni tehditlerin ilgi alanı virüs ve bakteri habitatı/ekolojisi içinde kalacak şekilde insan yerleşimlerin genişletilmesine ilişkindir. Hayvanların taşıdığı mikropların insan için bir tehdit hâlini alması, tarım faaliyetleri için yeni alanlar açılmasıyla başlamıştır. Bulundukları alanda canlılık ve sürdürebilirlik sağlayacak temel duruşuyla, toplumun çeşitli risklerden uzaklaşabilmesi için; kültürlerarası farklılıklardan istifade edebilme, tehditleri dayanışma ve işbirliği projeleriyle kazanca çevirme, ilgi gruplarından istifade edebilme, bilgilendirilmiş toplumun, genç, yaşlı, kadın, erkek gibi çeşitli gruplarından gelen bilgi ve çabaları değerlendirme, geçmişin ve bugünün bilgi ve tecrübelerini, hedeflere ulaşmada buluşturup kullanabilme araçlarının etkin kullanılması akıllı kentler yaklaşımı içinde hedeflenmektedir. Bu süreçte ülkeler, toplumsal sermayelerini güçlendirmek, dijital siber eko-sistemde güç kazanmak, akıllı teknolojileri kullanmak ve çeşitli yöntemlerle bu rekabet ortamına kendilerini geliştirmek zorundadır. Bu çalışmada “sağlık güvenliği” konusu bir adım öteye taşınmış ve diğer unsurlarla ilişkisi dikkate alınarak incelenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Gıda Güvenliği, Toplum 5.0, Coronavirus Pandemi, Sürdürebilirlik, Paydaş katılımı, Disiplinlerarasılık
İngilizce olarak basılmış makaleye aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. Türkçe metin daha kapsamlıdır.
bk. https://www.scirp.org/journal/paperinformation.aspx?paperid=103233
GIDA GÜVENLİĞİ VE TOPLUM 5.0
Prof.Dr.Zerrin Toprak, Karaman
Dokuz Eylül Üniversitesi,
İk. İd.Bil.Fak.
Buca, İzmir
zerrin.toprak@deu.edu.tr
GİRİŞ : GIDA
GÜVENLİĞİ KAVRAMINI YENİDEN ANLAMLANDIRMA SÜRECİNDE AKILLI TOPLUM
Güvenlik, her yeni global değişim ve dönüşümle
birlikte ilave kelimeler kazanarak, anlamı güçlendirecek zengin terminoloji yüklenen,
olgusal içerikli bir kavramdır. Ulusal Siber Güvenlik Strateji rehberinde (2016-2019)
kritik hizmet ve altyapının çökertilmesiyle, kamu düzeninin bozulması ve
güvenlik ilişkisi kurulurken; can kaybı, ekonomik zarar ve hizmetlerin aksaması
ve/veya ortadan kalkması unsurlarına yer verilmiştir. Akıllı toplum, güvenlik olgusunun
neresindedir?. Akıllı olma sözlüklerde, doğruyu
yanlıştan “ayırt etme” kabiliyeti olan, sağduyulu, anlamında
tanımlanmaktadır. Felsefesi itibariyle süreklilik taşıyan günün getirdiği
değişikliklere uyum sağlayan bir tanımlamaya ihtiyaç duymaktadır. Başka bir
ifadeyle ucu açık bir kavramdır. Uygun sayısallıkta, yenilikçi, birlikte sinerji
yaratabilme yeteneği, örgütlenebilme kapasitesi olan bireylerin yaşadığı
yerleşimlerde sektörel bütünleşik düşünebilen yaratıcı, yenilikçi, girişimci vb
özellikleri ile daha çok nüfuslu alanlar itibariyle akıllı (smart) kent[1]
tanımları içinde de yer almaktadır.
İnsan sağlığı ve besin zinciri bütünlüğünde karşılaşılan
yeni tehditlerin ilgi alanı virüs ve bakteri habitatı/ekolojisi içinde kalacak
şekilde yerleşimlerin genişletilmesine ilişkindir. Hayvanların taşıdığı
mikropların insan için bir tehdit halini alması, tarım faaliyetleri için yeni
alanlar açmalarıyla başlamıştır. İnsanların yaşam alanlarını nüfus artışı ve
gıda ihtiyacı nedeniyle genişletmeleri ve kırı istila etmeleri içinde
yaşadığımız yüzyıla özgü bir olgu değildir. Kızamık, tüberküloz, boğmaca ve
grip için farklı hayvanlara işaret edilmektedir. Günümüzdeki diğer bir tartışma
konusu, donmuş toprakların iklim
değişikliği nedeniyle ısınması ve insanların yerleşimine giderek uygun hale
gelmesidir. Oysaki donmuş toprakların bakterilerin uzun süre, belki de
milyonlarca yıl canlı kalması için ideal ortam sağladığı bilinmektedir.
Virüslerin de uzun süre dayanabildiği gözlemlenmektedir. Bir araştırmaya
göre, buzulların erimesi ile de geçmişin bakteri ve virüsleri yeryüzünde etkili
hale gelmektedir (BBC, 2017). Araştırmacıların
2014'te, Sibirya'da 30 metre derinlikte 30 bin yıllık iki önemli virüsü
(Pithovirus sibericum ve Mollivirus sibericum) yeniden canlandırdığını
hatırlamak yerinde olacaktır (Legendre, 2015: 8). Endüstriyel faaliyetlerin de tetiklediği iklim
değişikliklerine bağlı olarak, bu tür olayların nadir olmayacağı maalesef
araştırmanın sonucunda belirtilmektedir. Bu şekilde bilinmeyen virüs ve
bakterilerle yeniden karşılaşma ortamı oluşturulmaktadır.
Bütün bu değişmeler, kişisel sağlık da dahil olmak
üzere, mekânsal stratejik yeni taktikler gerektirmektedir. Bulundukları alanda
canlılık ve sürdürebilirlik sağlayacak temel duruşuyla, toplumun çeşitli risklerden uzaklaşabilmesi
için; kültürlerarası farklılıklardan istifade edebilme, tehditleri dayanışma ve
işbirliği projeleriyle kazanca çevirme, ilgi gruplarından istifade edebilme,
bilgilendirilmiş toplumun, genç, yaşlı, kadın, erkek gibi çeşitli gruplarından
gelen bilgi ve çabaları değerlendirme, geçmişin ve bugünün bilgi ve
tecrübelerini, hedeflere ulaşmada buluşturup kullanabilme araçları etkin
kullanılması hedeflenmektedir. Başka bir ifadeyle akıllı toplum, ileriye
yönelik sürdürülebilir refahın sağlanmasında, görev ve sorumluluklarının her alanda farkında
olabilecek şekilde, bireysel ve toplumsal risk yönetimini uzlaştırma ve krizi
yönetebilme anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım, bir sürdürülebilirlik sürecidir.
Bu süreçte ülkeler, toplumsal sermayelerini güçlendirmek, dijital siber
eko-sistemde güç kazanmak, akıllı teknolojileri değerlendirmek, yerleşiklerin
hareketliliğini çeşitli nedenlerle, örneğin salgın hastalıklar ile çok yönlü
suç olasılığında ve gerçekliğinde,
yerleşiklerin mekânsal takibini sağlamada gizli veya açık yöntemlerle,
“toplumun güvenliği ve özgürlük adına”, “rekabet” ederek kendilerini zorunlu
olarak geliştirmektedir.
Küresel ve/veya bölgesel risklerden bilinen ana
başlıklardan herhangi biri görünür hale geldiğinde veya bir adım öne
çıktığında, doğrudan veya dolaylı; diğer tehditler de konunun bir yanında yer
almaktadır. Son zamanlarda jeolojik ve meteorolojik tehditler kadar
teknolojinin geliştirdiği biyolojik ve siber saldırılar öne çıkmıştır.
Karşılaşılan risklerin merkezinde her zaman gelişmişlikleri farklı olsa da,
kalabalık ve sıkışık nüfusa sahip yerleşimler yer almaktadır.
2019 yılının sonu itibariyle etkileri itibariyle
ölümcül sonuçlar yaratan bir “küresel virüs salgını” konusu Çin yönetimi
tarafından gündeme getirilmiştir. Diğer salgınlar gibi atlatılacağı beklentisi
yerine, kısa zamanda, kalıcı olabileceği endişesi başlamıştır. Olgu taşıdığı
riskler itibariyle, gerçek dünyamızı zorlasa da “ölüm korkusu” ile 2020 Nisan
ortalarında artık hayatımıza yerleşmiş ve küresel ölçekte de kamu
politikalarını etkiler hale gelmiştir. Artık uzaylılar gelse şaşırmayız denilen
“küresel fantastik gerçeklik ortamındayız”. Nihai tahlilde, bütünleşik risk
yönetimi terminolojisini güçlendiren “bütünleşik tetikleyici risk yönetimi”
kavramı öne çıkmıştır. Neredeyse bütün riskler birbirini güçlendirmek için
adeta kol kola girmektedir. Bu kavram da, “kol kola girmiş riskler” anlamına
gelmektedir.
Dikkat edilirse,
söz konusu tehlike ne tip olursa olsun, aslında taşıdığı özellikler ve
yarattığı tehditlerin toplumsal ortaklığından bahsedilebilecektir. Mekânın korunmasında
daha önceki tehditlerde öne çıkan askeri ve askeri olmayan sanal ve gerçeklik
ortamında korunması listelenen araçlar (klasik ve modern): ülkesel olarak
normlar, toplumun sosyo-kültürel değerleri iken; Covid -19 virusunun sahip olduğu bilinen
tehditler ve bilinmeyen riskler nedeniyle konu sağlıklı yaşam olduğunda, söz
konusu kültürel davranış kalıplarının bir kısmından da korunma anlamı öne
çıkmıştır. Söz konusu, bir kısım kültürel değerlerin tehdit edici boyutu ise
yüzyıllardır korunan değerler olup, onları görmezlikten gelmek kolay
bırakılacak bir konu olamamaktadır.
Covid-19 için tanımlanan “pandemik” sözcüğü; pandemi, eski Yunanca'da tüm anlamına gelen
παν (pan) ile insanlar anlamına gelen δῆμος (demos) kelimelerinden
türetilmiştir. İlk defa bütün dünyada evlerde kalarak veya diğer kişilerden
“izole” olarak küresel ölçekte bir tecrübe yaşanmıştır. Eğer bir
olay yaşanmasaydı, fantastik gerçeklik/realism tipi bir romanın sayfalarında
kalan bir hikaye değeri taşıyabilecekti. Oysaki bu salgın, üzerinde çok yönlü çalışılması gereken toplumsal
bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Artık “sarılma, öpüşme, el
sıkışmadan başlayarak, en keyif aldığımız toplu yürüttüğümüz ritüeller, kültürel
ve sanat faaliyetler yanında dokunarak bir kumaş veya meyve seçmek gibi
alışkanlıklarımız, “küçüklerin
gözlerinden, büyüklerin ellerinden” selamlaşması rafa kalkmış görünmektedir. Belki
asla raf ömrü bitmeyecektir. Kültürel alışkanlıklar konusu aslında bu tebliğin
temasını oluşturmamakla birlikte, virüs ile mücadelede çok önemli role
sahiptir. Ancak anlatım bütünlüğü açısından zaman zaman değinilmesi de
kaçınılmaz olmaktadır.
Birleşmiş Milletler (1992, 1994),
güvenlik tanımlamasındaki kriterler; özellikle yavaş veya aniden ortaya çıkan
ve ekonomik, doğal - siyasi nedenlerden kaynaklanan, günlük hayatın işleyişini
bozan güvenli olmayan ortamlar yaratan olgulara işaret etmektedir. Bu olgular
tehlike yaratma anlamında birbirini etkileyebilen ve tetikleyebilen özelliğe
sahiptir. Belirtilen konular, ekonomik, sosyo-kültürel vb risklere işaret
etmektedir. Güvenlik tanımlamasını yukarıda da belirtildiği gibi günün
getirdiği koşullarda bazı betimlemeler güçlendirici etki yapmaktadır. Çeşitli
afetler nedeniyle gıda mukavemetinin azalması veya ortadan kalkması ulusal
güvenliğin tanımlarına, “bir devletin vatandaşlarını korunması ve güvenliğini
sağlaması için yiyecek ve içecek sağlama sorumluluğu olarak (FAO, 2020)
güvenlik
unsuru ile ilişkilendirilmiştir. Nitekim
bütün dünyada insanlar gıda stoku yapmaya yönelmişler ve gelişmiş ülkeler
yönetimleri “gıda stokunun yetecek düzeyde olduğu” teminatını vermektedirler.
Türkiye’de bu konuda başarılı olan ülkeler içinde yer almaktadır.
Küresel
güvenlik yönüyle; doğa kaynaklı ve diğer pek çok insani faaliyetin ortaya
çıkardığı global dinamiklerinin de etkisiyle devletlerin işbirliği gerekmektedir.
Ancak, ne zaman biteceği öngörülemeyen bu konuda, birbirine “koruyucu maske”,
başta olmak üzere eşya yardımı yapan yönetimler, “gıda yardımı” da yapmaya ne
kadar istekli olabileceklerdir?. Ya da kendi üreticimiz destek beklerken,
dışarıdan tarım ürünleri ithalini sürdürecek miyiz? Mamafih, Türkiye’de yasal
karar alıcıların, tarım faaliyetlerini desteklemesi ve işgücünü “karantina
kapsamı” dışında bırakması, akılcı bir yöntemsellik olarak uygulamaya
girmiştir.
Geliştirilmiş güvenlik
tanımı çok çeşitli güvenlik alanlarını belirlemektedir. Bu alanlar aşağıda yer
almaktadır (UN, 2009: 6).
1.
Ekonomik: istihdamın yaratılması ve yoksulluğa karşı önlemler.
2.
Yiyecek: açlığa ve kıtlığa karşı önlemler.
3.
Sağlık: hastalığa, güvenli olmayan gıdalara, yetersiz beslenmeye ve temel
sağlık hizmetlerine erişim eksikliğine karşı önlemler.
4.
Çevresel: çevresel bozulmaya, kaynakların tükenmesine, doğal afetlere ve
kirliliğe karşı önlemler.
5.
Kişisel: fiziksel şiddet, suç, terörizm, aile içi şiddet ve çocuk işçiliğine
karşı önlemler.
6.
Topluluk: etnik, dini ve diğer kimlik gerilimlerine karşı önlemler.
7.
Politik: politik baskı ve insan hakları ihlallerine karşı alınacak önlemler.
Mamafih her bir
konu içine terör baskısı da eklenebilir. Bu konular birlikte, 10 Aralık 1948
günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen, İnsan Hakları Evrensel
Bildirisinin temel felsefesinde yer almaktadır. Oylamaya katılan BM üyesi 48
devletin temsilcileri “olumlu” oy vermiştir. Türkiye de, “olumlu” oy verenler
arasındadır. Bir bütün olarak, “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin
hakkıdır” (md.3) ve “Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa
tarafından eşit korunma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildiriye aykırı her
türlü ayrım gözetici işlemlere ve ayrım kışkırtıcılığına karşı eşit korunma
hakkı vardır” (md.7)hükümleri konuyla doğrudan ilişkilidir. Dünya Sağlık
Örgütünün tanımına göre tehditkâr ve tehlikeli ortamlar her tip terör için
uygun ortamlardır.
Bu çalışmada,
“sağlık güvenliği” konusu bir adım öne çıkarılarak, kuşkusuz diğer unsurlarla
ilişkisi de dikkate alınarak incelenmiştir. Ulusal güvenliğin gıda boyutunu
güçlendirirken, yerleşimlerin stratejik altyapı ve üst yapı donatımlarını
güçlendirici çalışmalar da önemsenmektedir. İnsan güvenliğini esas alan temel
unsurlar a) çok sektörlü, b) kapsamlı, c) özgün koşullar sahipliği ve d)
önleyici olma özelliklerine sahip bulunduğundan; sağlıklı kalan bireyin
gıda-toplum mukavemeti ilişkisi bütünselliği geliştirilmiş bir model üzerinden
incelenecektir. Gelecek sağlık koşullarının korunması ile sağlık ve su
istihbaratı üzerinden gelişecek gibi görünmektedir. Özetle, incelenen konuların
çok çeşitli olması, disiplinlerarası ve disiplinler üstü çalışmaları gerekli
kılmaktadır. Bütün gelişmelerin izlenmesi ve bilginin yol göstericiliğinde
kurallara uyma, uymama halinin toplumsal kaos ortamına yol açması, bilgili ve
akıllı toplum zamanına işaret etmektedir.
KAMU YÖNETİMİ YAPILANMASINDA GÜVENLİK YAKLAŞIMI
Güvenli (safety) kişinin veya ortamın
korunması için gereken koşulların sağlandığını güvende olma halini anlatmak
için kullanılırken; güvenlik (security) ise, tehdit yaratan durumların engellenmesi,
tehlikeden uzak olma halini sağlayan sistem için kullanılmaktadır. Bu kavramlar
birlikte, toplum için güvenli bir alan oluşturmak, her türlü can ve mal
kayıplarının önlenmesini amaçlayan eylemleri ve yönetimini ifade
etmektedir.
Cumhurbaşkanlığı
Teşkilatı Hakkında, Cumhurbaşkanlığı 1 Sayılı Kararnamesi Hükümleri gereğince,
aşağıdaki güvenlikle ilişkili gördüğümüz konular Devletin başı olma sıfatıyla,
yürütme yetkisine sahip, Cumhurbaşkanı ile doğrudan ilgilidir. En yüksek Devlet
memuru olarak İdari İşler Başkanı, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığının
en üst amiridir( CK1, md.5). Görevlerinin içinde ayrı bir başlık olarak “İç
güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda koordinasyonun sağlanması
için gerekli çalışmaları yapmak” (CK1,md.6/ç) yer almaktadır. Bu amaçla
kurulmuş Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün (CK1,md.9) görevleri
aşağıda yer almaktadır:
a)Devletin
güvenlik politika ve stratejileri ile ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile
koordinasyonu sağlamak, belirlenen politikaların uygulamasını izlemek,
değerlendirmek ve raporlamak,
b)
Olağanüstü hâl ilan edilen bölgelerde, olağanüstü hâl ilanına esas olan
konularda bilgileri derlemek, değerlendirmek ve bu hususlarda koordinasyonu
sağlamak,
(a)
ve (b) bendinde belirtilen konularda ilgili politika kurullarının görüşü
alınmaktadır.
Terör
ve koruma tedbirlerine ilişkin işlemler, kamuoyunu bilgilendirme olarak
belirtilmektedir.
Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri ile belirlenen yeni kamu yönetimi yapılanmasında,
Cumhurbaşkanlığı bünyesinde, 1 sayılı Kararname ile oluşturulan merkezi
düzeydeki güvenlik yapılarını destekleyen “Cumhurbaşkanlığı Politika
Kurulları”(CK1,md.20)[2], toplumsal
sermayeyi dikkate aldığı koşullarda etkin bir yönetim aracı modelidir.
.
Uluslararası
Habitat toplantılarının temalarını oluşturan “sağlıklı kentler” anlatımı
içinde, nüfusun profilini kontrol etmek, arazi ve kent planlamasını, kalkınma
ve kent ekonomisini içinde değerlendirmek ve konut ile temel hizmetleri
yönetişim ve insan hakları, hukukun üstünlüğü ve etik/evrensel değerler ile
birlikte düşünmek yer almaktadır. Her bir konu alanını yaşam kalitesi
standartlarında muhafaza edebilmek, kendi dinamikleri içinde veya beklenmedik
değişikliklere tahammül etme derecesini artırmak önem taşımaktadır.
Çağdaş
toplumlarda, her bir konu içinde, geniş bir bakış açısıyla disiplinlerarası
çalışmalar, teorik dikkati artırmaya odaklanarak uygun cevaplar aramaktadır. Sağlık
konusunda “toplumsal mukavemet”, kişinin sağlığından başlamak üzere, etkileme
yönüyle birçok temel konuyu içermektedir. Burada önem verilmesi gereken,
toplumun da kişi sağlığını korumada sorumlulukları olduğu ve yasal karar alıcı
ve yürütücüleri etkileme gücünü elinde bulundurduğudur. Oysa genelde, bu konu
kişi, ortam ve sağlık hizmeti ile dar anlamda ilişkilendirilmektedir.
Belirtilen
disiplinlerarası işbirliği ihtiyacından hareket edilerek temalar ve disiplinler
yönüyle aşağıda seçilmiş bazı örneklere yer verilmektedir. Eğer kentler büyük
rakamlarla (binlerce) göç alıyorsa, bu güvenli kent olma hususunu (sosyal,
ekonomik, kültürel faktörler yanında sektörel konut ve konuta bağlı hizmetler
ile sağlık gibi ) yakından etkileyecek anlamına gelmektedir. Covid-19 pandemisi
Türkiye’yi meşgul eden, “sığınma arayanlar” ın barındıkları alanlarda ne kadar
tehdit altında olduğu ve sağlık etkisi ile tehdit yaratabileceği sorgulanabilir
bir değere sahiptir.
Yurt içi nüfus
hareketliği ile ilgili olarak da, bir kısım nüfus, daha güvenli olduğunu
düşündüğü göç ettiği önceki “yerleşimlere” geri dönerken, özellikle kıyılarda mülkü olan ikincil konut
sahiplerinin de daha az nüfuslu kıyı bandındaki ilçelere yönelmesi de ayrı bir
tip nüfus hareketliliğini oluşturmaktadır. Belirtilen bu profil nüfus özelliği
olarak beldeye ekonomik olarak yük bindirmese de, yetersiz kalabilecek sağlık
hizmetleri nedeniyle kıyı belediyelerinde hazırlıksız yarattığından güvenli
kent olgusunu konumuz itibariyle zedelemektedir. Aslında, rutini içinde,
genelde o belde daimi yerleşiklerinden ziyade, daha çok dışındaki
yerleşimlerden buraya tatil dönemi için gelerek gıda ve diğer ihtiyaçların
planlanması gerçeği hatırlandığında konuyu “sağlık ve hastane” ile
sınırlandırmamak gerekir. Bu durum da bir ilden diğerine seçilmiş bazı illeri
ve büyükşehir belediyesi olan iller için il sınırından geçiş kısıtlaması getirilmiştir.
Bu durumda, 1982 Anayasasının “yerleşme ve seyahat özgürlüğü” ile ilgili 23.
Maddesine uygun bir uygulama sağlanmış ise de,
Anayasal dayanak olarak gösterilmemiştir. Yeri gelmiş iken, üyesi
olduğumuz Avrupa Konseyinin Covid-19 salgını ve özgürlükler ilişkisi içinde
geliştirdiği düzenleme aşağıda yer almaktadır.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması
Sözleşmesi(ETS No.5), hükümleri 15. Maddesi itibariyle Covid-19 Salgını ile
ilişkilendirilmiştir. Sözleşmenin 15. Maddesi “Acil Durumlarda İstisna” ile
ilgilidir. Nitekim, savaş veya ulusun kamusal yaşamı tehdit eden diğer acil
durumlarda, sözleşmenin tarafları, durumun zorunluluklarının gerektirdiği
ölçüde ve mevcut ulusal tedbirlerin ve uluslararası hukuka göre saptanmış diğer
yükümlülüklerin bu olayda tutarsız olması şartıyla, bu Sözleşme kapsamındaki
yükümlülüklerinden sapan önlemler alabilir(md.5/1) düzenlemesine yer vermiştir.
Ancak söz konusu tedbirler yürürlükten kalktığında Sözleşme hükümleri yeniden
tam olarak yürürlüğe girecektir (Council of Europe, 2020a).
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sağlığını daha iyi koruyabilme
öngörüsü ile kırsal alanlara yönelen nüfus hareketliliği belediye hizmetlerini
ve gıda talebini de öngörülen takvim dışında değiştirecektir. Bu konu “kültür”
ile izah edilebilen, “bencillik” , hususuna bizi yaklaştırmaktadır. İkincil
konut sahiplerinin ekonomik yeterliliği ve eğitimi olsa da bu olayda kendini
koruma refleksi ile belirli zamanlarda gittiği alanlara yüklenmesi, bir
güvenlik tehdidi oluşturma riski yaratmaktır. Bu bakımda idare haklı olarak
seyahati durdurarak önlem almaktadır. Yukarıda yazılan bu hususlar, literatürde
daha önce karşılaşılmadığından “küresel salgın” faktörü ortamı içinde incelenmiş
değildir. Ancak güneş, deniz ve kumsaldan yararlanma vb farklı nedenlerle,
belli bir alana gelen aşırı nüfus etkileri analizleri bulunmaktadır(Toprak,
1990). Bu çalışmalarda elde edilen bilgiler yeni duruma uyarlanabilir özellik
taşımaktadır.
Sağlıklı ve
Gıda Mukavemeti olan kent için aşağıda yer alan hususlar tartışılabilir bir
özellik taşımaktadır. İdealleştirilmiş bir konunun sahiplenilmesi ve
kaynakların rasyonel kullanılması açısından disiplinlerarası geliştirilmesi
gereken bir işbirliği çalışmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Aslında
disiplinlerarası düşünmek yeni bir olgu da değildir. Tarihin tozlu raflarını
üflediğimizde, MÖ.4. yüzyılda Hipokrat (Hippocrates
,460-370 İ.Ö) , On Airs Waters, Places (Hava, Su ve Yer Üzerine)
adlı sağlık coğrafyası incelemesinde tıp, coğrafya ve antropoloji tarihçelerini
bir araya getirerek böyle bir birliktelik oluşturan en eski bir araştırmacıdır
(Hulme, 2016: 38). Görüldüğü gibi, bazı konular tarihin tozlu raflarında
kalmamaktadır.
Bir bütün
olarak değerlendirildiğinde: yerleşimlere yönelik yaşam kalitesi göstergeleri incelenirken;
doğa, fen bilimleri, sosyal bilimler ve beşeri bilimlerin sözcükleri ile
yerleşmiş anlamlarının disiplinler itibariyle birbirinden ödünç alınarak
geliştirildiğini ve ortaklaştığını; yine siyaset ile dini söylemler ve
pratiklerinin araçsal kullanımına ihtiyaç duyulduğunu görmekteyiz. Konu ve
disiplinlerarası ilişkileri okuyucuya bir fikir vermek için ortaya konulmuştur.
Disiplinlerarası birliktelik Şekil 1. yardımıyla gösterilmektedir. Disiplinlerarası çalışmanın önemini ortaya
koyan şekilden de görüldüğü gibi, doğa, teknik ve sosyal birimlerin
ortaklığında ancak bütünsel sorgulama ve çözümleme sağlanabilmektedir. Biri
veya birkaçının ihmal edilmesi, sonuca götüren iyi bir araştırmanın önünü
kesmektedir.
Oysaki, genelde
sağlık, sosyal ve teknik konular örneğindeki gibi, gruplaşmalar olmakta, bir
çalışmanın sonuçlarından diğerinin fayda sağlaması mümkün olamamaktadır. Buna
en güzel örnek “Sağlıklı Kentler” ismi altında yapılan çalışmalardır.
Bağlantılı olarak aşağıda bahsi geçen
konuya yer verilmiştir.
SAĞLIKLI
KENTLER TEORİK YAKLAŞIM
1977 yılında Dünya Sağlık Asamblesi (the World Health
Assembly), çok önemli bir sosyal hedefi hükümetlerin önüne koyarak, “Herkes
İçin Sağlık” çağrısı yapmış ve 1981 yılı “sağlık ” temasının harekete
geçirildiği bir doğum yılı olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 2000 yılına
kadar Dünyadaki herkesin sosyal ve ekonomik açıdan üretken bir hayat
sürebilmesi için gerekli sağlık düzeyine erişebilmesini hedef olarak
belirleyerek, global stratejik çalışmaların eylem planlarının hazırlanmasını
başlatmıştır. Bu seferberlik çağrısına esas teşkil eden çalışmaların felsefi
dayanağında ortaya konulan önemli bir nokta; “Herkes İçin Sağlık” anlatımının,
hastalıkların ve yapılamazlıkların sona ermesi veya doktor ve hastabakıcıların
herkesin sağlığını gözeteceği anlamına gelmediği aksine, “sağlıklı olabilmeyi
sağlayacak kaynaklara ve temel sağlık bakımlarına herkesin erişebilmesi”
anlamını içerdiğidir.
Türkiye’de bu
gelişmelerin dışında kalmamıştır. Sağlıklı Kentler Birliği örgütlenmesi 2005
yılında kurulmuş olup, 2020 yılı başlarında 74 üye belediyesi bulunmaktadır.
Çalışmaları, “sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir kentler” teması üzerine
oturtulmuştur (Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği, Tarih belirtilmemiş). Birlik, Türkiye’de
bulunan Sağlıklı Kentleri ve aday kentleri bir araya getirerek ve bu kentler
arasında sağlık ile bütünleşik planlama, sürdürülebilir gelişme, yönetişim ve
sosyal destek yaratmak, kent içi ve kentler arası eşitsizlikleri azaltarak,
sağlıklı kentler yaratmak ve yaşatmak” olarak çalışmalarının dayanağını açıklamıştır.
Açıklamanın bütününde “disiplinlerarası” ifadesi olmamakla birlikte,
genişletilmiş bir yorumla, birçok disiplinden çalışmalara destek verilerek
beklenen fonksiyonelliğini/işlevselliğini sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Kuruluş
yıllarında, adından ötürü ilk anlamlandırma tepkisiyle; üye koordinatörleri tercihen ağırlıklı
“doktor” gibi sağlık çalışanları iken, 2019 yılı sonu itibariyle “Doktor, Kent
Plancısı, Çevre Mühendisi, Sosyolog, Peyzaj Mimarı, Veteriner Hekim, Gazeteci,
Hemşire, Harita Teknikeri, Memur, İş Güvenliği Uzmanı, İktisat ve İşletme
Mezunu, Diş Hekimi, Mütercim, Halkla İlişkiler, İç Mimar, Kimyager” gibi meslek
gruplarının da katılımı ile disiplinlerarası farkındalığın Türkiye ölçüsünde
arttığı görülmektedir.
Birlik
Müdürü Sayın Murat Ar’a yönettiğimiz, Disiplinlerarası (inter) ve disiplinlerötesi
(trans) çalışmalarına ilişkin, proje ve
yayınlarınızda konu kriteri ve meslek ortaklıkları bu tip çalışmalarda ne
ölçüde sağlanmaktadır sorusuna, (08.11.2019 tarihli bilgilendirme) ; “Bağımlılıkla
Mücadele, Küresel Isınma, Sokak Hayvanları, Fiziksel Aktivite, Sera Gazı
Salınımı, Atık Yönetimi, Kent içi Bisiklet Kullanımı, Işık Kirliliği, Engelliler
ve Erişilebilirlik vb.” konular olarak cevap verilmiştir. Belirtilen
konularda, uzman akademisyenlerle birlikte çeşitli farkındalık çalışmaları,
ulusal ve uluslararası kongreler, konferanslar, çalıştay ve eğitimler,
kurumlarla etkileşim içinde düzenlenmektedir.
Gözlemlerimize
dayanarak, ülke düzeyinde bir değerlendirme yapmak gerekirse, genelde bir konu
etrafında yapılan bu çalışmalarda, kamu, özel ve sivil ortaklılık sağlanmakla
birlikte, toplantılarda başı çeken disiplin ve en iyi ihtimalle komşu
disiplinlere yer verilmektedir. Yukarıdaki satırlarda da belirtildiği gibi; sosyal bilimler ile fen bilimleri nadiren bir
araya gelmektedir. Bir bütün olarak yeni fikirlerin geliştirilmesi ve çoğaltan
etkisi, çoğu kere yeniden değerlendirmeler yazılı hale getirilmediği için zayıf
kalmaktadır.
TÜRKİYE’DE
TOPRAĞIN KORUNMASI VE GIDA YÖNETİMİ
Türkiye’de toprağın mülkiyet ilişkisi ile verimli
işletilmesi ve çiftçi ilişkisi Anayasa’da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek,
erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı
bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli
tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre
toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı
bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların
küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.
Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras hükümleri dışında başkalarına
devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından
işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri
alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir (AY, md.44). Bu hüküm
çerçevesinde, koruma ve kullanma dengesi içinde ama asla tarım topraklarının
kaybına izin vermeyen bir anlayış ortaya konulmuştur.
Ayrıca, “Tarım, Hayvancılık
ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların Korunması” başlığı altında önemli bir
boyuta dikkat çekilmiştir. Bu hükme göre; “ Devlet,
tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini
önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve
hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların
işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.
Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek
değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” (AY,
md.45) hükmüne yer verilmiştir. Ancak, tarım toprakları gerek idari
düzenlemelerle veya kendi doğası içinde kentlerin genişlemesi ve nüfus baskısı
ile gerekse tarım üretiminden gerekli idari desteği görmeme başta olmak üzere
çeşitli nedenlerle çekilme verimli kullanımını ortadan kaldırabilecek bir
özellik taşımaktadır (Toprak, 2019a). Ayrıca afetlerin giderek farklılaşması ve
şiddetini artırması tarım sektörünü geriletmektedir.
Türkiye’nin coğrafi
özellikleri nedeniyle bir yarımada olması ve kıyılarının uzunluğu (adalar dahil
8333 km kıyı şeridi) ile kıyılar konusunun da ayrı bir madde olarak
düzenlenmesine yol açmıştır. Kamu Yararı başlığı altındaki Kıyılardan
yararlanma maddesinde, “Kıyılar, Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır… Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış
amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve
şartları kanunla düzenlenir” (AY, md.43).
Kıyıların da bütünleşik planlama kavramı içinde yer alması, kıyılardaki başta
doğa etkisi olmak üzere olumsuzlukların giderilmesi amacıyla Kıyı Kanunun
gözden tekrar geçirilmesi önem taşımaktadır. Ayrıca kıyıda hastane yapılmaması
da önem taşımaktadır (Toprak, 2019b).
Yerel Yönetimler açısından, da tarım alanlarının
kullanımına ilişkin hükümler Büyükşehir Belediyesi Kanunu (5216 sk) ve Belediye
Kanunu(5393 sk) bütünleştirilmiştir. Büyükşehir Belediyesinin görevleri içinde,
“Sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım
alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak; ağaçlandırma yapmak;
gayrisıhhî işyerlerini, eğlence yerlerini, halk sağlığına ve çevreye etkisi
olan diğer işyerlerini kentin belirli yerlerinde toplamak; inşaat malzemeleri,
hurda depolama alanları ve satış yerlerini, hafriyat toprağı, moloz, kum ve
çakıl depolama alanlarını, odun ve kömür satış ve depolama sahalarını
belirlemek, bunların taşınmasında çevre kirliliğine meydan vermeyecek tedbirler
almak; büyükşehir katı atık yönetim plânını yapmak, yaptırmak; katı atıkların
kaynakta toplanması ve aktarma istasyonuna kadar taşınması hariç katı atıkların
ve hafriyatın yeniden değerlendirilmesi, depolanması ve bertaraf edilmesine
ilişkin hizmetleri yerine getirmek, bu amaçla tesisler kurmak, kurdurmak,
işletmek veya işlettirmek; sanayi ve tıbbî atıklara ilişkin hizmetleri
yürütmek, bunun için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya
işlettirmek; deniz araçlarının atıklarını toplamak, toplatmak, arıtmak ve
bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapmak (5216, md.7/i);
ve il sınırları ile büyükşehir belediyesinin
sınırlarının ayni olmasını sağlayan 6360 sayılı kanun ile de, (Ek fıkra: 12/11/2012-6360/7 md.) “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı
desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler” hükmüne yer verilmiştir. Bu şekilde,
artık belde (büyüklüğüne bakılmadan bütün belediyeler) için “tarımsal olmayan
üretim” fonksiyonuna dayandırılmış “kent” tanımı değişmiştir. İdari olarak, köyleri,
mahalleye döndürülmüş , köy idaresi bulunmayan 30 Büyükşehir Belediyesinde,
kırsal alan faaliyetleri de teminat altına alınmıştır. Bu durum, aslında uzun
zamandır akademik olarak değerlendirilen “kır ve kent” bütünlüğü kavramının, il
düzeyinde yasal düzenleme ile ilişkilendirilmesidir. Teorik olarak, kır ve kent
bütünlüğünü mekânsal strateji planları ile düzenlemek, kenti akıllı hale
getirirken, kırın gıda gücünden de yararlanarak, toplumsal mukavemeti artırmak
önemli bir hedef olarak mevzuat düzenlemeleri içinde yer almaktadır. Uygulamada
da bu felsefeye dayandırılan hukuki prosedüre uygun davranılması önem
kazanmaktadır.
5393 sayılı Belediye Kanunu açısından incelendiğinde;
arsa ve konut ilişkisi içinde hareket ederken belediyeyi, özel kanunlarla
korunması gereken “tarım arazilerinden”, “uzak” tutma hedeflenmektedir.
Nitekim, “ Belediye; düzenli kentleşmeyi
sağlamak, beldenin konut, sanayi ve ticaret alanı ihtiyacını karşılamak
amacıyla belediye ve mücavir alan sınırları içinde, özel kanunlarına göre
korunması gerekli yerler ile tarım arazileri hariç imarlı ve alt yapılı arsalar
üretmek; konut, toplu konut yapmak, satmak, kiralamak ve bu amaçlarla arazi
satın almak, kamulaştırma yapmak, bu arsaları trampa etmek, bu konuda ilgili
diğer kamu kurum ve kuruluşları ve bankalarla iş birliği yapmak ve gerektiğinde
onlarla ortak projeler gerçekleştirmek yetkisine sahiptir”(5393, md.
69).
Bu düzenlemeler bütününde tarıma
önem verilmesinin ön planda olduğu bir hukuki yaklaşım olsa da, 30 Büyükşehir
ve diğer 51 il içindeki kırsal alan faaliyetleri oldukça gerilemiştir. TÜİK
verilerine göre Türkiye’de idari olarak kırsal nüfus oranı 2018 yılında ancak %
1,47 civarındadır. Bu yılda 82.003.882 nüfusun, il ve ilçe merkezlerinde
yaşayanların oranı %92,5 iken köyler ve küçük
belediyelerde yaşayanların oranı ise %7,5 olarak tespit edilmiştir. Konunun bir boyutu da tarımın GSMH
içindeki payının, 2012 yılının sonunda gelindiğinde %7.9 ve 2016 yılı
başlarında ise %7.4’e gerilemeye devam ederken; Türkiye'nin
(2005–2015) dönemindeki tarım karnesinin ortaya koyduğu tabloya göre; çiftçi 27
milyon dekar tarım arazisini ekmekten vazgeçmiş, 600 bin çiftçi üretimden
çekilmiş olup, 14 milyon hektar buğday ekim alanı daralmıştır. 2012–2015
döneminde de patates ekim alanları 600 bin dönüm azalmıştır (Tarımdan Haber,
2015). 2019 yılı itibariyle, Türkiye’de çiftçi sayısının
son 10 yılda % 38 azalarak, tarım alanlarının da son 15 senede % 12’ye ve sebze
bahçeleri alanının ise %15’e küçüldüğü tespit edilmiştir (Euronews, 2019). Tarımda
gerilemeye karşılık sürekli nüfus artışı yanında, Türkiye’ye dış
göçle gelen ve ülkede doğan, doğurma oranı yüksek profilin oluşturduğu gıda,
eğitim ve barınma vb diğer ihtiyaçlarının karşılanması gereken 12.8 milyon
ilave nüfus (International Federation of Red Cross and Red Crescent Societies,
2018: 9)[3] hareketliliği 2018 yılı Dünya
Afet Raporuna girmiştir.
Türkiye’nin ¾’ün dağlık alan olması aslında güçlü yan
ve fırsat olarak görülmelidir. Kent tanımı içine alınsa da, yükseltiler ve
kolay erişilemez özelliği, kırsal alan ve orman varlığını korumuştur. Daha önce
de belirtildiği gibi 5393 sayılı Belediye Kanunu hükümleri izin verdiğinden,
eğer yerel halk ve bağlantılı olarak belediyeler ilgi duyuyorsa tarım
faaliyetleri sürdürülebilmektedir. Bu durumda, tarımsal faaliyetlerin devam
ettiği alanlar, illere göre değişse de ülke bütününde toplamda %8’den daha
fazla oranda kırsal alan varlığımız olduğu öngörülebilir. Metodik olarak, “İl
ve Büyükşehir Bütünlüğü” idari sınırlar uygulamasından önceki 2012 rakamı
içindeki kır ve kent oranları içinde düşünülürse, en kötümser bir tahminle
Türkiye’de %25 oranında kırsal alan kullanımı bulunmaktadır. Giderek artacağı
ümidini toplum taşımaktadır.
Tarım bir ülkeyi hayatta
tutan en önemli mukavemet ölçütü iken, Türkiye’de hızlı bir tarımsal kayıp olgusu
yaşandığı, Covid -19 nedeniyle daha da fark edilir hale gelmiştir. Daha
önceleri, miktar yerine “fiyat” ile ilgilenen halk, bu fiyat artışını tek
başına “aracı” ile ilişkilendirirken, artık tarlalar neden yeşermiyor sorusu da
tüm boyutlarıyla medya aracılığıyla ve akademik olarak irdelenmeye başlamıştır.
Aslında, bir bütün olarak kentleşme hareketlerinin başlangıcından itibaren
(1960’lı yıllar), ekonomik ve sosyal baskılara karşı koyamayan siyasi irade nedeniyle, sağlıksız yerleşimler oluşmuştur. Bilimsel
veri yetersizliğinin çoğaltan etkisini de gözle görünür bu fiziksel bozulmada
aramak yerinde olacaktır. Toprak, orman, açık alanlar, plaj ve değerli sulak
alanlar gibi habitat alanları önlenebilir olan yok olma ve çok yönlü kirlilik
etkilerine açık hale gelmiştir. Aşağıda içinde toplumsal mukavemet için gerekli
potansiyel koruma alanları yer almaktadır.
Tablo 1 Toplumsal Mukavemet İçin Potansiyel
Koruma Alanları
Kentsel ve Kırsal* Yerleşim Merkezleri |
Yerleşim
alanlarının sınırları, temel ekonomik ve sosyo-kültürel işlevler, optimal
nüfus dağılımı, hizmet alanları, |
Açık Alanlar |
Doğal koruma alanları, milli parklar, kıyılar |
Tarımsal Alanlar |
Gelişmeye elverişli alanlar ve sektörler, tarımsal alanların korunması
ve başka kullanımlara dönüşmemesi, otlakların korunması, sulak alanlar |
Ormancılık |
Kereste üretim alanları, rekreasyon kullanımları |
Madencilik |
Çevresel zarara neden olmayacak potansiyel gelişme alanları |
Endüstriyel Alanlar |
İzin verilebilir endüstri alanları, mevcut endüstrinin olası
gelişmesi, yeni endüstrilerin katılımı, kirletici endüstrilerde
sınırlandırmalar |
Yerleşim Alanları* |
Mekansal stratejik planlama ve çevre düzeni planları |
Turizm ve Rekreasyon Alanları |
Gelişmeye ayrılmış merkez ve alanlar, gelişmesi büyük oranda
sınırlandırılmış alanlar, bütünleştirilmiş rekreasyon alanları |
Deniz Kullanımları |
Taşımacılık faaliyetleri, deniz güzergahları, balıkçılık alanları, liman
ve marina kullanımı, rekreasyon, |
Taşımacılık Ağı ve Alanları |
Ulaşım ağı: ulaşılabilir ve hiyerarşik ağ; demiryolu ağı: şehirlerarası
ve şehir içi ulaşım ağı, birbirine bağlantılı yol ağı; havaalanları: uluslar
arası, iç hatlar, charter seferleri, tarımsal, kargo; haberleşme: uydu ve kablolu ağ |
Diğer Altyapı Sistemleri |
Elektrik ağı: güç istasyonları ve yakıt kaynaklarının konumu, temel
iletme koridorları, dönüşüm istasyonları, modern enerji kaynakları; su
kaynakları: su depoları, borular; kanalizasyon sistemi; petrol rafinerileri:
depolama ve boru hatları; sulama sistemi |
Kaynak: kşl Guidelines for
Integrated Coastal and Marine Areas Management, United Nations Environment
Programme, Priorty Actions Programme, Second Draft, 1993s.26.* yazar tarafından
eklemeler yapılmıştır.
Belediye
görevleri içerisinde yer alan imar faaliyetleri, iç ve dış göçlerle göçün
tipine göre başta kıyı olmak üzere kıyı beldeleri için çok önemli boyutlara
ulaşmaktadır. Nüfus hareketlerinin kıyılarda zorladığı imar faaliyetleri, gerek
kıyı bandını gerekse iç kesimleri tamamen kapsayacak biçimde tarım topraklarının
tarım dışı kullanımı ortaya çıkaran en önemli nedenlerdir. Ayrıca kamu arazisi
üzerindeki hatalı kamu politikaları nedeniyle yapılan faaliyetler ve
yapılaşmalar, hiç de Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının temel ilkelerine ve yukarıda
ayrıntılı yer verilmiş düzenleyici yaptırımlara uygun gitmemektedir.
GIDA
GÜVENLİĞİ YÖNETİMİNDE ULUSAL VE ULUSLARARASI ETKİLEŞİM
Uluslararası
örgütler, kuruluş misyonuna uygun olarak çevre merkezli çalışmalarını günün
getirdiği koşullara uygun sürdürmektedir. İlkeleri de günün getirdiği
koşullarda temel felsefesini bozmadan anlamlandırmak mümkündür. Aşağıda bu
yönde değerlendirmelere yer verilmiştir.
Rio
Deklarasyonu’nun (1992); 17. İlkesi
“çevre üzerinde olumsuz etkiler doğurabilecek ve ulusal bir otoritenin iznine
tabi faaliyet önerileri için Çevresel Etki Değerlendirmesinin, ulusal bir araç olarak kullanılması(nın)
gerek(tiğini)” belirtmekte ve 19. İlkesi
ise “önemli sınırlar ötesi çevresel sorunlar yaratabilecek faaliyetlerde
bulunan ülkeler, bunlardan etkilenme potansiyeli bulunan ülkeleri önceden ve
zamanında haberdar etme(li), bilgi(lendirmeli), erken bir aşamada ve iyi
niyetle (onlarla) istişarelerde bulunma(lıdır)” demektedir.
Avrupa Konseyi,
Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi anlaşmalarından Avrupa Kentsel Şartı
(1992) (Toprak, 2014), Kentsel Sağlık başlığı altında yer alan hususlar, Covid-19
ile ilişkilendirilerek yeniden yorumlanmıştır [4].
“Kentler, sağlık koşullarını iyileştirmede ve
sağlamada özel potansiyele sahiptir. Kişilerin bulunduğu sosyal ve fiziksel
çevre ile yaşam biçimleri, sağlığın başlıca belirleyicileri” olma
özelliğine sahiptir. Ayrıca Şartta, yerel yönetimlerin, kentsel mekândaki
etkili yönetim birimleri olarak kamu sağlığı politikalarını oluşturmada
rollerinden bahsedilmektedir. Bu tespit,
konu salgın hastalık için de ihmal edilememektedir. Sağlık
koşullarındaki eşitsizliklerin belirlenerek azaltılması, özel sağlık
gereksinimleri ve engelli grupların isteklerinin karşılanması, sektörler arası
çalışmalarla daha sağlıklı çözümler üretmek gibi hususlar, konumuz itibariyle
geçerli tespitlerdir. Dikkati çeken bir durum, sağlık konusunda ilgi gruplarını
da dikkate almada “politik bağlayıcılık
ve iradeyi ortaya koyan anlaşmaların” taşıdığı stratejik önemdir. Şartta yer alan “hepsinin ötesinde; kişilerin kendi kendilerine ve birbirlerine yetebilmelerini
sağlayacak; hastalık ya da kaza durumlarında bakımlarını üstlenebilecek sosyal
şartların oluşturulması özellikle önemlidir ”, konusu tam da hastanelerin hastalıkların
boyutuna göre “yetersiz kalabileceği” hallerde gündeme gelebilecek bir durumdur.
Ayrıca, kapsamlı
kentsel çevre politikaları oluşturarak çevre sağlığını korumak; iyi sağlık
koşullarının temini için kişilerin gelişim ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için
temel ihtiyaç maddelerinin güvenilir ve sağlıklı biçimde sunumunu sağlamak,
kente eşit olarak dağıtmak ve tüketiciler üzerinde gereksiz bir stres
yaratmamak temel ilkeler arasındadır. Ayrıca; sağlıklı ve güvenli içme suyunun
temini; günlük tüketim maddelerinin arz ve dağıtımının düzenlenmesi; besin
kalite kontrollerinin arttırılarak; gıda imalathanelerinin ve yiyecek tüketim
yerlerinin temizliğinin kesin yasal hükümlere bağlanması; temel kamu ve altyapı
hizmetlerinin öncelikli temini ve dağıtımında kesin politik kararlar
oluşturulması önerilmektedir.
Sağlıklı toplum; Avrupa
Kentsel Şartında(1992), “kişilerin kendi
kendilerine veya toplu olarak yetebilmelerini sağlayacak ve hastalık ya da kaza
durumlarında bakımlarını üstlenebilecek toplum” olarak
değerlendirilmektedir. Sağlıklı toplumun unsurlarına dikkat edilecek olursa, i)
bireysel ve ii) toplu olarak kendi kendine yetebilmek öne çıkmaktadır. Bu
tespitten yola çıkılarak, mahallelere kadar yaygınlaştırılmış sağlık merkezleri
oluşturarak; halk sağlığı ile yakından ilgilenen gönüllü grup ve kuruluşlara
çalışmalarına destek sağlama; kentlilerin
sağlık kuruluşları (sağlık ocakları, hastaneler ve poliklinik yönetimiyle
ilgili komisyonlar) gibi karar verici ve danışman kurumlarda çalışabilmelerinin
önünü açma; uzman ve gönüllülere,
koruyucu hekimlikle ilgili gerekli eğitimi verme konularının; yerel yönetimler ile ilişkilendirilerek bu
çalışmalara destek verilerek, katılımların teşvik edilmesi konuları listelenmektedir.
Kentsel Şart, kent
sağlığının uluslararası bir önem taşımasından dolayı, yerellik ve uluslararası
programlarlar ortaklığını vurgulamaktadır. Kentsel Şartta yer alan “ her kentin geliştirilecek bir ağ içinde,
yeni halk sağlık çalışmalarıyla ilgili tecrübe ve bilgilerini değiş tokuş
edebilmelerini; ortak davranış geliştirebilmelerini; sağlıkla ilgili ve özel
politik girişimlerini yasallaştırabilmelerini” önerilmektedir. Tehdit
derecesi arttığında, toplumların öncelikle kendi imkân ve araçlarını kendi
yerleşikleri için kullanmayı tercih ettikleri ve yetmediğinde “insani yardım”
çağrısı yaptıkları görülmektedir. Bu olgu da çok şaşırtıcı değildir.
Dünya Sağlık
Örgütünün (WHO), “herkese sağlık stratejisine dayalı” stratejileri Covid
19 için incelendiğinde, bireysel korumayı önemsediği; devletlerarası ve halka yönelik
bilgilendirmeleri tercih ettiği anlaşılmıştır. Web sayfasında ayrıca, ülkesel teknik rehber, durum
bilgilendirmeleri ve teknik gelişmeler yer almaktadır. Kentsel Şartta
öngörüldüğü gibi yerel yönetimler üzerinden bir strateji yürütmediği web
sitesinin incelenmesinden (WHO, 2020) anlaşılmaktadır. Bu durum da hastalığın küresel
olması ve merkezi düzeyde yönetilmesi gerektiği, grup yönetiminden ziyade,
bireysel tutumların yönetilmesinin önemine işaret eden yeni bir olgu
değerlendirmesini öne çıkarmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, idare ile kamuoyu
arasında köprü vazifesi gören gönüllü kuruluşları önemseyerek, desteklerini
alarak iletişim kurmuştur. Bu konuya göre ilgili gönüllü kuruluşların, gönüllü
faaliyetlerinden dolayı olayın gidişatını daha iyi yorumlayabilme kapasitelerinden
de yararlanma anlamına gelmektedir.
Kuşkusuz demokrasinin
temel unsurları içinde, “dayanışma, aktif
katılım ve çözümde ortaklık” gibi konular sürdürülebilir sağlık ilkelerini
sağlama ile örtüşmektedir. Avrupa Kentsel Şartında da ortaya konulduğu gibi, “Yerel demokrasinin esasları oturtulmadan,
kentlerdeki kişi haklarından söz etmek yersiz olur. Sosyal, bedensel ve
duygusal ihtiyaçların temini ve saygınlığı, resmi idare ve kent toplumunun tüm
fertlerinin birbirleriyle olan diyaloguyla sağlanabilir” yaklaşımının genel geçerli olduğu
anlaşılmaktadır.
Sağlık söz konusu
olduğunda da, kurallar ve kararlardan etkilenecek kişilere, bu kararların
duyurulması ve konu hakkında fikir etme hakkı tanınması ve karar verme
süreçlerine faal olarak katılabilmelerini sağlamak da önemlidir. Covid-19 dan
etkilenmiş her yaştan hastalığı atlatan kişilere, deneyimlerini anlattırma ve
görüşlerini alma uygulamalarının, kısacası “paylaşmanın”,
kamu oyunda olumlu bir etki yarattığını düşünebiliriz. Olgunun
değerlendirilmesi ve etki yaygınlaşması bakımdan uzman görüşleriyle, olguyu
yaşayanların birlikte değerlendirilmesinin önemi açıktır. Akıllı toplum
yaklaşımı daha kolay toplumsal destek bulan yapılar oluşturduğunu görmek
gerekir. Kentsel Şart daha çok dikkatini yerel yönetimlerde halkın demokratik
katılımına izin vermeye odaklanmış ise de, merkezi yönetim kademelenmesinde de
demokratik yapılar oluşturularak, halkı dikkate alacak ve tecrübelerinden
paylaşacak mekanizmalar oluşturmak ve bu sisteme katmak, sorunların
değerlendirilmesinde ve çözümlenmesinde etkinlik sağlayacaktır.
Hayatın
sürdürülebilirliği için sağlık ilkelerinin yönetiminde, yerleşimlerin
kimliklerinin önemi Kentsel Şartta vurgulandığı gibi öne çıkmaktadır. “Yerleşimin bölgesel ilişkileri, konumu,
nüfusu, fiziki sınırları, çevresi, iklimi, formu, yapısı, kökeni, tarihi,
işlevleri ve bunların tümü bir yerleşimin diğerinden farkını ortaya koyduğu”
vb hususlar dikkat çekmektedir.
Covid-19 Olgusu,
tam da Şartta belirtildiği gibi, “kentsel
öncelikler hakkında karar vermek ve öneriler geliştirmek, tek bir mesleğe, tek
bir birime veya şansa bırakılamaz. Bu ve benzeri kararlar; kentin
özelliklerini, potansiyelini, aktivitelerini, gelişme kapasitelerini ve
kaynaklarını kapsayacak bilgileri içeren ve belirli aralıklarla yenilenerek
güncelleştirilen analizlere dayandırılmalıdır” görüşüne uygun bir
yapısallık taşımaktadır. Yenilikçi ve yaratıcı yerleşimler için başta gençler
olmak üzere katılımın sağlanması, “iş,
konut, çevre, kültür, dinlence, eğitim, öğretim ve sağlık gibi” konuların
günün getirdiği yeni koşullarda yeniden yapılandırılması önem taşımaktadır.
Avrupa Konseyi’nin
özellikle yukarıda sayılan ilkelerine uygun olarak, yerel yönetimlere yönelik
çalışma programını Covid-19’a uyarlayarak, aşağıdaki hususlara yer verdiği
görülmektedir (Council of Europe, 2020b). Mevcut işbirliği çalışmaları,
Bosna-Hersek'te Mostar'a özel bir vurgu yapılarak yeni bir projenin
başlatılması ve Gürcistan, Moldova Cumhuriyeti ve Kosova'da, uygulanacak yeni
projelerin önerilerinin sonuçlandırılması ve izlenmesine uzanmaktadır. Ayrıca,
Ermenistan, Ukrayna, Fas ve Tunus'ta proje faaliyetleri bulunmaktadır. 13
Ukraynalı belediyeye daha etik, yenilikçi ve kapsayıcı politikalar ve
uygulamalar için yerel girişimlerini uygulama ve temsilcileri için çalıştay
düzenlenmesi planlanmaktadır. Dış ilişkiler alanındaki çalışmalar, Avrupa
Bölgeler Meclisi ile Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SKH) üzerine bir
çalıştay planlamayı ve Bölgeler Üst Düzey Grubunun Kongre / Komitesinin bir
toplantısını planlamayı ve Dünya Forumu'nun hazırlanmasına katkıda bulunmayı içermektedir.
Ayrıca Bölgeler Odası'nın (Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresinin organı)
gelecekteki faaliyetlerine yönelik teklifleri, karşılaşılan sorunların ve
mevcut krizden çıkarılacak derslerin bir analizini içerecek şekilde uyarlanmaya
başladığı anlaşılmaktadır. Özellikle bölgesel yönetimler, Covid-19 pandemisinin
topluluklar üzerindeki etkisine, sağlık alanındaki sorumluluklarını ve kendi
bölgelerindeki belediye faaliyetlerini koordine etme görevlerini de dikkate
alarak ve gerekli koordinasyonu sağlamanın ön saflarında yer almaktadır. Ulusal
makamlarla ve genellikle ulusal sınırların ötesindeki komşu bölgelerle
yapılması planlanan çalışmaların ve durum tespit çalışmalarının bir amacı
da, gelecekte bu tür ulus ötesi
krizlerle başa çıkmak için ortak bir Avrupa politikasının şekillendirilmesine
katkıda bulunmak olacaktır.
Tam da bu konuya
uygun olarak, Covid-19 ile ilgili, üye
ülke başkentleri arasında, bilgi paylaşımını sağlayacak bir site Ankara
Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde (2020) [5] kurulmuştur.
Covid-19 nedeniyle “evde kal
ve hayata tutun” benzeri sloganlarla halk evde kalırken, tarım faaliyetleri
toplumsal mukavemet için destek güç olması nedeniyle sürdürülmesi gerekli hale
gelmiştir. Kurumlar konunun farklı yönleriyle bilgilendirmeler yapmaktadır. Konumuza ilişkin olarak Tarım ve Orman
Bakanlığı ve İl Müdürlüklerinin web sayfasından (İzmir İl Tarım ve Orman
Müdürlüğü, 2020), bilgilendirmeler yapılmaktadır.
Ayrıca İllerdeki
iletişim çalışmaları, vali önderliğinde, il sağlık müdürü sorumluluğunda
yürütüleceği paydaş olarak, İl Milli Eğitim, Belediye, Yerel Medya, Servis
şoförleri, taksi ve diğer esnaf odaları, üniversiteler, il müftülükleri,
garnizon komutanlığı ile işbirliğinde fayda sağlayacağı görülen kurum, kurulu
ve “Sivil Toplum Örgütleri” ile işbirliği stratejisi ortaya konulmuştur.
Bilgilendirme amacıyla hazırlanan dokümanlar dijital olarak resmi web sitesi
https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/Covid19 yayına konulmuştur. İl sağlık
müdürlükleri yaptıkları aktiviteleri kendi web sayfalarında yayınlayacak,
kampanya web sayfasına yönlendirme yapacak ve varsa kurumsal sosyal medya
hesapları üzerinden paylaşım yapılacağı gibi bilgilendirmeler (Halk Sağlığı
Genel Müdürlüğü, 2020) adresinden kamuoyu
ile paylaşılmıştır. Ayrıca geri bildirim için de adres gösterilmiştir. Bu
bilgilendirmelerde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili bilgiler halkla ve
ilgi guruplarıyla paylaşılmaktadır.
Sağlık
konusu, beslenme imkânları ve gıdaya erişim ile öncelikle
ilişkilendirilmektedir. Bu yönüyle, “gıda güvenliği olmayan”, “gıda
güvensizliğine açık” ve “gıda güvenliği olan” gruplar olarak toplum 3 kısımda
incelenmektedir. Bu ayrımın tamamlayıcısı ise; yapısal, stok ve besin
dayanıklılığı ile ilişkilendirilmektedir. Güvenlik açığı, belirtilen
dayanıklılık göstergelerine bağlı olarak her üç grubu da etkilemektedir.
Güvensiz
gıda ortamı, mukavemet edilebilirliği dönüştürebilmektedir. Bu durum şokun
niteliğine ve süresine bağlı olarak değişmektedir. Stoklar kritik hale
geldiğinde gıda güvensizliği oluşarak, mukavemetsizlik ortamı içinde, aşama
aşama, yoksul gruplardan başlayarak tüm gelir gruplarının yer alacağı
öngörülmektedir. Aşağıda yer alan Şekil.2 tasarımında gıda mukavemeti ve
yönetim konusu kapsamlı gösterilmektedir.
Şekil.2.
Sürdürülebilir Etkin Gıda Bütünleşik Yönetimi
Şekil
2 :
Karşılaştırınız,
Hendriks ve Maunder, 2006: 26, şekil. 2.
Sağlık
konusu; ölümcül bulaşıcı hastalıklar, güvensiz gıda, yetersiz beslenme ve temel
sağlık hizmetlerine erişim kısıtları ile birlikte değerlendirildiğinde; sağlık,
ekonomi, sosyoloji, psikoloji, coğrafya, hukuk, yönetim, fen bilimleri/teknoloji (ziraat, çevre), vb
disiplinlerinin öncelikle ilgi alanına girmektedir. Disiplinlerarası
değerlendirmeler, çağdaş gelişmeler ve bilgi birikimi koşullarında birlikte hareket
etmektedir. Bilinen bilgi birikimi ile hesap verebilirlik de bu değerlendirmeyi
etkilemektedir. Bu bakımdan elde olan bilgileri; araştırmalar ve teknolojiler, kamu oyu
araştırmaları, bilgi bankaları oluşumları, çok aktörlü uzmanların yer aldığı
halkın katılım toplantıları vb konuları birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
Covid-19
pandemisinin kısa dönemde ortaya çıkan etkilerinden birisi de, metin içinde de
vurgulandığı gibi, insanın mukavemeti anlamına gelen, tarımsal mukavemet
konusudur.. Küresel komşuluğun getirdiği diplomatik-ticari ilişkiler
ağlarındaki mal ve hizmet dağılımında , ticari tercihlerin zaman içinde
ekolojik baskıya veya ekolojik emperyalizme dönüştüğü bir ortamda; birden
ülkeler kendi yerleşiklerinin gıdasını tek başına “gıda güvenliği nedeniyle”
temin etmek zorunda kalmışlar ve sınır kapılarını kapatmışlardır. Bu durum gıda
yönetiminde(administration), ulusal hakimiyete dönüş konusunu önümüzdeki
günlerde tartışma alanına alacak bir değişim yaratmıştır. Covid öncesinde,
üretim fazlasını ihraç etme yanında, bir bakıma rutin bir uygulamaya dönen; i)
kendi yerleşiklerinin tüketmediği “gıdayı” yabancı müşteri için üretmek veya
ii) ülke içinde zaten üretilen gıda maddelerini ithal ederken, yerli üreticinin
ne kadar yararına hareket edildiği hususu, birden ulusal ve uluslararası
düzeyde özellikle Çin ve ABD arasında son iki yılda zirve yapan ticari tehdit
konuşmalarından da “fark edilmiştir”. Bu nedenle şekil 2. de vurgu yapılan uluslararası ilişkiler ekolojik emperyalizmin etkilerine
göre şiddeti değişebilecek olabilirliğine de işaret etmelidir.
Bu fark ediş
gelecek senaryosunda hangi ülkeler için sürdürülebilirliğini ülke lehine
geliştirebilecektir?. Nihai tahlilde sorgulanmaya değer görülen bu konular,
idari gizliliğin olmadığı ve bilgiye erişilebilirlik koşullarında, gelecek yıllarda daha iyi
anlamlandırılabilecektir. Aslında bu konu dünya gündemini uzun zamandır meşgul
etmekte ve çeşitli toplantılarda işbirliği zemini aranmaktadır.
Öncelikle bir fikir geliştirmek, hayal etme ve uygulanabilirliği anlamak
önem taşımaktadır. Bu mantıksal çerçevenin oluşturulmasında, "kullanıcılar", "kullanıcı
ihtiyaçları" ve "kullanıcı etkileşimi" kavramları dikkat
çekicidir. Bilimsel çalışmalarda, herkese karşı bir sorumluluk bulunmaktadır.
Başka bir ifadeyle, yalnızca halka karşı hesap verebilirlik değil, paydaşların
katılımı, tüketiciler veya sektörel duyarlılık içinde hareket etmek gerekmektedir.
Disiplinlerarası çalışmalara daha da bir sorumluluk yüklemiş ve çeşitli
kanallardan doğrulatma eğilimi gelişmiştir. Kapsamlı olmayı gerektiren bilimsel
çalışmalar giderek daha pahalı hale gelmektedir. Bilimsel faaliyetler; “inanma” ve “mali destek” ile
yapılabilmektedir. Bu gelişim de çalışmanın
“avukatlığını yapmak” ve “kamuoyu desteğini de alarak meşrulaştırmak” felsefesine
dayanmaktadır. Kuşkusuz, bilimsel uzmanlığın koruyuculuğu, ispat edebilirlik
ile birlikte sağlanmaktadır. Bu da geçmişte olduğundan daha yıkıcı eleştirileri
araştırmacıların önüne getirmektedir. Ayrıca, toplum fayda sağladığı ölçüde çalışmaların
geçerliliğini onaylamaktadır. Aksi takdirde ikna edilebilirlik ortadan
kalkmaktadır. Gıda güvenliği ve toplumsal mukavemet konusu, bu görüşler ile
ilişkilendirilebilecek bir konudur. Tatbikî de fayda odaklı bu görüşlerin günün
getirdiği koşullarda eleştirilebilir özellikler de yüklenebileceğini öngörmek
gerekmektedir.
DEĞERLENDİRME
VE SONUÇ
“Sağlık
ve Gıda Güvenliği ve Yeterliliği” konusu,
kamu kaynaklarının kullanıldığı, geliştirildiği ve kamu yönetiminin ulusal
çıkarlar içinde hareket etmesi gereken bir bütünlük taşımaktadır. Tarım faaliyetleri için yeni alanlar açılmakta; iklim
değişikliği, yönetsel zorluklar ve en önemlisi kırdaki zorluklara göğüs
germekten vazgeçme ile tarımdan uzaklaşma gibi temel nedenlerle tarım alanları
fonksiyonelliğini kaybetmekte/kaybettirilmektedir. Bağlantılı
olarak, tarımı güçlendirmek, hukuki yaptırımlar getirmek, bilgi desteği için kamu
üniversitelerinin de, bütünleşik sektörel gücünden yararlanmak ve bu amaçla da
desteklemek gerekmektedir. Özelleştirme kamu hizmetlerini destekleyen bir
sınırlılık taşımalıdır. Afetlerin giderek arttığı ve çeşitlendiği küresel
komşulukta, maalesef ülkeler elindekini tutmakta, diğerine insani yardım
konusunda “cömert” olamamaktadır. Bu bağlamda, tarım sektöründe de kendine
yeterli ve üretken olmak her ülke için olduğu kadar, Türkiye için de genel
geçerli kural haline gelmiştir. Bu olgu da, virüsün tehditlerinin Türkiye için
fırsata döndürüldüğü, faydacı yönü olarak kamuoyunda değerlendirilmektedir.
Küresel
bir sorun, küresel işbirliğinin neden gerekli olduğunu hatırlatmaktadır. Bu
durumda, uluslararası kuruluşlara daha güvenle bakmak gerekmektedir. Mamafih,
küresel işbirliği görünür hale geldiğinde ancak inanma da artabilecektir. Bu
nedenle ortaklaştırılmış bilgilere erişim olmalıdır. Ayrıca, ortaklıkta eşit
sorumluluklara yer verilmelidir. Örneğin, dış göçlerde, 1950’lerden beri üye
olduğumuz “Avrupa Konseyi” ve işbirliği yaptığımız “Avrupa Birliği” üye
devletleri yönüyle de, hukuk dışı düzensiz dış göçler konusunda gerekli ve yeterli
destek gördüğümüzü söyleyemeyiz.
Sağlık
sistemleri, ülkelerin gelişmiş ve gelişmiş olmama yönüyle incelenirse de, bu
konu aslında küresel salgınlarda, “0 toplamlı olmayan bir oyun” gibidir. Mamafih,
gelişmiş ülkelerde de, sağlık sistemlerinde görülebilen zayıflıklar, bazı
grupları olumsuz etkileyebilmektedir. Gelişmemiş ülkelerde de tıpkı diğer afet
tiplerinde olduğu gibi, işsizlik ve yoksulluk bağlantılı olumsuz etkilemeler daha
fazla olmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki gibi eski haline dönme başarısı da
öngörülememektedir. Bilindiği gibi özellikle, küresel olaylarda küresel internet
erişimi zayıf ve güçlüyü hızla görünür kılmaktadır. Ancak “en zayıf halka kadar
güçlü olduğumuz” artık bilinmektedir. Ayrıca bilinen etik hukuk kuralları
çerçevesinde, başarısızlık da, yönetsel itibar kaybını ortaya çıkarabilecektir.
Bir eylem ancak
gayrimeşru, evrensel hukuka aykırı ve tutarsız olarak değerlendirildiğinde
terör ve gerçekleştiren de “terörist” olarak nitelendirme eğilimi
bulunmaktadır. Güvenliği tehdit eden olguları önleyen mekanizmaların yaygın
kullanılmasını engellemeye yönelik davranışlar, devlete karşı işlenmiş suçlar
kapsamında değerlendirilip, terör tanısına alınabilir mi? bu konu önemlidir. Örneğin
Covid-19 virusunun yaygınlaşmasına hizmet eden ve bireysel olarak koruyucu olma
özenini göstermeyen kişilerin davranışı suç ile ilişkilendirilerek, para
cezasına çaptırılmıştır. Hatta İtalya’da
hapis cezası da gündeme gelmiştir. Ancak toplumu koruma adına, güvenlik amaçlı,
idari tedbirlere uyulmamasında ısrar edilmesi “ceza alma” nın utandırıcılık da
sağlamaması bağlamında nasıl bir yöntemsellik uygulanacaktır. İnsan faktörüne
ve olaya göre terör taktiklerinin de değiştiğinin düşünülmesi koşullarında,
güvenliği tehdit eden her davranış terör sözcüğünün dayandığı, “korkutma”,
“korkutucu olma” ile ilişkilendirilebilecek bir özellik taşımaktadır. Örneğin,
terör kapsamında düşünülen, asker veya polis gibi kolluk güçlerine ve kamuya
açık yerlerde sivillere yapılmaya başlanan saldırılardır. İdarenin kurallarına
uymaya davet eden resmi güvenlik görevlisi veya görevlendirilen kişilere
saldırıp hatta tüküren kişiler terörist olarak değerlendirilerek devlete karşı
işlenmiş suçlar kapsamına alınmalı mıdır?
Bu
gibi virüs vakalarının devam edeceğine ilişkin “Coronalı Yeni Dünya Düzeninde”;
güvenli ortamlar ve “akıllı toplum” ilişkilerinin nasıl düzenlenmesi
gerekeceği, hızla ve dikkatle düzenlenmesi gereken bir konudur. Ortada,
bilgilendirmeye rağmen, ülkeden ülkeye değişse de, kişi özgür bırakıldığında, güvenliğin
kalmadığı ihtiyatlılıktan uzak bir ortam oluşmaktadır. Görülen o ki, yönetimin
afetlerde ikna üzerine daha bilimsel çalışması gerekmektedir. Kişilerin giderek
evde daha çok kalacağı durumlarda bunalıma düşmemesi için, çalışma kapasitesine
göre; kendini geliştirmesi ve meşgul etmesi, yoruluncaya kadar çalışması,
bittiğinde tekrar başlaması, moral açısından güçlü olmanın anahtar sözcüğü
haline gelmektedir. Bilgi toplumu ve yaşam kalitesi göstergelerine
erişebilirlik toplumun elinden kaymaması gereken bir konudur. Toplumun içinden
çıkan yönetici rollerini üstlenen kişilerin dikkatle, akıllıca seçilmesi
yanında; çok yakından sürekli izlenip,
denetlemesi de çağımızın gerekliliğidir.
KAYNAKÇA
[1] Akıllı
kentin kavramsal akrabaları arasında dijital kent (digital city), ileri teknoloji kent (U-City:Ubiquitous
City): Kentin idari işlevlerini ve süreçlerini sistemleştirerek yaşam
kalitesini iyileştirmek ve şehir değerini yükseltmek için her yerde bulunan
altyapılar, teknolojiler ve hizmetler üzerine inşa edilen ileri teknoloji
geleceğin şehri, bilgi kenti (information city), düşünen kent(thinking city),
yaratıcı kent(ingenious, creative city) kavramlar yer almaktadır
[2]
a) Bilim,
Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu, b) Eğitim ve Öğretim Politikaları
Kurulu, c) Ekonomi Politikaları Kurulu, ç)
Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu (Bölgesel
sorunlar, göç politikaları, afet ve acil durum halleri yönetimi, sivil havacılık
güvenliği, siber güvenlik, karayolu, demiryolu, havayolu (deniz yok) güvenliği,
bölgesel sorunlar, küresel gelişmeler, uluslararası ilişkiler),
d) Hukuk Politikaları Kurulu, e) Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu, f) Sağlık
ve Gıda Politikaları Kurulu, g) Sosyal Politikalar Kurulu, ğ)Yerel
Yönetim Politikaları Kurulu, (kentleşme,
göç ve iskân, çevre, orman ve su, kültürel miras-kentleşme, akıllı şehircilik,
Boğaziçi’nde kamu yatırımları, etkin çevre yönetimi
[3] Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri
Federasyonu Dünya Afet Raporuna göre (2018), özellikle Türkiye’de 2012 yılından
bu yana Suriye’den gelen 12 milyonu aşan sığınmacıların oluşturduğu dış göçle
gelen nüfus hareketleri öne çıkmıştır (International Federation of Red Cross
and Red Crescent Societies, 2018: 172,
185, bkz. şekil. 7.4, 7.18).
[4] Avrupa
Kentsel Şartının(1992), Metnin orijinali için bkz. (Council of Europe, Tarih
Belirtilmemiş)
Sağlık
Bahsinin değerlendirilmesinde tam alıntılar “tırnak içinde ve italik” olarak
gösterilmiştir.
[5] Ankara
Büyükşehir Belediyesi, öncü olarak, ‘Covid-19’a karşı Başkentler İttifakı’ adlı bir platforma bağlı bir web
sitesi kurarak, Covid-19 salgınına karşı mücadelede kentlerin deneyimlerinin
paylaşılmasını sağlamıştır: https://www.capitalsinitiative.org/
Erişim Tarihi 26.05.2020; erişim tarihi itibariyle ismi yazılı başkentler
sisteme dâhil olmuşlardır: Atina, Bağdat, Bangkok, Banjul, Bişkek,
Brüksel, Budapeşte, Buenos Aires, Bükreş, Dnipro, Doha, Guanco, İslamabad,
Kanberra, Karkiv, Kiev, Lefkoşa Türk Belediyesi, Londra, Lübliyana, Maputo,
Moskova, Nur-Sultan, Paris, Pekin, Priştine, Riga, Saraybosna, Sejong, Seul,
Shenzhen, Singapur, Tahran, Taipei, Talin, Tiflis, Tiran, Tokyo, Tunus, Ulan
Batur, Washington, Viyana, Zagreb.